Eski Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, “Dondurmam Gaymak: Bir diplomatik başarı hikayesi” başlıklı yazımıza yanıt verdi.
Gazetemizin demokratik teamülleri gereği cevap hakkına saygı gösterildiğinden, Sayın Mehmet Ali Talat’ın yanıtını tek kelimesine dahi dokunmadan siz değerli okuyucularımızla paylaşıyoruz.
Gazedda Kıbrıs’ta çıkan “Dondurmam Gaymak: Bir diplomatik başarı hikayesi” başlıklı Gazedda Editöryal Kolektifi imzalı yazı, amacını anlamadığım, “sol iddiayla” gerçekleri değiştirmeye yönelik bir yayın olmuştur. Yazıda iddia edilen hususları teker teker yanıtlama yoluna gitmekten ziyade o günün gerçeklerinde yaşananları anlatmakla yetineceğim. Bu arada yer verilen aşağılayıcı ve alaycı ifadeleri ise “kolektifle” başbaşa bırakacağım.
Lokmacı barikatı ve karşılıklı duvarların dikilmesi ile o yıllarda Rum tarafında kurulmuş bulunan ağlama duvarı benzeri mum yakma alanının hikayesini de bir tarafa bırakacağım…
Yakın geçmişte Kıbrıs Türk halkı, çözüme ve adanın birleşmesine -tüm karşı çıkışlara rağmen- evet diyerek dünyayı şaşırtmış, aynı zamanda büyük bir sempati toplamıştı. Ve bu halk bütün hayatını çözüme ve Kıbrıs’ın birleşmesine adayan birisini toplumuna liderlik yapmak üzere KKTC Cumhurbaşkanı olarak seçmişti. Karşımızda tüm dünyanın uzlaşmaz kabul ettiği Papadopulos vardı. (Hatta Denktaş’a Mr. No denirken O’na Mr. Never deniyordu).
İşte o şartlarda Kıbrıs Türk tarafı çözüm çabalarını sürdürürken, iyi niyetli ve iki toplumu yakınlaştırmayı hedefleyen adımlarına devam etmeliydi.
Lokmacı kapısının açılması bana göre tüm diğer kapılardan önemliydi. İki tarafta da birer devasa duvar vardı ve Lefkoşa’nın iki taraflı bölünmesini simgeliyordu. İki esnaf alanını bölüyordu ve hiç de geçit vermiyordu. Ledra Palace izin alınarak geçilebildiği halde lokmacı Lefkoşa’nın ilk bölünmesinde bölünmüş, sonra 1960 Cumhuriyetiyle birleşmiş ve tekrar 1963’le bölünmüş, sonra da duvarlar dikilmişti ve geçilmezdi…
İşte bu ayrılık simgesi yıkılmalı ve karşılıklı geçişlere olanak sağlanmalıydı. O günlerde konu değerlendirilmiş, Güvenlik Kuvvetleri askerlerinin Ermu caddesi boyunca hareketlerinin kesintiye uğramaması, askerlerin sivil hayatın içine rastgele karışmaması için, nasıl olsa sadece yaya geçişi olacağından, bunu bir üst geçitle gerçekleştirmenin mümkün olabileceği düşünülmüştü. Doğru veya yanlış, burada herhangi bir art niyet yoktu. Tam tersine amaca ulaşma çabası vardı.
Nitekim, yoğun bir çalışma ve görüşme trafiği sonucu tüm taraflar ikna edilerekduvarı yıktık ve üst geçidin yapımına başladık… Ama bu arada Papadopulos ve O’nun itiraz ve ısrarıyla BM, yıkım öncesi kendilerine haber vermediğimiz için serzenişte bulunurken, yaya üst geçidi için herhangi bir itirazda bulunmadı… Benimle görüşmekten ısrarla kaçan Papadopulos’un Lokmacı kapısını açması sözkonusu değildi ve doğal olarak Annan Planına hayır demekteki uydurma gerekçelerini bu olayda da peyderpey sıralamaya başlamıştı. Bunlardan birisi son derece komikti: Yapılan köprü, Türk tanklarının Rum tarafına yürüyebilmesi için hazırlanan bir yapıydı! Buna elbette hiç kimse inanmıyordu ve ziyaretime gelen büyükelçilerle BM yetkilileri de üst geçitle ilgili herhangi bir itirazda bulunmadılar.
Papadopulos kendi tarafındaki duvarı yıkmamak için her manevrayı yaptı… Bizim Kasım 2005’te yıktığımız duvarı O, Mart 2007’ye kadar korumayı başardı… Ve benim bir toplantıya katılmak üzere Azerbaycan’da bulunduğum bir zamanda duvarını yıktı. Bu arada Yeşilırmak kapısının açılması için çalışma başlattığını duyurarak dikkatleri Lokmacı’dan uzaklaştırmaya çalıştı…
Sonuç olarak Papadopulos aynı şeyleri tekrarlayarak üst geçidi öylesine bir “ucube”ilan etti ki Lokmacı kapısının açılmasını isteyen yabancılar ve tabii ki bizim kendi kuruluşlarımız (sendika, dernek, esnaf kuruluşları vs.), artık birşeyler yapmamız ve bu geçidin açılmasını sağlamamız gerektiğini ifade etmeye başladılar. Son derece makul sayılması gereken üst geçit, kapının açılmasının tek engeli olduğu algısı artınca 2007 yılı sonunda, askerlerin de katıldığı bir toplantıda benim tarafımdan gündeme getirildi ve görüşler alındı…
Kapının açılması için varsayılan son engelin de kaldırılacağı tarafımdan basın yoluyla açıklandı. Elbette bu kararı verirken bunun zorluklarının olacağını bilebilecek kadar deneyim sahibiydim. Ama açıklama yapmadan da hedefe ulaşabilmek mümkün değildi.
Açıklamadan sonra yeni bir mücadele safhası başladı. Bir kısmı kamu önünde, bir kısmı da kapalı kapılar ardında yürütüldü.Yapılan-yapılmayan açıklamalar ve çalışmalar, basına yansıyan ve yansımayan yanlarıyla sürdü. Uluslararası alanda Kıbrıslı Türkleri temsil eden tek resmi makam Kıbrıs Türk toplumu lideri ve KKTC’nin Cumhurbaşkanı olarak sorumluluğum halkıma en iyi olanakları sağlamak, görünürlüğünü artırmak ve seçtiklerinin aldığı kararları uygulamaktı.Aynı zamanda bu süreçte de çok kritik olan bütünlüğü bozmamaktı. Ben sorumluluğumu yerine getirirken herkesin de bunu yapmasını umuyordum.Ancak bu yükümlülüğünü yerine getirmeyenlerin sorumluluğunu da elbette ben yüklenemem…
Yani zamanın TC Genelkurmay başkanı ile yaptığım görüşmenin sonunda komutan, görüşmemizde Lokmacı konusunu konuştuğumuzu basına söylemeyelim der ve ben de buna onay verirsem, ben söylemem. Nitekim söylemedim. Başkalarının yaptığı açıklamalar beni bağlamaz. Hele sınırların kontrolü Türk Silahlı Kuvvetlerine aittir gibi resmi açıklamalar yaparak dünyanın kendilerini suçladığı değirmenlere su taşımanın da hesabı benden sorulamaz… Ve bu açıklamalar yapıldı, birtakım köşe yazıları yazıldı, olan ve olmayan konular dile getirildi diye yaptığımız bu önemli çalışmaile dalga geçmek hakkına da kimse sahip değildir. Hele Türkiye basınının her bir şeyi magazinleştirme eğilimi ile yazdıklarını veri kabul edipkonunun özü yerine koymak hiç kabul edilemez.
Amaç neydi? Lokmacı’yı açmak. Bu süreçte yaşanan zorlukların sorumluluğunun Türk tarafında olmadığını kanıtlamak;böylece uluslararası ve özellikle AB’nin baskısını (unutmayalım ki Yeşil Hat Tüzüğüne Lokmacı kapısı da yapılan değişiklikle eklenmişti, ama kapı kapalıydı) Papadopulos üzerine yönlendirerek zorla da olsa bu kapıyı açmak…
Peki, sonuçta üst geçit (nereden çıkmışsa “utanç köprüsü”!) kalkınca ne oldu? 10 Ocak 2007’de kaldırılan üst geçidin aslında açılışı engellemede sadece bir bahane olduğu ortaya çıkmadı mı? Lokmacı 3 Nisan 2008’de açılabildi. Yani bir yıl üç ay sonra, Papadopulos’un seçimi kaybetmesi ve Hristofyas’ın kazanmasıyla açılabildi. Kısacası kapının açılmamasının nedeni sadece ve yalnızca Papadopulos’tu. Yoksa Papadopulos’un ağzından bal damlıyordu da biz kıymetini bilmiyor değildik!
Kapının açılmasında yaşananlar Kıbrıs Türk toplum liderinin alınan kararlarda yetkisizliğini değil, tam tersine aldığı karara sahip çıkarsa bunu başarabileceğini ve yetkisini kabul ettirebileceğini, gerekirse empoze edebileceğini gösterdi.
Yoksa ben seçilmiş liderim, yapabileceklerimi yaparım, zor konulara bulaşmam, lafımı söyler rahatıma bakarım derseniz oturduğunuz yerde oturursunuz…
Ben bu yolu seçmedim, seçseydim Lokmacı, Bostancı ve Yeşilırmak gibi çetrefilli geçitleri açmayı başaramazdım. Her biri başlıbaşına karmaşık ve çok yönlü koordinasyon gerektiren bu geçişler, diğerleri gibi Kıbrıslı Türkleri ve Rumları yakınlaştırmada rol oynayamazlardı.
Bir örnek daha vermem gerekirse, benim Başbakanlığıma kadar kayıpların bulunmasıyla ilgili hiçbir ciddi adım atılmamış, tabiri caizse körler ve sağırlar diyalogu sürmekteydi… Çok yönlü ve ısrarlı temaslar olmasaydı kayıp kalıntılarının aranması konusunda iç uzlaşı ve Rum tarafıyla da ulaşılan görüşbirliği ve konunun politize edilmemesi garantisiyle kalıntıların aranmasına başlanamazdı. Bu çok önemli bir gelişmeydi, çünkü Kıbrıs sorununun çözümü ve barış için çaba ortaya koyan Kıbrıs Türk tarafının bu insani konuda inisiyatif üstlenmesi beklenmeyen (çünkü Cumhurbaşkanı Denktaş ve Türkiye tarafı kayıp kazıları fikrine mesafeli duruyorlardı) ama arzulanan bir tutumdu.
Anti personel mayınlarının ilk temizlenme kararına ulaşmak da kolay olmamıştı. Tüm tarafların ikna edilmesi ve BM’nin ayarladığı ekibin işe başlaması yine güven yaratıcı eylemlerden birisi olarak tarihe geçmişti.
Rahatıma baksaydım,yeni geçiş kapıları açılması, kayıp kazıları ve mayınların temizlenmesi yanı sıra burada sayamayacağım sayısız alanda adım atamazdım.Dünya kazan ben kepçe Kıbrıslı Türklerin görünürlüğü için durmaksızın yurt dışı ziyaretleri yapmaz, her düzeyde teması birincil görev saymazdım… Bir sabahın erken saatinde adadan ayrılıp Berlin’de BM Genel Sekreteriyle görüşüp aynı gece adaya dönereksabah başka görüşmelere devam etmezdim… 2010 Cumhurbaşkanlığı seçiminden hemen önce Rum liderle ulaştığımız noktayı tescil etmek için BM Genel Sekreteri adayı ziyaret etmezdi…
Görevim boyunca Papadopulos gelmiyor diye BM’nin Ledra Palace resepsiyonlarına katılmaktan kaçınmadım. Çünkü, Papadopulos’un umurunda olmayabilirdi ama, izolasyon altındaki bir toplumun lideri bulunabildiği her yerde bulunmalıydı inancındaydım…
Bu nedenlerle de hiçbir uluslararası kuruluş ya da büyükelçinin olumsuz eleştirisini almadım. Bugün içimizdeki bazı çevrelerin insafsız yaklaşımlarıyla uluslararası alanda hiç karşılaşmadım…
Ben hep vefalı olmaya çalıştım ve tüm toplumun, özellikle de insani yanı güçlü olması gereken sol çevrelerin de vefalı olmasını bekledim.
Keşke öyle olabilseydi…