Karanlık, çok karanlık bir sokak vardı. Çocuklar hava kararmadan buradan geçip parka iner, oyun oynarlardı. Süt mısırcılar ise hem izler, hem de mısır satardı. Kaldırımda mısır yiyen çocuklar mısırları, annelerin aceleciliğiyle yenen mısırları hatırlatırdı. Süt mısırcının adı Ahmet‘ti. Ahmet akşamları inip süt mısır satar, para kazanır, geceleri ise vitrinden bakan bir mankeni izlerdi. Nedendir bilinmez ki diğer insanlar da şaşırır, anlamaya çalışır, anlayamazlardı. Ahmet ise sadece süt mısır satar, mankenleri izlerdi. İzledikçe parkları, sokakları, mahalleleri; babası ve kızını hatırlardı. Ahmet’in de bir zamanlar babası vardı ve o da geceleri süt mısır satar, mankenleri izlerdi. O da çocuk olur; parkta oynar, kaldırımda dinlenir, mahalleleri gezerdi.
”Ağlayan bir yüz”
Güneş aşağılara doğru iniyor, uykuya hazırlanıyordu. Ay ise silahını kuracak, nöbete çıkacaktı. Ahmet annesini zar zor ikna edip parka gelmiş, oyun oynuyordu. Babasıysa satış için bekliyordu. Çocuklar sıkılmadan bir an önce satış yapıp kızına bir elbise alacaktı. Kızı ise heyecanlıydı. Elbiseyi merakla bekliyordu ki çok sürmemişti. Çocuklar mısırları yemiş, evlerine gitmişlerdi. Babası da sıkılmış, yorulmuştu. Gözlerini kapatıyor, uyuyormuş gibi yapıyordu. Asla uyumak istemezdi. Kızına masal okur, öyle uyurdu. Zaten çoktan dükkana varmış, mankendeki elbiseye bakıyordu. Kızı ise kaldırımda başka bir tarafa bakar, huysuz huysuz oturur, küser, babasına öfkelenir, kinlenir, içine kapanırdı. Bir cüzdanına, bir de kızına baktı ve parayı verdi, elbiseyi aldı. Önemli olan kızının mutluluğu, gülümsemesiydi. Manken ise çıplak kalmış, yenisiyle değiştirilecekti. Babası cüzdanına tekrar baktı, parasının olmadığını gördü. Çünkü başka birisi çoktan satın almıştı bile. Mankenin gözleri doldu, üzüldü. Ağladığını görünce şaşırıp uyanır gibi oldu. Babasının kızıydı ve Ahmet’in de bir kızı vardı. Ahmet de geceleri ağlayışları duyduğunu zanneder, arkasını döner, kız kardeşi ve babasını göremeyince evine gider, gözleri kapanan kızına masal okurdu.
Kızı her gece masal okumasını ister, uyumazdı. Ahmet ise eve yorgun gelir, ama kızının heyecanlı yüzünü görünce uyanır, masal okurdu. Bir gece masalın son sayfası da okunmuş, bitmişti. Kız ve baba masalın iki kahramanıydı. Kız geceleri karşısında duran, ağlayan bir yüzle vitrine bakan babasını izlerdi. Baba ise geceleri karşısında duran, gülen bir yüzle vitrinden bakan kızını izlerdi.
–Baba neden ağlıyorsun?
Babası konuşmuyor, arkasını dönüyordu. Mankenler sadece kahramanlardı. Elbiseyi alan kişi ise Nedim Bey‘di. Nedim Bey de Ahmet gibiydi, ancak bir beyaz yakalıydı; kızına sürekli elbise alır, istediği yerlere götürür, çeşit çeşit mankenler gösterirdi. Birçok manken çıplak kalmış, yeni sahiplerini bulacaktı, ancak artık manken bile kalmamıştı: Hepsi Nedim Bey’indi. Küçük kızı ise mutlu, tatlı dilli, gülümseyen bir kızdı. Sürekli yeni elbiseler alır, eskisiyle değiştirir, yenisini giyer, yeni biri gibi hisseder, bir prenses gibi olurdu.
Ahmet öğlen hazırlığını yapıyor, akşamı bekliyordu. Yine süt mısır satıp dükkanın önünden geçecekti. Nedim Bey ise yine işletmesinin başında duracak, müşterileriyle ilgilenecek, kızıyla alışverişe çıkacaktı.
”Gülen bir yüz”
Ahmet bir gece daha kızını görür gibi olmuştu. Gülümseyen mankenler, iyi mankenlerdi. Bu ise gözyaşlarıyla bakıyordu ve bir masal gibiydi. Sadece gülünen ve ağlanan bir masal. Ahmet bunu anlayınca arkasını döner, evine gider, uyumadan önce kitabı yanında görür, şaşırırdı. Kitabın bir kapağı gülen, bir kapağıysa ağlayan bir yüz olmuştu: Unutuldukça tozlaşan bir yüz.
Nedim Bey eski eşini görür gibi olmuştu. Eşi bir manken gibi durmadan uzaktan uzağa bakar, vitrinlerde sıkışıp kalır, bir manken gibi anı olur ve bu ise ona eski zamanları hatırlatırdı. Manken geçmişte sıkışıp kalmış, öylece bakıyor, göz gezdiriyordu ki hava kararmış, gittikçe zifiri bir hâl alıyordu. Kitabın kapağı ise gülen bir yüz olmuştu: Hatırlandıkça tozlaşan bir yüz.
Karanlık, çok karanlık bir sokaktaydı. Nedim Bey kızı, Ahmet ise eşiyle gelmişti. Nedim’in kızı prensesler gibi olmuş, yeni elbisesini giymiş, gülümsüyordu. Ahmet’in eşi ise artık sıkılmış, eve dönüyordu. Haftalar aylar yıllar geçmişti. Nedim Bey kitabın gülen, Ahmet ise ağlayan kapağı olmuştu. Biri gittikçe kararmış, ötekiyse toz olmuştu: Biri geçmişte, ötekiyse gelecekte sıkışmıştı. Zaman her ikisinin de düşmanıydı. En azından sonuna dek.