Dün akşam GazeddaKıbrıs Web TV’de yayınlanan “Kazananlar Kulübü” adlı, sevgili Fezel ve Hatice’nin sunduğu programda kadının beyanının esas olması ve öz savunma hakkı ile ilgili nitelikli bir tartışma gerçekleştirildi. Programı izlemeyen veya tekrar izlemek isteyen isteyenler için linki şuraya bırakıyorum.
Öncelikle, programdaki öz savunma ve kadın beyanının esas olması ile ilgili sohbetin ufuk açıcı olduğunu söylemek istiyorum. Hatice ve Fezel’in yayın sırasında söylediği bu fikirlerin feminist çevrelerce de tartışıldığı düşüncesinden hareketle, bir düşünce egzersizi yapabilmek adına; bu yazıyı kaleme almak istedim.
Her kavram gibi feminist ideolojinin de gelişmeye ve tartışmaya açık olduğu inancıyla bu görüşlerimi dile getiriyorum. Görüşlerim, pek tabii; bu sayfada bulunan diğer her makale ve haber gibi, tartışmaya ve eleştiriye açıktır. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü öncesinde, hepimizi geliştirmeye yönelik bir tartışma olması ümidiyle…
***
Programa davet edildiğim yayının sonlarına doğru olan kısımda, mahremiyet hakkı ve bireyin masumiyet karinesi hakkı ile ilgili gazetecilik çerçevesinde birkaç düşünce dile getirdim. Bu düşünceler ve karşılığında aldığım yanıt(lar), şüphesiz ki konunun halen tartışma açık, ve fikir alışverişine ihtiyacımız olduğu gerçeğini ortaya çıkarmaktadır.
Yasalar; suç iddiası ne olursa olsun, her bireyin mahremiyet ve masumiyet karinesi hakkının saklı olduğunu ifade eder. Mahkeme tarafından suçluluğu kanıtlanmamış her bireyin suçsuz olduğunu ve suç iddiasını ortaya atan kişi/kurumun suçu kanıtlaması gerektiği evrensel bir gerçekliktir. Kıbrıs’ın kuzeyinde bir suç iddiasıyla tutuklanan herkes, özellikle polisteki sorgusu sırasında “suçsuzluğunu” ispat etmek durumunda olsa da, elbette işin doğrusu bu değildir.
Gazetecilik çerçevesinden baktığımız zaman ise, benzer kuralların; etik çerçevede biz gazeteciler için de geçerli olduğunu ifade edebilirim. Her ne kadar bu kurallar da çoğu zaman ihlal edilse de…
Konuya dönelim. Tartışmak istediğim konu ise aslında şu:
Dün akşam yayınlanan programda, şiddet uyguladığı iddia edilen bir kişiyi “deşifre etme” yönteminin “öz savunma” olarak nitelenebileceği görüşü ortaya atıldı. Bu görüşe kesinlikle saygı duymakla birlikte, sorunlu olabilecek bir yaklaşım olduğunu da düşünmekteyim.
Yanlış anlaşılmasın, bir kadının sırf “eğlence” olsun, ya da “intikam” alabilsin diye “tecavüze uğradığını” ya da “şiddet gördüğünü” iddia edebileceğini düşünmüyorum. Ancak gelin görün ki, milyonda bir ihtimal de olsa, bu tür “iddiaların” daha sonra mahkeme tarafından düşürüldüğüne de şahit oluyoruz. Milyonda bir ihtimal bile olsa; tek bir kişinin bile isminin kirletilebilme ihtimali, bu görüşe yönelik kafamda soru işaretleri bırakıyor.
Kamuoyu oluşturma ve kadına yönelik şiddeti toplumsal anlamda tartışabilmek için faydalı olduğuna emin olduğum “deşifre” yöntemi, ilk etapta ne kadar akla yatkın görünse de, sorunun temellerine inildiği zaman cinsiyeti ya da cinsel yönelimi fark etmeksizin, herhangi bir kişinin –varsayımsal olarak- kirletilmesinin sorunlar teşkil edeceğini düşünüyorum.
Tartışma sorusunu biraz farklılaştırarak sorayım: Genellikle erkeğin kadına uyguladığı şiddet üzerinden okuğumuz “öz savunma” hakkı, hiç şüphesiz ki; bir eşcinsel ilişki için de geçerli olabilir. Peki; eşcinsel bir ilişki içinde yaşanabilecek şiddetin aynı şekilde de; hatta Kıbrıs’ın kuzeyindeki medya dikkate alındığı zaman; daha da magazinleştirilerek kamuoyuna servis edilmesinin tehlikeli olabileceğini düşünüyor muyuz?
***
Kıbrıs’ın kuzeyindeki medya, bu tür olayları magazinleştirerek servis etmeyi sevmektedir. Bu tür haberlerin daha çok “alıcısı” olduğu hiç şüphesiz, tartışma götürmez bir gerçektir. Sosyal medya önünde bireylerin linç edilmesine aracılık eden medyanın, bu noktada tüm toplum için tehdit taşıdığını söylemek durumundayım.
Yayın sırasında Lefkoşa Türk Lisesi’nde yaşanan olay ve sonrasında medyanın takındığı tutumla ilgili kısa bir yorum yapmıştım. Bugün daha farklı bir örnekle konuyu biraz daha derinleştirmek istiyorum. Geçtiğimiz ay, cezaevinden bir kişinin kaçtığına şahit olmuştuk. Kaçan zanlının bulunmasının ardından sosyal medyada yapılan nefret söylemleri hepimizin malumu. Polisin bahsi geçen zanlıya yönelik uyguladığı tavrın internette yayınlanması da aklımızdadır.
Benzer bir durum, şiddet ya da cinayet işlediği iddia edilen bir birey için uygulandığı zaman bunu da “öz savunma” hakkı olarak görmemiz gerekir mi? Toplumsal histerinin ne boyutlara ulaşabileceği, kısacık firar olayında bile karşımıza çıkmışken, bu tür bir olayın ardından neler yaşanabileceği düşüncesi, beni ürkütmektedir. Çünkü her ne olursa olsun, her bireyin yasalar çerçevesinde yargılanması ve mahkeme tarafından uygun görülen cezaya çarptırılmasının şart olduğunu düşünüyorum.
Kısacası, yasal ve etik kavramları, herhangi bir şekilde esnetmenin, başımıza daha büyük problemler açabileceğini hissediyorum. Bugün; “öz savunma” adı altında bir kişiyi deşifre etmek, yarın bambaşka bir konuda, bir başka kişinin deşifre edilmesinin de önünü açar görüşündeyim.
Fikir alışverişimiz bol olsun.