İlkler neden önemlidir? Öncelik teşkil ettiği için mi? Arkasından başka başka ilkleri getireceği için mi?
19.09.2019 tarihinde Mağusa’da tarihi bir gece yaşandı; “Arap Ali Destanı” adlı opera seyirci ile göz göze geldi ve sadece kulaklara değil yüreklere de doldu/dokundu. Hem de öyle bir dokundu ki dakikalarca ayakta alkışlandı. Alkışlar bitmek bilmedi, dört hafta kadar kısa bir süre içerisinde hazırlanan ve sahneye konan opera ise alkışlardan daha erken bir sürede bitti. Besteci ve orkestra şefi Ali Hoca’nın bestelemiş olduğu ve Kıbrıslı yazarlarımızdan Havva Tekin’in metinleştirdiği, ayrıca yüzden fazla kişinin emek verdiği Arap Ali Destanı, KKTC’nin ilk yerel opera eseri olma özelliğini taşıyor artık.
Salon çok kalabalık, “basamaklarda olsun izlerim” düşüncesi ile gitmiştim zaten ve katılma imkanı bulabilen herkes de bu düşünce ile gitmeliydi diye düşünüyorum.
Mavi bir limana açılıyor sahne perdeleri, sadece bu mavilik yetiyor sizi Mağusa Limanı’na götürmeye; maviye, denize götürmeye..
Heyecan var, çünkü ezelden beri maviye tutkundur yüreklerimiz, düşlerimiz.
İşçiler var, çünkü emekçiyiz birçok kesimimiz.
Ve Ali, Ali de emekçidir, işçidir.
Kaptan Ağa vardır. İşçinin başındadır hep, her işin başında olan Kaptan Ağa’lar. Bir gün yine yevmiyelerini dağıtır işçilerin ama eksik dağıtır. Sus pus mu olmalı böyle bir durumda? Olan da vardır elbet ama Ali öyle yapmaz. Hesap sorar. İsyan eder. Mücadele eder Ali ve yumruğunu kaldırır Kaptan Ağa’ya.
Kaptan Ağa ne yapar? Ali’yi hapse attırır. Hammal Ali, Hammal Zeki ve Hammal Yusuf gider Ali’nin annesi Hatice Ana’nın evine.
“-Neden geldiniz Ali’m olmadan evime”
“-Noldu Ali’me?”
“-Noldu, noldu, noldu Ali’me” diye sorar annesi..
Peki ne oldu Ali’ye?
İşçiler, işi bırakacaklarını söylerler; Kaptan Ağa mecbur şikayetini geri alır.
Ali, asi bir genç. Haksızlığa gelemeyen bir delikanlı. Doğru bildiğini savunan bir insan. İşten sonra meyhaneye giden bir insan, arkadaşları ile vakit geçirmek isteyen bir insan.
Ailesi onu merak ediyor, nerde ne yaptığını merak ediyor. Haksızlık karşısında kendini kaybedebiliyor çünkü Ali. Ali’ye kötü bir şey olmasını istemiyor çünkü ailesi.
Ve bir karar alıp bu kararı Ali ile paylaşıyorlar. Ali’yi evlendirmek istiyorlar. Adalet istediği içindir aslında bu kavgacı halleri Ali’nin. Fakat kim endişelenmez ki evladı için ve kim evladının iyiliğini istemez ki?
An geliyor coşku duygusu hâkim oluyor sahneden seyirciye.
“Bu liman bizim
Bu şehir bizim
Biz Mağusalıyız
(Bu destan bizim Mağusa!)
(Bu opera da bizim)”
Büyük bir gurur var aslında salonun her bir köşesinde.
İngiliz askerleri geziyor.
“-Her gün bir olay”
“-Meyhane iyi gelir belki sinirlerimize”
Aklıma meyhane kültürümüz geldi birden. Destanlaşmış bir hikayeyi izlerken ve dinlerken, kendi anılarını da ihmal edemiyor insan.
“-Bize adalı derler
-Gece ay doğar bize”
Ali ve arkadaşları meyhaneye giderler, pek sevdim Meyhaneci Muhtar’ı.
Hayatımızın bir kesitinde vardır mutlaka eğlence. Aile sıcaklığı tabi bir de.
Ali’nin hayatı, hepimizin hayatına benzer bir hayat mıydı? Değil miydi?
Değilse nedeni neydi? Başkaldırması mı haksızlığa, sindirememesi mi haksızlığı? Gerektiğinde isyan etmesi miydi yoksa bizi ondan, onu bizden ayıran nokta? Yoksa var mıdır hala Ali’ler etrafımızda; kalmadı mı yoksa?
Bir keman sesi sustursun sizi de ve düşünün bunu, dinlerken o büyülü keman sesini. Çünkü müzik susturur ancak gürültümüzü, müzik olabilir ortak paydamız.
Düğün günüdür. Ali evlenir. Seniha’dır eşi. Çalsın davullar, Kıbrıs düğünü; adetler, gelenekler, bir dans ki daha önce belki de hiç izlemedik böyle bir dansı. Büyülü bir dans ile büyülü bir şekilde biter ilk perde.
Seyirci memnun bir şekilde ikinci perdeyi beklerken, çok başka bir duygu var atmosferde. Belki de birkaç duygu. Başarının verdiği memnuniyet, emeğin verdiği karşılık, bir ilke tanıklık etmenin gururu ve daha birçok duygu var her bir yüzde. Mağusa’nın ise bambaşka bir duygusu var, havası bile değişti o akşam, havasında bile hüzüne karışmış bir gurur var. Mağusa gururlu çünkü sadece bir opera değildir sergilenen, aynı zamanda adaya özgü bir destandır, adanın Mağusa şehrinde yaşanmış bir olayın destanıdır hem de! Mağusa bu ilke tanıklık etmiş olmanın gururunu da taşıyacak artık bağrındaki yanığın yanında. Mağusa’nın çığlığını bize duyurmuştur biraz da olsun bu opera. Hep duyduğumuzu sandığımız o çığlığı; görsel, işitsel, dokunsal olarak öğrendik. Bir hayatı öğrendik. Bir hayatı! Daha nice hayatları, bu şekilde öğrenmemiz için de bir ilktir Arap Ali Destanı!
Gelelim ikinci perdeye.
Ali’nin bir oğlu olur. İlk çocuk, adı Önder! İyi dilekler dizilir dillere.
“-Evlat ne güzel”
Ali, evlilikle değişmez. Seniha sorar;
“-Ana, nerede bu Ali?”
Arkadaşları ile yine meyhanede Ali. İngiliz askerleri sözünü esirgemez, Ali de o sözleri hazmedemez. Sonuç, kavga. Sonuç, Ali’ye kinlenme.
Meyhaneci der ki;
“-Susacan yoksa binerler tepemize.”
Pek sevilmeyen bir düşüncedir susmak. Bu yüzden de ses çıkaranın başları değil midir hep hedef?
Ali’nin cevabı;
“-Susmayacağız”
“Kıbrıslı derler bize
Biz kötülük bilmeyiz”
Bilmeyiz elbet de nedendir bunca kötülük?
“-Adamıza laf ettirmeyiz”
Meyhaneye gelir yine Ali. Ailesi de meyhaneci de endişelenir Ali için.
“-Kırılsa üç beş masa
-Üzülme sen sen
-Öderim ben sana” dese de Ali,
İngiliz askerlerinin bu defa gelme nedenleri eğlence değil.
Hani türküde de der ya;
“Uyan alim uyan
Uyanmaz oldun
Yedi bıçak yarasına
Dayanmaz oldun”
Ve der ya ;
“Meyhaneye girdim üş gonyag işdim
Düşmannarı gördüm gendimden geşdim
Yedi süngü yedim sekizde düşdüm”
Hatice Ana’nın da dediği gibi;
“-İnsanın insana zulmü yetmez mi?
Müzik, dans, sesler, anılar, an’lar, kostüm, ışık, teatral form, yazar, besteci, seyirci, alkışlar… her şey ve herkes bir bütün olmuş salonda. Bir insan başka nasıl hatırlatılabilirdi…
Oyunu izlediğim günün ertesi günü, düşüncelerimi yazdım. Paylaşmadım. Bekledim. Neden sadece benim düşüncelerim olsun, neden izleyicinin düşüncesini de eklemeyeyim diye düşündüm. İzleyenlerin yorumlarını dinledim. Olumlu olumsuz eleştirilerini. Birileri için değil, kendim için. Çünkü bilgi ve düşünceler paylaşımla çoğalır. Paylaşımla çoğaltılır. Bu yazı içerisine eklemek istemiyorum bu düşünceleri, daha başka bir yazı için saklıyorum fakat genelde ve fazla olarak olumlu ifadeler var. Bir de hep bahsettiğim o apaçık gurur. Verilen emeğin karşılığı olan gurur. Bir hayalin gerçeğe dönüşmesi yüzünden beliren gurur. Sevinci de içine hapsetmiş bir gurur.
Emeği geçen herkesi tebrik ediyorum ve teşekkür ediyorum böylesi muhteşem bir ilk için. Çünkü hayallerin gerçek olması mucize değil muhteşemdir.