Dün gün boyu iki konu konuşuldu. Biri Kutlu Adalı cinayetinin failleri ve bunların cezalandırılması, ikincisi Halil Falyalı’ya dönük iddialar vardı.
Birincisi ile ilgili anladığım kadarıyla, işlenen suçun zaman aşımına uğrama gibi bir durumu olmadığı, bu yüzden de dosyaların tekrar açılması yönünde bir talep ortaya çıkarak, adaletin geç de olsa sağlanmasına yönelik bir talepti.
İkincisi ile ilgili ise genel olarak siyasi partiler ve hatta gazetelerin bir kısmı daha dikkatliydi. Oysa ki, narko-trafik konusunda rolü olduğu söylenen kişinin birçok siyasetçi ile yanyana fotoğrafları karşımıza çıkıyor.
Üstelik biraz hafızamızı zorlarsak, daha önce seçim döneminde CTP’den vekil adaylarının Karpaz bölgesindeki ziyaretlerinde tehdit ve şiddetle karşılaştığında bu isim zikredilmişti. TDP’den bakanın 1 mayıs ziyareti bu şahsın işyerine gerçekleştirmiş toplu fotoğraf çekilmiş sosyal medyada paylaşılmıştı. UBP’nin neredeyse tüm bakanlarının ve mevcut Cumhurbaşkanının onlarca pozu sosyal medyada duruyor.
Tabi ki, bu şahıs bir yurttaştır ve sosyal çevresinde farklı insanlarla görüşmesi tek başına bir hata yapıldığı anlamına gelmez. Ancak, konuyu temsili demokrasi açısından ele alacaksak mesele sadece bu kişi ile fotoğraf çektirmekle sınırlı değildir. Bu ilişkinin niteliği ve derinliği de önemlidir.
Son zamanlarda özellikle siyasete dönük müdahalelerin yoğunlaştığını söylüyoruz. Bu müdahalelerin çoğu zaman maddi gücü olan kişilerle nasıl ilişkiler kurduğu önemlidir.
Siyasi partiler yasasına göre siyasi partiye aynı yıl içerisinde “asgari ücretin asgari ücretin otuz katını aşan miktar tutarında bağışta bulunması yasaktır.” Aynı zamanda bağış veya bağışların, bağışta bulunana veya yetkili temsilcisine veya vekiline ait olduğunun partice verilen makbuzda açıkça belirtilmesi gerekir. Böyle bir belgeye dayanılmaksızın siyasal partilerce bağış kabul edilemez, denilmektedir.
Oysa ki, bu durumun ihlal edildiğine dönük birçok kez konu gündeme gelmiştir. Ancak, bahsedildiği gibi bu tip ihlallerin yanında; suç işlenerek elde edilen bir gelir ise konu çok daha derin bir durumdadır demektir. Özeti siyasi partilerin bir nevi kara para aklıyor olmasıdır. Bu sadece siyasi partilere değil parti üyelerinin, organlarında görev alanlarının da zan altında olması demektir.
Bu noktada kamuoyu vicdanı için siyasi partilerin herkese hesap vermesi kaçınılmazdır. Siyasi partilerin tümü suç ile elde edilen gelirlerin aklanması yoluna girmediğini kanıtlayabilmelidir.
Bu durumda zan altında belli isim ve partiler olsa bile, tüm siyasi partilerin bu konuda hassasiyet göstermesi gerekir. Temel ilke olan şeffaflık ve hesapverebilirlik çerçevesinde, siyasi partilerin gelir ve giderlerinin denetlenmesinin yolununun açması gerekir. Aksi halde demokrasinin özünü kaybetmiş olur, siyasi yapılanma olduğu gibi para aklanmasına yardımcı olan kurumlar haline gelir.
Bu sadece Kıbrıs’ın kuzeyine özgü bir durum olmamakla beraber, demokrasinin dengesiz geliştiği birçok örnekte buna benzer durumlar yaşanmıştır. Mesele, bu konu daha fazla büyümeden etkin bir biçimde müdahale edilerek, siyasi parti gelirlerinin etkin bir denetime tabi olmasıdır.
Yukarıdaki örnekte deneyimlenen muhtemelen buzdağının sadece görünen kısmıdır. Bu açıdan da partilerin hesap verecekleri kurumların görevini tez zamanda gerçekleştirmesi gerekir.
Tabi bu süreci yargı ile birlikte gerçekleştirecek diğer kurumlar da konuda irade gösterebilmelidir.
Bir taraftan 10. madde, diğer taraftan polisin sivil iradeye bağlı olmaması ve sponsor ülke Türkye’nin hali gidişatı bu konuda ne kadar adım atmaya izin verir bilinmez ama dün ortaya çıkan olaylardan sonra hem faili meçhuller konusunda hem de mafya-devlet ilişkileri açısından, Kıbrıs Türk siyasetinin tümünün bugün itibarı ile büyük bir sınava başladığı malumdur.
Yapısal çıkmazlara rağmen, kararlılıkla bu sürecin yürütülmesi mümkün olur, aynı zamanda yapısal sorunların aşılması için yasamadaki partiler koşulsuz destek vermesi, yürütmenin bu konuyu yavaşlatmaması da eş derecede önemlidir.
Siyaseten var oluş kavgası diyorsanız;
Siyasi iradenin etkin olarak çalışması diyorsanız;
“İşte deve, işte hendek.”