Bölüm 1
Geçtiğimiz günlerde sevgili Serkan Mesutoğlu, arşiv tutkuma karşılık gelen çok değerli bir hediye aldım. Zamanın Sosyal Demokrat Partisi’nin yayın organı olan Yön Gazetesi’nin 1 Nisan 1983 yılından itibaren yayınlanan ilk sayısından, 21 Eylül 1984 yılına kadar olan nüshalarını içeriyordu.
Gazete bir taraftan Sosyal Demokrat Parti’nin yayın organı, diğer taraftan UBP ve Denktaş rejimine güçlü bir muhalif yayın organı olduğunu söylemek gerek. Haftalık yayınlanan gazete, aynı zamanda Kıbrıs Türk Federe Devleti’nden; kktc’ye geçiş dönemi tartışmalarını da içinde barındırmaktadır. Tüm bunların yanında pek çok insan için adanın kuzeyinde sosyal demokrasiyi temsil eden bir diğer Denktaş olan Raif Denktaş’ın yazdığı yazıları da barındırmaktadır.
Bu açıdan şu an uzunluğunu öngöremediğim bu yazı dizisinde, belli başlı olayları kronolojik bir sıra ile takip edeceğim. Metodolojik olarak konu bazlı değil de, kronolojik takip edecek olmamın sebebi bir taraftan erken zamanda bu yazıları üretebilmek, diğer tarafta da yapılan analiz sırasında tarihsel müdahalelerin, siyasi dile olan yansımaları takip edebilmekten kaynaklanmaktadır.
Bu kısa girişin ardından Yön Gazetesi’nin İlk sayısında (1 Nisan 1983) yer alan “Çıkarken” başlıklı analizin ilk tartışmalarına göz atalım. Gazetenin ilk sayısında, bugün de tanıdık gelen bir soruya karşılık gelmektedir. “Bu kadar küçük bir topluma bu kadar gazete çok değil mi?” denilerek başlatılan tartışmaya, gazete, demokrasi çerçevesinde yanıt vermektedir. “Özgürce gazete yayınlamak demokratik bir toplum içinde yemek içmek kadar doğal bir hayat gereğidir. Fikir ve söz hürriyeti alanında bu demokrasi gereği, siyasal örgütlenme alanında partileşme için de aynen geçerlidir. Nasıl ki kimse kimsenin gazete yayınlamak ve görüşlerini bu yolla duyurmaya çalışmak isteğine engel olamaz, kimse de partileşmeyi bir “sorun” olarak ileri süremez” denilmekte, aksinin, “demokrasiyi hakim sınıflar çıkarına budanmış bir göstermelik sürece indirger” şeklinde yorumlamaktadır.
Aynı zamanda, Yön Gazetesi’nin ana işlevine yer verilen ilk sayıda, KTFD’ye yönelik yapılan eleştirinin bugün dahi geçerliliğini gözler önüne sermektedir.
Gazete, hedeflerini 1) bozuk düzen karşısında teslim olan ve başının çaresine bakan toplum fertlerini toplumsal sorunlara yeniden duyarlı kılma işlevi yürütmek ve 2) belirli program ve ilkeler çerçevesinde bir anlayış, fikir ve görüş birliğine sahip tutarlı bir kadronun en azından nüvesini oluşturmak ve bu nüve ile kamuoyu arasında duyarlılık yaratmak olarak özetlemiştir.
Ağırlıklı olarak Ulusal Birlik Partisi’ne yönelik eleştirilere yer verilen ilk sayıda, UBP’nin devleti ele geçirdiği, halkı sindirerek herkesi düzensizliğe mahkum ettiğinin altı çizilmektedir. Özellikle kamuya yapılan istihdamlarla, kadrolanma sözü ile UBP’nin kendi iktidarını güçlendirdiği vurgulanmaktadır. İşe muhtaç insanların “zoraki UBP militanı” yapıldığından söz edilmektedir. UBP’nin Toplumsal devinimi, bireysel kurtuluş meselesine dönüştürdüğünden bahseden gazete, bunu “ilkelleşme” olarak nitelendirmektedir. Aynı zamanda UBP çevresinde oluşan yeni sosyal katmana yönelik vurgu yapan gazete, sınıfsal bir tahlille gerçeklerin UBP tarafından dönüştürüldüğünden şikayetçidir.
1974 sonrası siyasi haritayı Denktaşçılar ile ona karşı olanlar arasında olduğu tespiti ise Rauf R. Denktaş’ın hayatta olduğu sürece devam ettiğini söyleyebiliriz. 2004 sonrası ise bu paradigmanın “kktc ideolojisi” ile “kktc ideolojisi karşıtları” olarak özetlenebileceği ancak kaynağını yine Rauf R. Denktaş destekçiliği ve karşıtlığında bulduğunu söylemek hata olmaz.
İlk Tartışma : Nasıl Bir Devlet?
30 Nisan 1983 sayılı 5. sayıda ise Yön Gazetesi, “Nasıl Bir Devlet?” sorusunu tartışıyor.
Hasan N. Mesutoğlu tarafından yazılan bir köşe yazısında “İstenen devlet, özlenen devlet elbette bugünkü haliyle var olan KTFD değildir” denilmektedir. Yazıda kamu yönetimindeki “kadro eksikliğinden” dem vurulmaktadır. Yönetici kadronun eksik olmasının yanında, ekonomik ilişkilerdeki çarpıklığın özellikle “kararsız hükümetler karşısında kişisel güvenceyi devleti aldatma yanında, sahte evraklarla suni pahalılık yaratarak sonuçta fahiş karlarla halk yığınlarının daha da ezilmesi” olarak özetlemiş; bugün de değişmeyen bir noktayı ortaya koymuştur. 30 Nisan 1983 tarihli aynı yazıda, Kıbrıs sorunu müzakerelerine de değinilmektedir ve “eğer bir barış olasılığı belirse, hem de tüm isteklerimizin ağırlıklı kabullenildiği bir barış, acaba toplum olarak biz bu barışa hazır mıyız?” diye sorulmakta, “kavgasız savaşsız barış bayrağı altında güneş tutma becerisini gösterebilir miyiz?” diye sorgulanmaktadır. Burada ise bugün yine yenilenen belli cevapların o zamandan dillerde pelesenk olduğu görülmektedir. Mesutoğlu, “Anavatan nasılsa güçlü, Mehmetçik Rum’u tükürükle boğar gibi, işimize gelmeyen, pısırıklığı, tembelliği kamufle edecek cehalet edebiyatı ile kendi kendimizi avutur muyuz?” diye geleneksel söylemleri ortaya koymakta ve “gerçek mücadelenin barışta sürdürülebilen mücadele olduğunu” vurgulamaktadır.
Aynı soruya Raif Denktaş’ın ortaya koyduğu pozisyon ise dikkate değerdir. Kemalist bir noktadan hareketle dış politikada “SDP, Atatürk’ün Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesini düstur kabul eder denmektedir. Ardından, Kıbrıs’ın Orta Doğu’daki konumu vurgusu ile bölge barışı açısından birinci şartın “Kıbrıs meselesinin akılcı bir yaklaşım ve karşılıklı anlayışla çözülebilmesi ve bu çözümden ortaya çıkacak Federal Cumhuriyetin bölgedeki bütün ülkeler ve etkin devletlerle sınırları çizilmiş bir aktif dostluk ilişkisinin kurulmasından geçtiği vurgulanmaktadır.
Denktaş’ın bu bağlamda hareket noktasını “anti-şövenizm” üzerinden kurmakta ve “Kıbrıs sorununun çözümü için herşeyden önce anti-şövenizmin egemen olması gerekir” denilmektedir. Ardından, “Kıbrıs için kalıcı çözümün iki bölgeli ve iki eşit topluma dayalı Federasyon olduğu” vurgusu yapılan açıklamada, ve “bu amaca ulaşmak için Türk tarafının inisiyatif kullanmasının statükoyu korumaya yeğ tutar” denilmektedir. Bir diğer önemli nokta ise R. Denktaş’ın dış politikadaki çizgisinin Makarios ile uyumlu olduğunü göstermekte NATO üyeliği reddedilirken, Sovyet etkisi de reddedilmekte ve Bağlantısızlık vurgusu yapılmaktadır. Denktaş “adanın batı emperyalizminden soyutlandırılmasını ancak bunun adayı doğu emperyalizmine peşkeş çekmeyecek tedbirlerle birlikte gerçekleştirilerek Kıbrıs’ın gerçekten bağımsız bağlantısız ve üslerden arınmış bir barış adası olmasını ister” denilmektedir.
Aynı çerçeve içinde, KTFD’nin dış politika kabiliyetini sorgulayan R. Denktaş, Kıbrıslıtürklerin Denktaş şahsiyeti üzerinden tanınmasının sorun olduğunu belirtip, ancak KTFD’ye şahsiyet kazandırılması ile bir dış politika uygulanabileceğini belirtmektedir. Bu bağlamda bağımsızlık ilanı konusunu da açmaktadır.
Bağımsız Kıbrıs Türk devleti ilanı konusunda, bunun Türkiye ile bağlanma anlamına gelen eleştirilerde Rauf R. Denktaş’ın rolü gündeme gelmektedir. Burada baba Denktaş’ın “her alanda anavatanla bütünleşmek” sloganını Makarios’un Enosis sloganına benzeterek eleştirmektedir. Rauf Raif Denktaş’ın hem TC’ye bağlanmayı desteklerken, hem de Bağımsız Kıbrıs türk Cumhuriyeti başkanı olmayı çelişki olarak ortaya koymaktadır. Aynı şekilde Rauf Denktaş bağımsızlığı ilerleyen günlerde KKTC’nin ilanı deklerasyonuna girdiği şekliyle ele almakta bunu zıt bir niyet olarak görmemektedir. Rauf Denktaş, “Bu, iki bölgeli Federal Kıbrıs Cumhuriyetine giden bir adım olarak mütalaa edilmeli ve bundan başka bir gaye taşımamalıdır” demektedir.
Ancak, baba Denktaş’ın kktc’nin bağımsızlık ilanında siyasi partilere yönelik tehdit gönderdiği bilinmesine rağmen, oğul Rauf Denktaş’ın daha demokratik bir süreç önerisi görülmektedir. “Toplumun yarısının hayır dediği ve Meclis’te yarıdan az milletvekiline sahip bulunan bir UBP’nin bağımsızlık kararını savunması doğal olarak muhalefet partlierini muhalefete iteceği gibi, dışta da “bir siyasi azınlığın silahların gölgesinde toplum çoğunluğuna kendi fikrini empoze etmesi şeklinde yorumlanacaktır” demektedir. Öyle ki, gerçekten de baktığımızda, kktcnin bağımsızlık ilanı bu şeklide olmuştur. Rauf Denktaş ise bunu aşabilmek ve yerel sahipliği kanıtlamak için “geçici tarafsız hükümet işbaşına getirilmeli ve sonra da bağımsızlık kararı Referandum’a sunulmalıdır. Hatta referandumun adil ve baskısız yapıldığını dünyaya gösterebilmek için Birleşmiş Milletler gözlemcileri de davet edilmelidir” demektedir. Bu yapılsaydı, kktc ile Kıbrıslıtürklerin muhalif kesimleri arasındaki ilişkiler değişir miydi yada referandumda birileri çıkıp “hayır” kampanyası yapar ve sonuç farklı çıkarmıydı bilinmez ama demokratik bir çerçevenin tartışılmamasına rağmen izlenmemiş olması şahsi değerlendirmemde, kuruluş bildirgesinde denildiği gibi kktc ile arzulanın çözüm olmadığını ve ayrılıkçı bir niyet taşıdığını destekler niteliktedir.
Bağımsızlık ilanı ile birlikte anayasa konusunda ise Raif Denktaş, KTFD anayasasının aynen devamını savunmaktadır. Ancak bilindiği gibi, anayasa konusunda da yapılan değişiklikle, başkanlık süresi 2 dönemden süresiz olarak uzatılmış, R. R. Denktaş’ın 2005 yılına kadar bu görevi icra etmesini mümkün kılmıştır.