Geçtiğimiz Cuma akşamı Devlet Tiyatroları’nın sahnelediği “Kuş Albay” adlı oyunu izleme imkanı buldum. Yaklaşık bir buçuk saat süren oyun, Balkanlar’daki etnik çeşitliliği konu alan ve vatansız/yurtsuz bırakılan 6 deli ile bir doktoru anlatıyor. Terk edilmiş bir manastırın psikiyatri koğuşuna dönüştürülmesi ve çetin bir savaşın sürdüğü iklimde geçen oyun, kimlik farklılıklarına rağmen beraber yaşamaya adapte olmuş delilerin başından geçenleri anlatıyor.
Öncelikle, oyunun künyesi şöyle:
Hakan Elmasoğlu’nun yönettiği, Hristo Boytchev’in kaleme aldığı, Hüseyin Mevsim’in çevirisini yaptığı “Kuş Albay” Devlet Tiyatroları’nın Facebook sayfasından paylaşıldığı üzere; geçmişte Balkanlarda yaşananlar üzerine olsa da aslında bugün de tüm güncelliğini koruyor… Akıllı-deli ve sınırlar etrafında dolanan oyun bize normal olanın ne olduğunu sorgulatıyor…
Oyunda; Ali Şaşkara , Cansev Günsoy, Diren Özdoğal, Deniz Aslım, Mehmet Samer, Nazım Bayraktaroğlu, Pınar İnandım, Zehra Evliya Parıldak rol alırken, Dramaturji çalışmaları Ayla Çağla Öztaşçı’ya ait.
Yönetmen yardımcılığını Zehra Evliya Parıldak üstlenirken, oyunun dekor ve kostüm tasarımı Fatma Bender’e, afiş broşür tasarımı Zehra Evliya Parıldak‘a, ışık tasarımı Diren Özdoğal’a, besteleri ise Fatih Çiçekli’ye aittir. Kostüm uygulamada Gülsen Dünki, dekor uygulamada, Mehmet Isırgan, Hayali Okuyucu, Yalçın Arıcı, ışık uygulamada Mustafa Kıral, efekt uygulamada Ali Yücel, Organizasyon-tanıtım Pınar inandım ve sahne amiri görevinde Mehmet Samer bulunmaktadır.
***
Gelelim oyuna…
Devlet Tiyatroları’nın binbir olumsuzlukla oyunlar hazırladığı hepimizin malumu. 1999 yılında yanan sahnelerinin yerine henüz bir yenisini koyamadılar. Bu durum, oyuncuları tiyatro sahnesi olarak kurgulanmayan Atatürk Kültür Merkezi’nde oyun oynamaya zorluyor. Mekanın tiyatro sahnesi olmaması, birçok aksaklığı da beraberinde getiriyor şüphesiz. Işık altyapısının yetersiz olması, sahnenin parke zemininden durmaksızın gelen gıcırtı şeklindeki sesler seyircinin konsantrasyonun bozulmasına sebebiyet veriyor. Ara sıra, kimsenin sahnede yürümediği sırada bile sahne zemininden gıcırtı seslerinin geldiğini duyabiliyordum.
Bir diğer sıkıntı ise; dekor ve kostüm için ayrılan maddi bütçesi; şüphesiz… Tasarım sürecindeki bireylerin, devlet denilen ucube yapının kendilerine tanıdığı maddi imkanlarla ellerinden geldiği en iyi işi yapabildikleri konusunda bir şüphem yok. Oyunun bütçesini bilmiyorum ama, maaş ödemek dışında herhangi bir maddi gücü olmayan tiyatronun, etraftan dilenerek oluşturduğu dekor ve kostümden daha fazlasını beklemek de hayalcilik olurdu zaten. Söylemeden geçemeyeceğim; sahnenin arka kısmına yerleştirilen renkli ışıklar, oyuna canlılık ve derinlik kattı. Küçücük bir sahnenin ışıklar yardımıyla koskocaman bir platforma dönüştürülmesi konusunda iyi bir örnek oldu.
Bulgaristan’ın önde gelen çağdaş oyun yazarı Hristo Boytchev, oyununu Balkan dağlarının kaybolmuş bir manastırında bulunan küçük bir psikiyatri kliniğine yerleştiriyor. Çılgın bir savaşın ortasında, 6 hasta ve bir doktorun kendi kaderlerine terk edilmesini konu alan oyun, Birleşmiş Milletler uçaklarının yanlışlıkla malzemelerini manastırın bahçesine bırakmasının ardından hastaların asker rolü yapmaya başlamasını konu alıyor.
Oyun, dışlanmışlar hakkında bir hikaye. Dolayısıyla, pek çok metaforik anlatıma da gebe. Ancak yönetmenin bu noktada herhangi bir anlatım yapmaktan çekindiği ya da bu konunun üzerinde durmadığı gözlemleniyor. Bugünün dünyası dışlanmışlarla dolu (mülteciler, evsizler, yabancılar, göçmenler, hastalar… “çoğunluk”tan herhangi bir şekilde farklı olan herkes). Mehmet Samer’in oynadığı karakterin tek bir sahnede “ırkçı” olarak niteleyebileceğimiz Romen-Roman anlatısını saymazsak, pek çok farklı kimliği temsil eden kişiler, sahne üzerine o kadar silikleştiriliyor ki, karakterlerin geçmişleri neredeyse oyun boyunca anlatılmıyor bile.
Halbuki, bu dışlanmış delilerin, “akıllı” kişilerin başaramadığı “birlikte yaşayabilme ülküsü” oyunun temelini oluşturmaktaydı. Ancak yönetmenin bu anlatıyı desteklemek için herhangi bir çabasının olmaması, oyunun niteliksel olarak içinin de boşalmasına sebebiyet verdi.
Belki de, Pınar İnandım ve Diren Özdoğal’ın tepeden gelen iki ışık altında yüzleştikleri bana göre pek önemli olması gereken sahne de, bu sebeple önemsiz bir karşılaşmaya dönüştü. Halbuki, oyunun başında Psikiyatrist rolündeki Pınar İnandım’ın morfin bağımlılığı ile ilgili anlatısı ve asker karakterindeki Diren Özdoğal’ın bu hikayeyi duyduğuna yönelik mesajı, ta en başından izleyiciyi ilerdeki yüzleşmeye hazırlamıştı.
***
Bunun dışında, genel olarak sahne üzerindeki oyunculukları beğendiğimi söyleyebilirim. Ancak, Pınar İnandım’ın oynadığı “morfin bağımlısı psikiyatrist” karakterinin ise tam olarak oturmadığını söylemek durumundayım. Karakterin morfin bağımlılığı, önem arz edebilecek bir detayken, sahnedeki karakterin bağımlılığı ve bağımlılığının kendisinde yaratabileceği olası çelişkiler üzerinde yeterince durulmadığını gözlemledim. Ek olarak, Diren Özdoğal’ın sahne performansını beğensem de, sahne kondisyonunu düşük buldum. Sahne üzerinde çok hareketli bir karaktere olmasının da katkısıyla, pek çok sahnede Diren’in nefes nefese kaldığını gözlemlemek mümkündü.
Bir kaç şey de afiş ve broşür ile ilgili… Oyunun afiş tasarımı zayıf olmuş. İnternetten hazır görsellerle hazırlanan afişin, görsel kalitesi o kadar düşük ki, el ve kuş tasarımında pixelleri tek tek saymak neredeyse mümkün. Öte yandan, oyun broşüründeki yazım hataları ise insanı delirtecek cinsten. Daha dikkatli olunması gerekiyor. Nitekim afişin alt-sağ kısmında görebileceğiniz web sitesi de yazım hatasından dolayı herhangi bir yere gitmiyor. Kıbrıs’ın kuzeyindeki devlet ait web siteleri ct.tr uzantısı ile bitiyor. “V” harfi yazım hatası…
***
Son Not: Devlet Tiyatroları’nın çıkardığı oyunları daha iyi pazarlayabilmesi gerek. Aylarca emek harcayıp sahnelenen oyunlar, kurumsal bir iletişim profesyoneli olmadığından dolayı, hak ettiği şekilde pazarlanamıyor. Tanıtım ve Pazarlama çalışmalarının Pınar İnandım tarafından yapıldığı oyun broşüründe yazıyor. Oyuncu statüsünde tiyatroya istihdam edilen bir kişinin, bilmek zorunda olmadığı bir görevle görevlendirilmesi ise ayrıca üzerinde düşünülmesi gereken bir nokta… Bu da, bir kaç hafta içinde oyunun seyirci sayısının düşmesine ve günün sonunda da “kıvama” ulaştığı için bitirilmesine sebebiyet veriyor. Oyun afişinin de bir oyuncu tarafından yapıldığı göz önüne alınırsa, ne demeye çalıştığım daha iyi anlaşılabilecektir diye düşünüyorum.
Oyun, Cuma günleri saat 20.00’de Lefkoşa’daki Atatürk Kültür Merkezi’nde sahneleniyor. Detaylı bilgi ve erken rezervasyon için 0392 228 71 91 numaralı telefondan tiyatroya ulaşılabileceği belirtiliyor.