Suriye iç savaşı altı yıldan uzun süredir devam ediyor ve bunu iklim değişikliği ile ilişkilendiren şu hikâyeyi (ABD eski başkan adaylarından Al Gore’un da dillendirdiği bir iddia) okudunuz belki: küresel ısınmanın da şiddetlendirdiği yoğun kuraklık, ülke içinde kırsal bölgelerden kentlere “kitlesel göçe” sebep oldu, bu da sonrasında iç çatışmaya dönüşecek olan 2011 ayaklanmasına katkıda bulundu.
Lina Eklund-Darcy Thompson | The Conversation
Çeviri | Serap Şen
Bu anlatı, kuraklık, göç ve çatışma arasında bir ilişki olduğunu varsayıyor ama bağlantı o kadar da net/kesin değil. İklime fazla vurgu yapınca, siyasi ve sosyoekonomik faktörlerin bir topluluğun çevresel gerilimden zarar görebilirliğini belirlemedeki rolünün gözden kaçırıldığı kaygısını taşıyoruz. Çatışma kuraklık olduğunda kaçınılmaz değil.
Suriye’de kuraklık ve kaynak yönetimi üzerine yaptığımız çalışmanın sonuçlarından biri bu oldu. Araştırmamızda, bu faktörlerin birbirleriyle alakalı olup olmadığını, bir alaka varsa nasıl olduğunu görmek için, popüler “iklim savaşı” iddiasını iki kısma ayırdık: kuraklıkla göç arasındaki bağlantı ve göç ile çatışma arasındaki bağlantı.
“Çevresel faktörlerin tetiklediği göç” fikrinin kendisinden başladık. Sorun şu ki, insanların yerlerini yurtlarını terk edip başka yerlerde fırsatlar aramasının ardındaki gerçek sebepleri belirlemek zor. Değişen çevre birçok başka faktörden biri olabiliyor ve illa ki en belirgini de olmayabiliyor. Örneğin taşınacak sermayeye sahip olmak önemli bir belirleyen, bu yüzden kuraklık karşısında ancak ekonomik olarak gücü olanlar taşınabiliyor.
Suriye örneğinde ise, yağış düşüşü veya mahsul yetişmemesi ile kırdan kente göç arasında bilimsel olarak kanıtlanmış hiçbir bağlantı yok. Kuraklık-göç bağlantısını kurmak için kullanılan kanıt Suriye hükümeti ile BM değerlendirme misyonları tarafından yayınlanan yerinden olma raporlarından geliyor. Zaman olarak çakıştıkları için iki olgunun bağlantılı olduğu iddia ediliyor.
İç savaş başlamadan önce Suriye’nin yeşil alanları. Jakob Fischer / shutterstock
Suriye’yi etkileyen kuraklık, 2006-2010 arasında birden fazla yıl süren şiddetli bir kuraklık olarak tanımlanıyor. Ama 2006, 2007, 2009 ve 2010’daki yağış seviyeleri hem Suriye genelinde hem de kuzeydoğudaki “ekmek sepeti” bölgesinde normale yakındı. Yani sadece 2008 gerçekten kurak bir yıl olmuştu.
Sadece 2008 gerçekten kuraklık yılıydı. CHIRPS 2.0
Kuraklık bir topluluk için yıkıcı olurken başka bir topluluğu etkilemeyebiliyor. Irak’ın Kürdistan bölgesi örneğin, Suriye ile aynı yağışsız dönemden etkilendi ama hiçbir kitlesel göç dalgası olmadı. Bir topluluğun kuraklıktan zarar görebilirliği kuraklığın kendisinden daha önemli.
Çeşitli faktörlerin bir araya gelmesinin sonucu olarak Suriyeli çiftçiler kuraklık karşısında özellikle savunmasız hale geldiler. Pamuk gibi susuz kalmış mahsulleri beslemek için aşırı su kullanımı toprağı kuruttu ve çoraklaştırdı. Suriye yönetimi de sulama pompalarında kullanılan yakıt ve ürünü pazara sürmek için verdiği sübvansiyonları iptal etmiş, bu ise bir gelir güvenliği ağı olarak işlev görmüş olan mikro-finans ağını ortadan kaldırmıştı. 2006’da onaylanmış olan ulusal kuraklık stratejisi yağışlar kesildiğinde hayata geçirilmedi.
Göçten çatışmaya
Suriye anlatısının ikinci aşaması, göçün şiddetli çatışmaya yol açtığı şeklinde. Bazı araştırmalar bir bağlantı olduğunu gösterse de öyle çok da kuvvetli bir bağlantı olmadığını gösteren kanıtlar da var.
Sadece göç akınlarının geçmişine ve bugününe baktığımızda bile şiddetli çatışmanın nadir olduğunu görürüz. Gerçekte ise göç aslında gelişmekte olan dünyada göç alan topluluklardaki sosyal ve ekonomik koşulları güçlendirebiliyor. Kentlere göç tek başına gelişmeye/kalkınmaya sebep olmasa da sürdürülebilir ekonomik kalkınma göçsüz gerçekleşmiyor.
Suriye’nin Duma şehrinde çiftçilik, 2017. Mohammed Badra / EPA
Dini, sosyal ve etnik entegrasyon da karşılıklı temas arttıkça gelişebiliyor. Ancak göç, kaynaklara ve hizmetlere yönelik rekabetin artması ve etnik ve demografik değişikliklerden kaynaklı gerilimler nedeniyle çatışmaya da sebep olabiliyor. Hedef bölgenin göçmenleri absorbe etme kapasitesi, insanların göçünün sürekliliği ve öncesinde zaten bir sosyal ve/veya siyasal istikrarsızlığın olup olmaması gibi faktörler, verili bir kentsel bölgede çatışma potansiyelini şiddetlendiriyor.
Suriye örneğinde, ülkenin kuzeyinde (Suriye’nin tarımsal ekmek sepeti), kuraklıktan en kötü etkilenmiş olan bölgelerden Şam, Hama ve Halep civar şehirlerine kitlesel bir çiftçi aileleri göçü oldu. Ancak bu göçün ayaklanmayı ve sonrasında da çatışmayı tetiklemedeki rolü kesin/açık olmaktan çok uzak.
İlk protestolar, ülkenin güneydoğusundaki Dera şehrinde, hükümet karşıtı yazılamalar yaptıkları iddiasıyla yakalanan bir grup gencin tutuklanıp kötü muamele görmesine tepki olarak patlak verdi. Yerel bir ayaklanma olarak başlayan şey, ülkede kökleşmiş sosyo-politik memnuniyetsizliklerin yıllardır kaynamakta olduğu diğer bölgelere yayıldı.
Bu olaylar silsilesinin altını çizdiği şey ise, çatışmanın, onlarca yıldır istikrarlı bir şekilde gelişmekte olan birbiriyle bağlantılı birden fazla faktörün birikimi olduğu. Kuraklık, göç ve çatışma karşılıklı olarak bağlantılı olabilse de bu bağlantılar kesin olarak kanıtlanmış değil ve Suriye örneğinde de ölçülmeleri zor.
Çok daha emin bir şekilde söylenebilecek şey ise, kuraklığın karşısında savunmasız olmanın getirdiği ekonomik zorlukların, devlet desteklerinin/sübvansiyonların kaybedilmesinin ve tarımsal gelirlerin kaybının, hükümet karşısında duyulan yaygın memnuniyetsizliğe gerçekten katkıda bulunmuş olması. Ve insanları muhalefete katılmaya ikna etmek için bu memnuniyetsizliğin kullanılmış olması.
http://theconversation.com/is-syria-really-a-climate-war-we-examined-the-links-between-drought-migration-and-conflict-80110