Çünkü “kurulu düzen” korkaktır.
Diye başladım.
Sonra aklıma başka korkaklıklar geldi.
Son tiyatro oyununda oyun başlarken hepimize önce kocaman aynalar tutmuştu, kendimizle yüzleşmemiz için. Yaşar Ersoy’un yüzleşmekle derdi olmaz, ama devletlilerin olabilir.
Mesela,
Yaşar Ersoy 22 Ocak’ta Afrika Gazetesi içinde taş yağmuruna tutulurken, sonrasında Afrika’ya karşı açılan davalarda korkusuzca gelip tanıklık ederken,
tanık kürsüsünden herkese “ders” verirken,
ifade özgürlüğü, sanat, tiyatro anlatırken,
bir de us ile fallus arasındaki derin anlamı bir tiyatro sahnesindeki gibi gür sesiyle mahkeme salonunda haykırırken,
susanlar,
konuşmayanlar,
katılmayanlar,
yani korkaklar,
bugün çıkmış ifade özgürlüğünü, sansüre karşı direnişi veya demokrasiyi savunuyorlar.
Hayatında gazete okumadığını söyleyen, Kutlu Adalı’yı tanımayan, bu ülkede yaşadığını zanneden zihniyete karşı aylarca süren bir sabrın içinde Yaşar Ersoy da vardı.
Ama siz yoktunuz.
Biliriz. Koltuklar tahtadan yapılır,
kuklalar tahtadan,
Prometheus’un tuttuğu ateşin odunu tahtadır,
Nemrud’a odun taşıyan katırlar sırtlarında aslında ateşi de taşır, koltuk-tahta ilişkisi anlayacağınız.
Sorarım şimdi:
Bu kadar değerli miydi sizin için susmak,
içimiz yanarken?
Hülasa, dün ateşe gözünü kapatanların Nemrud’a odun taşıyan katırlardan farkları yok,
Üniversite dekanları AİHM kararları bizi bağlamaz derken, akademik ünvanlarıyla susanların yine farkları yok.
Yaşar Ersoy mahkeme kapısında tanıklık için beklerken alın teri dökmüştü. Sonra o alın terini alıp salona girmiş ve salonun içinde uzun uzun sorgulanırken de gözleri bizi alıp utanca ve vicdana götürmüştü. Tarihin utancına.
Davet etmişti herkesi, o müstehzi bakışlarıyla saçma sapan bir davanın tiyatro sahnesindeydi artık.
Avazı çıktığı kadar bağırıyordu.
Bilmeyenler için fallus nedir halk dilinde söyleyebilirim demişti. Ben söyleyin bu davanın tutanaklarına girsin demiştim, tutanakları devletliler okuyacaklar elbet. Yanıt vermişti. Sömürgeden kalma duvarlara kazındı o kelimeler, tam da Lefkoşa’nın orta yerinde, yeşil hatta yakın, dünyaya uzak bir gerçeklikte.
Traji-komik bir oyun oynanıyordu ve Kafkaesk bir bit pazarında ne oluyorsa oluyordu.
Olanlar bize oluyordu.
Gördük biz.
Ama siz yoktunuz.
Devletlerarası hassasiyetlerinizi, imzalayacağınız paketleri, atayacağınız partilileri, bir sonraki ziyarette el sıkışacağınız kirli elleri düşünüyordunuz, bu ülkeyi koltuklarınızdan kolluyordunuz.
Bu toplumun hizmetlisi olarak oturduğunuz o koltuklardan.
Susuyordunuz.
Şimdi kalkmış sansüre karşı sahte direnişlerinizi gösteriyorsunuz. Ne kadar yaman çelişki böyle, bir Ahmet Kaya şarkısı gibi, “dostum dostum güzel dostum, bu ne yaman çizgidir bu, bu ne çıldırtan denge, yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe”.
İfade özgürlüğü ona, buna, bana göre değişmez. Senin devrine göre hiç değişmez. Kendini essahlı bir devlet gören devletlilerden, devletin patron olduğunu söyleyecek kadar arsızlaşmış, aslında hukuka göre başbakan değil toplumun başhizmetçisi olan kişilerin zihniyetine karşı siyasi duruşun da döneme göre değişemez.
Dün ifade özgürlüğü mücadelesi için ne yaptığını gördük, oradan bakınca yarına verdiğin teminatı da görüyoruz.
Sıra size gelince yine de bilin,
biz sizin ateşinize odun taşıyan katırlardan olmayacağız.
Bu ülke Yaşar Ersoy’ların ışığına muhtaç,
direnişine ve öfkesine!
Ve umuduna, hâlen sizler varken,
kaldıysa.
Sosyal Medya