Sendikacı arkadaşımız, DEV-İŞ federasyonuna bağlı EMEK-İŞ Başkanı Koral Aşam, geçen gün Gazedda Kıbrıs’ta yayınlanan makaleme yönelik olarak bir cevap yazdı. Çok teşekkür ederim. Benim görüşlerim de ektedir.
Koral Aşam yazısında şu ifadeyi kullanıyor: “En başta mevcut Kıbrıs Türk Sendikalarının emek mücadelesinde bazı zafiyetlerinin olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Fakat bu zafiyetleri temel olarak sendikacılara havale etmenin zafiyetlere yüzeysel bakmakla alakalı olduğunu düşünürüm.”
Mesele şu ki sevgili Koral Aşam, sendikacıların zafiyetleri o kadar büyük ki diğer sorunlar artık görülmez olmaya başladı. Bu doğaldı, bunu öngördük, bunu yazdık ve dillendirdik. Eğer bir yönetici uzun süre görevde bulunursa örgütü onun karakterine tümden bürünür. Bir örgüt o insana dönüşmeden, o yönetici görevinden ayrılmalıdır. Bazı zafiyetler derken bu zafiyetlerin büyüklüğünü ve uzun süredir etkisini gösterdiğini de unutmamak veya bir kez daha altını çizmek gerekir.
Koral Aşam, belli ki haklı olarak, şu tespitte bulunuyor: “Sendikal örgütlenme modeli olarak dayatılan mevcut sistem ve yasalar, en azından benim bildiğim dünyanın hemen hiçbir yerinde örneği olmayan, işyeri bazında örgütlenme modelidir.”
Bu ifadeler bana çok açık gelmese de, profesyonel sendikacılık yapan ve ciddi bir geleneğin temsilcisi olan Aşam’a itiraz edecek değilim. Ama itiraz yerine sormak istediklerim var: Peki “böl ve yönet politikaları ile paralel oluşturulan” diye ifade ettiğiniz bu düzeni aşmanın yolu yok mu? Sendikacılar ve sendikalar birleşmek istedi de bunun önünde yasal engel mi oluştu? Hayır. Böyle bir şey yok sevgili Koral Aşam. Mesele bugünkü sistemin, yani sizin değerlendirmenizle, böl ve yönet modelinin, başta sendikacıların işine gelmesidir. Tavuk-yumurtanın öncelik rekabetine girmeye elbette gerek yok ancak en azından eğitim sektöründe beş ayrı sendikanın olmasının bir sistem sorunu değil, doğrudan sendikacıların kişisel zafiyetleri sorunu olduğunu görmek lazım. Elbette sistem bizi küçük örgütlenmelere zorluyor. Ama bu zorlamanın aşılamaz oluşu kanaatine varmamamız gerektiğini göstermiyor.
Koral Aşam cevabında zümre örgütlemelerini, DEV-İŞ tecrübesini anlatıyor ve yine haklı bir şekilde şu öneride bulunuyor: “[DEV-İŞ] Yıllardır özel sektörde Sektörel (İşkolu bazında) Toplu İş Sözleşme düzenini savunmaktadır.”
Bu çok doğru ve yerinde bir tespittir. Ancak Koral Aşam bunun neden olmadığını, benim anladığım, mevcut sisteme bağlamaktadır. Bence bu noktada ciddi şekilde yanılmaktadır. Yine eğitimden yola çıkalım. Eğitim işkolunda sendikal birlik sağlanıp işkolu toplu pazarlık ve toplu iş sözleşmesi talep edildi mi? Hayır, sevgili Koral Aşam, edilmedi. Peki İşkolu sözleşmesi ile işkolunun tümüne hakim BİR, TEK, YEKPARE bir sendikanın işkolunda 4 adet toplu pazarlık yapması veya toplu iş sözleşmesi imzalaması arasında pratik, somut bir fark var mıdır? Hayır yoktur. Peki her ikisinin de olmamasındaki neden nedir? Nedeni sendikalardaki hâkim, “küçük prenslik” sistemidir. Lütfen bunu görelim. Bu hakikatin kendisidir. Mesele sistemden çok sistemin elemanlarının davranışlarıdır. Bugün aynı işkolunda sendikaların zümreler arası rekabeti olmasaydı veya aynı işkolunda aynı zümredeki sendikal rekabet olmasaydı bugün işkolunda toplu pazarlık veya toplu iş sözleşmesi hakkı fiilen veya pratikte uygulanır olacaktı.
Koral Aşam güç birliği önerime katıldığını ancak bunu sağlamak için sendikaların kapatılması yerine güçlerini birleştirmenin yeterli olacağını söylüyor. Öncelikle Aşam’ın önerisinin bu ülkede denendiğini ve başarısız olduğunu söylemem gerekiyor. Bu ülkedeki sendikal dayanışma ve güç birliği 4 bildiri yayınlamanın ötesine geçemeyecek kadar yüzeyseldir. İşbu durum tecrübeyle sabittir.
Aşam ayrıca “Bu birlikteliği oluşturmak için mevcut sendikaları kapatıp tek çatı altında birleştirmek hem gereksiz hem de imkânsızdır. Dünyada yüksek temsil gücünü oluşturmak için hiçbir sendika bu yönteme başvurmamaktadır” ifadelerini kullanmaktadır. Bence bu ifadeler oldukça iddialıdır ve aslında gerçeği de yansıtmamaktadır. Dünyada sendikaların birleşmesi her gün yaşanan bir olgudur. Sadece işkolu değil, işkolları arasında da birleşmeler sağlanmaktadır: Metal işçileriyle öğretmenler bir federasyonda, okul hademeleri ile üniversite profesörleri bir sendikada birleşmektedirler. Bırakın bunun “dünyada başvurulmadığının” doğru olmadığını, son 50 yılda dünya sendikacılığında TEMEL eğilim bu yöndedir. Dahası var. Bu sadece güç birliği amacıyla değil, sendikal bürokrasinin azaltılması, daha profesyonel ve hızlı tepki gösterilmesinin sağlanması amacıyla da yapılmaktadır. Almanya, ABD, Birleşik Krallık, Fransa, Rusya, Avusturalya buna iyi bir örnektir.
Kaldı ki ülkemizin küçük yapısının da dikkate alınması gerekmektedir. Toplam 10 bin çalışanı olan eğitim sektöründe 5 ayrı sendikanın, beş ayrı bina, 3 ayrı banka, 5 başkan, toplam 100 yönetim kurulu üyesi ile faaliyet göstermesinin açıklaması da olamaz, işkoluna faydası da görülemez. Yapmamız gereken bu gücü birleştirmek, yönetici sayısını azaltmak, alanında uzman kişileri istihdam etmek, mali güçleri birleştirerek artırmaktır. Milyonlarca Alman, Birleşik Krallık eğitimcisini veya işçisini işkolu toplu pazarlıklarında tek bir kişinin temsil etmesi bir tesadüf değildir, sevgili Koral. Bu bir gerekliliktir, güçlerin birleştirilmesidir.
Nasreddin Hoca’ya ait olduğu söylenen bir lafı hatırlatmak isterim: “Dağ Muhammet’e gelmezse, Muhammet dağa gider.” Eğer sistem bizi zümreci örgütlenmeye zorluyorsa biz bu sistemi aşmanın yolunu bilmeliyiz, bulmalıyız, denemeliyiz. Önce sendikaları birleştirelim, sendikacı sayısını azaltalım, sendikacı ismine yeniden itibar kazandıralım, sendikacılığın normlarını belirleyelim sonra işkolu için mücadele ederiz. Aksi takdirde rejimden lütuf bekler duruma düşeriz. Aksi takdirde, yani bugünkü küçük prenslikleri sürdürdüğümüz durumda bizi daha çok bölerler ve yönetirler.