“KKTC Su Temin Projesi” boru patlamasıyla bir kez daha gündeme geldi. Bu projeyle adada özelleştirme ve maaliyetin halka ödenmesinin gündeme geldiğini belirten Ekonomist Mertkan Hamit, “Gelinen noktada bunun bir bağımlılık projesi olduğunu biliyoruz” dedi.
Mezopotamya Ajansı’ndan Hamdullah Kesen’in haberine göre, AKP’nin asrın projesi olarak gösterdiği, “KKTC Su Temin Projesi” kapsamında döşenen boruların 250 metre derinlikteki patladığı 8 Ocak tarihinde ortaya çıktı. Mersin’in Anamur sahilinden 5 mil açıkta patlayan su boruları deniz yüzüne çıktı. 1,6 milyar TL’ye mal olan proje 5 yıl sonra patlak verdi. Proje kapsamında, Türkiye ile kktc arasına 80 kilometrelik askılı boru sistemi kuruldu. Borular, denizin 250 metre altından şamandıralar ile bağlandı ve ilk su Eylül 2015’te Ada’ya ulaştı. Türkiye’den gelen su arıtma tesisinden geçtikten sonra Devlet Su İşleri’nin (DSİ) yaptığı kktc tarafındaki Geçitköy barajına boşaltılmaya başladı.
‘Herhangi bir su sıkıntısı yok’
Tarım ve Doğal Kaynaklar Bakanı Dursun Oğuz, Türkiye’den su taşıyan borunun kopmasının hemen ardından onarım çalışmalarının başladığını belirtti. Oğuz, herhangi bir su sıkıntısının yaşanmadığını ve 20 milyon metreküp su bulunduğunu kaydetti.
TC Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, Türkiye ile kktc arasında 81 kilometrelik isale hattında kopukluk gözlemlendiğini belirterek su akışının aksadığını aktardı.
Bakan Bekir Pakdemirli, “KKTC Su Temin Projesiyle” ilgili Mersinde açıklama yaptı. Bakan Pakdemirli, “Nihai neticeyle beraber de bu işin ne kadar sürebileceği hakkında bir fikre sahip olacağız. Ben arkadaşlara bir aya kadar bu işi çözmelerine dair talimat verdim. Henüz nedeni belli değil ama bir çıkma olduğu gözleniyor. Bildiğiniz üzere bu iş aynı köprü teknolojisi gibi.”
“KKTC Su Temin Projesi”nin en önemli projelerinden bir olduğunu ifade eden Ekonomist Mertkan Hamit, bu projeye dair Ada’da su platformu kurulduğunu kaydederek, “Bunun sadece insani bir dayanışma projesi değil aynı zamanda Kıbrıs ile Türkiye arasındaki kolonyal ilişkileri perçinlediğine yönelik de yaklaşımlar bu dönemde ifade edildi” dedi.
‘Sağlıklı bir su kaynağı yok’
Garanti Antlaşmasına değinen Hamit, “Her ne kadar bu antlaşma adanın ilhak yada taksimini yasaklıyorsa da, Yunanistan’ın ilhak girişimine karşı askeri bir güç kullanmış ve adanın defacto taksimine yönelik adım atmış. Ancak sadece kuzeyini kendine bağımlı hale getirmiş, güneyi ise bağımsız bir devlet olarak hayatına devam etmiştir. Adanın defacto bölünmesi ile birlikte Kuzey Kıbrıs ile Türkiye Cumhuriyeti arasında bir ekonomik paradigma oluştu. Bu tek yönlü bir bağımlılık yarattı. Özellikle son yıllarda bu bağımlılık ilişkisi AKP’nin neoliberal ve yayılmacı politikaları ile çok daha farklı bir niteliğe erişti. Bunların mihenk taşlarından biri de adaya su getirilmesi üzerinde gerçekleşti. Kıbrıs’ın kuzeyinin sağlıklı bir su kaynağı bildiğiniz gibi yok. Genelde temiz suyu kuyulardan veya yağmur suyunu biriktirdiği göletlerle topluyor. Bu su kalitesinin düşük olduğu söyleniyor. Bunun dışında bir iki noktada deniz suyu arıtma tesisi de var” şeklinde konuştu.
‘Sömürgeci politikaların bir yansıması’
Bu projeyle birlikte su kaynaklarının özelleştirilmesinin gündeme geldiğini projenin maliyetlerinin halka ödetildiğini söyleyen Hamit, su fiyatlarının da bu projeyle birlikte arttığını söyledi.
Projenin mühendislik olarak önemli bir örnek olduğunu ancak yarattığı ekonomik ilişki biçimiyle Kıbrıslı Türkleri dezavantajlı pozisyona sokacak nitelikte olduğunu vurgulayan Hamit, “Yeraltı su kaynaklarını koruyalım derken, bu sefer olduğu gibi su kaynaklarımızın yönetiminde etkisiz eleman haline geldik. Bu bildiğiniz sömürgeci politikaların bir yansıması. Sözde iki kardeş topluluk, milliyetçilere göre ana yavru olduğumuz dile getiriliyor. Ancak burada ananın yavruyu kordonundan koparmadan yaşamasına zorladığı bir mutant yaratıldı. Su bunun mihenk taşlarından biridir”
‘Maliyet ceplere yüklenecek’
Denizin 5 farklı noktasında arıtma tesisi kurulmasına yönelik bir proje de Avrupa Birliği tarafından gerçekleştirilmek istendiğini belirten Hamit, “Bir şekilde danışman firmaların ortaklarından birinin ‘Kıbrıslı Rum olduğu’ iddia edilerek dönemin Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nun TC ile istişaresiyle bu konu iptal etmişti. Denizden su arıtarak sağlıklı su kaynağını 5 milyon Euro’ya ve toplumun cebinden para çıkmadan kendi kendine yeter nitelikte yapmak mümkünken, çok daha çılgın bir proje yapıldı ve şimdi sorunlar yaşıyoruz. Bu sorunlar yapılan masrafların tümünün boşa gitmesine mi neden olur yoksa ufak tefek bir arıza mıdır ben bilemiyorum. Ancak, gelinen noktada bu projenin bir bağımlılık projesi olduğunu biliyoruz. Bu bağımlılık projesinin görkemini koruması için Türkiye’deki iktidarın Anadolu insanının veya Kıbrıslı Türk toplumunun cebine yüklenme ihtimalinden çekiniyorum” ifadelerini kullandı.