Ömer Naşit: “Kıbrıslı Türkler daha önce hiç olmadığı kadar yozlaşmış ve çürümüş bir yapı içinde”
“Ekonomik kriz ciddi bir siyasi sorunumuz olduğunu ortaya çıkarttı”
“Özel sektör emekçisinde meşruiyetiniz yoksa o mücadeleyi kazanmanız zor”
“Tünelin ucunda hiç ışık oldu mu ki?”
“Sendikacılığın geleceği özel sektörde”
“Sendikal Platform gerekirse lağvedilmeli”
Ekonomik kriz, kriz karşısındaki siyasal acizlik ve sendikal yetersizilik… Son aylarda yaşadıklarımız krizin sadece ekonomik değil, siyasal, toplumsal ve aynı zamanda bireysel de olduğunu görüyoruz. Toptan bir varoluş krizi yaşıyoruz aslında.
Gazeddakıbrıs olarak yaptığımız haber ve röportajlarla yaşadığımız süreci sorguluyor bir yandan da anlamaya çalışıyoruz.
Ömer Naşit. DEV-İŞ’e bağlı ve yoğunlukla belediyelerde örgütlü Devrimci Genel-İş Sendikası’nın başkanı. Gazeddakıbrıs’a ekonomik krizden, sendikal kriz ve meşruluk kaybına kadar pek çok konuda önemli açıklamalarda bulundu.
Röportaj: Hasan Yıkıcı
“Ekonomik kriz ciddi bir siyasi sorunumuz olduğunu ortaya çıkarttı”
Krizin tüm toplumsal kesimleri ama özellikle de işçi ve emekçi kesimleri daha çok vurduğunun altını çizen Ömer Naşit, siyasetin kriz karşısında yetersiz ve etkisiz olduğunu vurguladı. İnsanların siyasetin üretebileceği ve kriz karşısında toplumu korumaya yönelik herhangi bir ortam göremediğini ve bunu da ciddi bir güvensizlik ile kabullenememe sonucu doğurduğunu kaydeden Naşit şöyle konuştu: “Memleketin en kötü zamanında, ekonomik anlamda ciddi darboğazda olduğunuz bir dönemde ülke siyaseti size bir yol çizemiyorsa, o zaman ya siyasi bir hükümet yaratmanın bir anlamı yok ya da varolan siyasi partilerin bu anlamda kapasitesi yok. Bu da artık yeni hareketlere ihtiyaç var demektir. Çok nettir ki bu ekonomik kriz bizlere ciddi bir siyasi sorunumuz olduğunu ortaya çıkarıyor.”
Kıbrıslı Türkler daha önce hiç olmadığı kadar yozlaşmış ve çürümüş bir yapı içinde
“İşin daha üzücü tarafı ise Kıbrıs Türk Toplumunun daha önce hiç olmadığı kadar yozlaşma ve çürümüş bir yapı içinde olduğunu görüyorsunuz” şeklinde konuşan Naşit, insanların gittikçe bireyselleştiğini ve kendi dar çıkarları uğruna yaşar hale geldiğini ifade etti: “İnsanlar, yaşanılan tüm bu olumsuzluklardan bireyselleşmiş, kendi çıkarını korumak adına yaşayan, toplumsal anlamda herhangi bir hareket göstermeyen, az üretip çok kazanmak isteyen bir yapı haline bürünmüş. Bu hal ve yapının seçtiği ve bizlere sunduğu siyasi yapıları da görüyoruz hep birlikte.”
Tünelin ucunda hiç ışık oldu mu ki?
Tünelin ucunda ışık görebiliyor musun sorusuna ise Ömer Naşit, “Tünelin ucunda hiç ışık oldu mu ki?” sorusuyla karşılık verdi. Naşit, “1974 den sonra kurulmuş bu adaletsiz düzende, ganimet sisteminde, memleketin parsel parsel bölüşüldüğü, maddi kaynakların hoyratça kullanıldığı, 30 yaşında insanların 30 seneden emekli çıkarıldığı, şimdi ise bütün faturasını biz yeni neslin ödediği, 2008 den sonra çalışmaya başlayanların 60 yaşında emekli olacağı, 2011 den sonra işe başlayan kamu çalışanlarının daha düşük maaş aldığı, asgari ücretin 350 euro civarında olduğu bu ülkede ne zaman tünelin ucunda ışık olmuş ki” şeklinde konuştu.
Sendikacılığın geleceği özel sektörde
Sendikaların başarlı bir dönemden geçmediğinin altını çizen Naşit, “yüzümüzü samimi bir şekilde özel sektör emekçilerine dönmedikçe bu güvensizlik hep olacak, çünkü toplum dediğimiz artık onlar” şeklinde konuştu.
Kamu odaklı sendikacılığın artık toplumun geniş kesimlerini kapsamadığını, 100 bine yakın özel sektör emekçisi yokmuş gibi sendikacılık yapılamayacağını kaydeden Naşit, “iddiamız toplumsal muhalefet sendikacılığı ise eğer, özel sektör emekçilerini yanımıza almadan, birlikte yürümeden, onlara kendinizi anlatmadan, kamudaki örgütlülüğümüz de ister istemez zarar görecektir. Sokakta kamu için yürüttüğünüz mücadelenizde özel sektör emekçisinde meşruiyetiniz yoksa o mücadeleyi kazanmanız zorlaşacaktır” dedi.
Sendikal Platform gerekirse lağvedilmeli
Özel sektörde örgütlenmek için sendikaların güçlerini birleştirip bir konfederasyon kurmaları gerektiğini vurgulayan Naşit, bunun önündeki en büyük engelin de artık Sendikal Platform olduğunu söyledi. Naşit şöyle konuştu: “Bunun yaratılmasının önündeki en büyük engel Sendikal Platform olmaktadır. Ya Sendikal Platform bu yapıya dönüşmek adına planlı bir geçiş dönemi olmalıdır ya da Sendikal Platform kendini lağvetmelidir. Son yaşadığımız eylemler, sendikal platform toplantıları bize 2011’de başlayan o sürecin tükendiğini gösteriyor”
İşte Ömer Naşit ile yaptığımız röportaj:
1- Neredeyse herkesin esas gündemi kriz. En azından kriz hayatın temelini sarsmış durumda. Bir işçi sendikasının, Devrimci Genel İş’in başkanısınız. Sürekli işçilerle temas halinde, iletişimdesiniz. Kriz sizin hitap ettiğiniz kesimleri, işçileri nasıl etkiledi gözlemleriniz nelerdir?
Krizin etkileri kendini derin bir şekilde hissettiriyor. Sendikamız özellikle 10’u belediye olmak üzere 14 iş yerinde örgütlü. Tabii yaptığımız ziyaretlerde üyelerimizin ana gündemi ekonomik kriz ve gerçekten çok zor bir dönemden geçtiklerini görebiliyorsunuz. Aslında bu hepimiz için böyle, hayatın her alanında kendi yaşadığınız hayat standartlarının altına düşmek zorundasınız. Bu da insanlarda sosyal anlamda ciddi bir etki yaratıyor. Bugün büyük, güçlü dediğimiz belediyelerde dahi maaş olmasa da diğer yan hakların, ek mesailerin aksadığını görüyoruz. Küçük belediyelerde artık maaş ödemelerine dayanmış zorluklar baş gösteriyor. Maalesef önümüzdeki dönemde Ağustos ayında yaşanan döviz yükselişinin etkisini daha da hissedeceğiz. Bu da çalışanların yaşam koşullarının daha da kötüleşeceğini gösteren bir tablo. Ama örgütlü çalışanların en azından alım güçlerini mümkün olduğunca koruyan hayat pahalılığı ödeneği var. Dolayısıyla krizin etkileriyle birlikte ikinci sıradaki gündem de çalışanlar arasında hayat pahalılığı oluyor diyebiliriz.
2-Krizden sonra insanlarda ne gibi değişimler gördünüz? Krizin başladığı ilk günlerdeki gibi bir panik havası yok gibi. Kabul mu ediyoruz?
Evet, sokağa baktığımızda bir panik havası yok, buna ben kabullenmeden çok alışkanlık olarak bakıyorum. Çünkü Kıbrıs Türk Toplumun, tarihe baktığımız zaman “TL” kullanmaya başlandığı süreçten beri ortalama her 10 senede bir “ekonomik kriz” ile uğraşmak zorunda. 2001 krizinden sonra Türkiye’de yaşanan kriz sonrası dönem, bizdeki Annan Planı sonrasında ki inşaat odaklı ekonomik kalkınma, 2008’de ABD’de ki krizden sonra gelişmekte olan ülkelere yapılan dış yatırımlar… Bunların hepsi bize 2014 yılına kadar bir refah sürecini yaşattı. 2014’den sonraki gelişmeler, hem ABD’nin faiz artırımı süreci hem de Türkiye’de yaşanan gelişmeler, Suriye politikaları, bu günlerde yaşadığımız krizin habercisiydi.
Bu kriz yaşanması ile birlikte insanlar 2000’lerin başında, 94’te yaşadıklarını anımsadıklarını hatta onunla bu krizi karşılaştırdıklarını görüyorsunuz. Dolayısıyla bu krizi kabullenemeyen, anlayamayan, isyan eden ise şu anda 30’lu yaşlara gelmiş, ekonomik hayatın içine yeni giren bizim kuşak diyebiliriz. Bunun bir kader olarak algılanması bizim kabul edebileceğimiz bir şey değil. Ve özellikle de yaşadığımız ülkenin olmayan bir krizini yaşıyoruz. Bu noktada siyasetin üretebileceği ve kriz karşısında sizi koruyabileceği herhangi bir ortam göremiyorsunuz. Bunu kabullenmek mümkün mü? Memleketin en kötü zamanında, ekonomik anlamda ciddi darboğazda olduğunuz bir dönemde ülke siyaseti size bir yol çizemiyorsa, o zaman ya siyasi bir hükümet yaratmanın bir anlamı yok ya da varolan siyasi partilerin bu anlamda kapasitesi yok. Bu da artık yeni hareketlere ihtiyaç var demektir. Çok nettir ki bu ekonomik kriz bizlere ciddi bir siyasi sorunumuz olduğunu ortaya çıkarıyor.
İşin daha üzücü tarafı ise Kıbrıs Türk Toplumunun daha önce hiç olmadığı kadar yozlaşma ve çürümüş bir yapı içinde olduğunu görüyorsunuz. İnsanlar, yaşanılan tüm bu olumsuzluklardan bireyselleşmiş, kendi çıkarını korumak adına yaşayan, toplumsal anlamda herhangi bir hareket göstermeyen, az üretip çok kazanmak isteyen bir yapı haline bürünmüş. Bu hal ve yapının seçtiği ve bizlere sunduğu siyasi yapıları da görüyoruz hep birlikte.
Kıbrıs Türk Toplumu kendi yaşadığı topraklara sahip çıkmalı, siyaset üretmeli, toplumsal davranmalı, üretmeli, sorgulamalı, araştırmalı aksi halde her 10 senede ki kaderciliğimizle, her gün göç eden oğullarla, kızlarla, torunlarla yüzleşmek zorunda kalacağız.
3-Tünelin ucu ne alemde?
Tünelin ucunda hiç ışık olmuşmuydu ki şimdi karanlık oldu diye soruyorum bende, 1974 den sonra kurulmuş bu adaletsiz düzende, ganimet sisteminde, memleketin parsel parsel bölüşüldüğü, maddi kaynakların hoyratça kullanıldığı, 30 yaşında insanların 30 seneden emekli çıkarıldığı, şimdi ise bütün faturasını biz yeni neslin ödediği, 2008 den sonra çalışmaya başlayanların 60 yaşında emekli olacağı, 2011 den sonra işe başlayan kamu çalışanlarının daha düşük maaş aldığı, asgari ücretin 350 euro civarında olduğu bu ülkede ne zaman tünelin ucunda ışık olmuş ki. Ya da uluslararası hukuğun olmadığı, kumarhanalerin, gece kulüplerinin hüküm sürdüğü, uyuşturucu ve kara para aklamanın önemli noktası olan bu çarpık düzende ne zaman ışığı gördük ki? Belki 2004 referandumunda bir anlık parlama yaşanmış olabilir, onun dışında en azından ben o tünelin ucunda ışık görmedim. Kıbrıslı Türkler uluslararası bir hukuğun parçası olmadığı müddetçe, toplum olma olgusu yerine ahbab-çavuş ilişkilerini koruma mekanizması olduğu müddetçe, adaleti vatandaşın hissetmediği müddetçe, yolsuzlukların cezalandırılmadığı, şeffaf olunmadığı müddetçe de o ışık hiç görünmeyecektir. Ürettikçe, teknolojiye uyum sağladıkça, sorgulayan bir nesil yarattıkça, android’de trend olan bir uygulamayı bir Kıbrıslı Türk yaptıkça, ya da bir akıllı telefonun işlemcisi üretildiği zaman, ya da yediğimizi meyve, sebzenin ne olduğunu bildiğimiz gün, kısacası yaşam kalitemizi en üst düzeye çıkaracak bir yönetim anlayışıyı gördükçe de o ışık artacaktır, görünecektir.
4-Kıbrıs’ın kuzeyinde bir işçi mücadelesinden veya daha doğrusu nasıl bir işçi mücadelesinden bahsedebiliriz? Sizlerin hayatında sendikal mücadele ekseninde en çok hangi sıkıntılar ve başlıklar öne çıkıyor?
Tabii işçi sınıfının mücadelesi her zaman onur duyulacak bir mücadeledir. Tarihsel süreçlere baktığımızda, maden grevleri, sanayi holding, hep onur duyulacak, göğsümüzü kabardacağımız mücadelelerdir. Ama sanırım şu aralar o kadar da başarılı bir dönemin içinden geçmiyoruz. En önemlisi olaylara toplumsal bakış açısı değişiyor. Özellikle örgütlü olduğumuz belediye işçilerinde ortak bir mücadele hattı çok zor yaratılıyor. Yukarda bahsettiğim bireyselcilik iş hayatına da yansımış pozisyondadır. Maddi konular dışında, yaşadığımız toplumsal sorunlarda maalesef çalışanları ortaklaştırmak çok zor. Bir de bunların ötesinde dünyada artık eskisi gibi topluca fabrikalarda üretim yapan bir yapı ortadan kalkıyor. Bugün örgütlü olduğumuz bir özel çimento fabrikasında teknolojik ilerlemelerle neredeyse personel sayısı yarı yarıya azaldı. Ya da örneğin federasyonumuza bağlı Emek-İş sendikasında örgütlü arıtma tesisinde çalışanların ana görevi otomasyon sistemini denetlemek oluyor. Dünya’da artık insansız çöp toplayan araçlar üretiliyor. Bu tip durumlar bireyciliğin, bireyselliğin daha da artmasını getirecek. Bu noktada bizlerinde sendikal mücadele yapımızı değiştirmemiz gerekiyor. Farklı alternatifler üzerinde durmalı, örgütsel mücadele zemini de klasik eylemlerin dışına çıkmalı belki de. Teknoloji alanında kendimizi geliştirmeli uyum sağlamalıyız. Bu noktada yargı süreçlerinin iş uyuşmazlıklarında ciddi anlamda hızlanması gerekmektedir. Bir de tabi bu Toplu Sözleşme düzeni değişmelidir. Bize özgü işyeri bazlı bir toplu sözleşme düzenimiz var. Bu sebeple de bir işyerinde %50+1 hangi sendikayı istiyorsa geriye kalan %49 da onlara uymak zorunda. Bu da ciddi bir sıkıntı bence, o anda siz zaten çalışanları ikiye bölüyorsunuz. Oysa güneyde olduğu gibi sektörlerde bazında imzalanacak toplu sözleşme ve bunları takip edecek denetleyecek işyerlerinde birden çok sendika olmalı. Bu uzun yıllardır güneyde işliyor. Aksi halde çıkmazlarımızı aşmak gerçekten çok zor olacaktır.
5-Sendikalara dair hem anketlere yansıyan hem de kamuoyunda çok net hissedilen bir güvensizlik ve hınç var. Bunun nedenleri nelerdir? Sendikal bir krizden bahsedebilir miyiz? Sizce bu durum nasıl değişir?
Elbette ortada bir sorun var demektir. Bununla ilgili olarak sendikal mücadeleden rahatsız olan bir sürü faktör sayabiliriz ama sadece onların yapabileceği bir sonuç olduğuna inanmak kendimizi kandırmaktır. 70’li yıllardan beri kendi sınıflarımızın çıkarları mümkün olduğunca iyi koruduk, geliştirdik zaman zamanda siyasi popülizmden yararlandık. Bunun sonucunda da büyük bir orta sınıfın örgütleyicileri olduk. Bu uzun yıllar böyle gitti. Devlette çalışanların sayısının özel sektör çalışanlarını geçtiği dönemlerde bunlar sorun olmadı. Ama son 10 yıldır, devlet istihdam politikalarından çekildi. Dolayısıyla özel sektör de ciddi bir çalışan nüfusu var. Bu sayı 100 bine yakın bir durumda. Bu insanlar örgütsüz, güvencesiz, en az 10-12 saat çalışıyorsa, bir diğer taraf ise özel sektöre göre daha iyi bir maaş ve haklara sahipse -ki örgütlü bir yaşamın ürünüdür aslında iyi çalışma koşulları- ortada bir sorun vardır. Bu da sendikaların yani emeğin örgütlerinin büyük bir kitleye sırtını dönmesi olarak algılanıyor artık. Belki de bu konuda en çok mücadele veren, bedel ödeyen sendika DEV-İŞ’dir. Ama biz bile yetersiz pozisyondayız diyebilirim. Bunun yolunu bulmadıkça, yüzümüzü samimi bir şekilde özel sektör emekçilerine dönmedikçe bu güvensizlik hep olacak, çünkü toplum dediğimiz artık onlar. Kamu her geçen gün küçülecek, planlanan bu. Dolayısıyla özel sektör büyüyecek, şu anda önümüzde bir çok engel var kabul ediyorum ama iddiamız toplumsal muhalefet sendikacılığı ise eğer, özel sektör emekçilerini yanımıza almadan, birlikte yürümeden, onlara kendinizi anlatmadan, kamuda ki örgütlülüğümüz de ister istemez zarar görecektir. Sokakta kamu için yürüttüğünüz mücadelenizde özel sektör emekçisinde meşruiyetiniz yoksa o mücadeleyi kazanmanız zorlaşacaktır. Bunu aşamazsak toplumdaki algımız ticaret odası, sanayi odası, çiftçiler veya hayvancılar gibi küçük çıkar grupları algısına dönüşen bir kamu örgütlülüğümüz olur ki işte o zaman bizi gerçekten kötü günler bekler demektir.
6-Sendikalar bugün yoğunluklu olarak orta sınıf kesimlerde örgütlenmiş durumda. Fakat gittikçe genişleyen ve büyüyen güvencesiz, ne gelecek ne şimdi garantisi olan özel sektör çalışanları, yeni işçi sınıfı da var. Bu kesimlerin neredeyse hiç temsiliyeti, örgütlüğü yok. Bu kesimin hem siyaset hem de toplumsal-sendikal mücadele üzerindeki etkisi, sendikaların ve siyaset kurumunun da bu kesim üzerindeki etkisi nedir?
Biraz değindik aslında, çünkü güvensizliğin temel kaynağı toplum demektir. Toplumun ciddi bir oranı özel sektör çalışanları ise ve sendikaların söylemden öte onlar için yapabildiği bişey yoksa o zaman bu güvensizlik ortaya çıkıyor. Özel sektör emekçileri bu ülkede bir örgütlenme çabası içinde olmalıdır. Sendikaların geleceği özel sektör çalışanlarının örgütlenmesinden geçmektedir. Ayni durum özel sektör emekçileri için de geçerlidir. Onlarda daha iyi bir yaşam için örgütlenmek zorundadırlar. Çok net önerilerle gidersek, mali, kalbi ve düşüncelerimizi birleştireceğimiz bir Konfederasyon yapısına bürünmeliyiz sendikalar olarak. Özel sektör örgütlenmesi sadece tek başına DEV-İŞ’in sadece tek başına KTAMS’ın ya da KOOP-SEN’in altından kalkabileceği veya yeltenebileceği bir mücadelenin ötesinde bir durumdur artık. Bu yüzden aklımızı, kalbimizi ve cebimizi birleştirecek, arge çalışmalarının, eğitim çalışmalarının olacağı, binaların ortak kullanılabileceği daha profesyonel bir yapıya bürünmemiz gerekir. Bunun yaratılmasının önündeki en büyük engel Sendikal Platform olmaktadır. Ya Sendikal Platform bu yapıya dönüşmek adına planlı bir geçiş dönemi olmalıdır ya da Sendikal Platform kendini lağvetmelidir. Son yaşadığımız eylemler, sendikal platform toplantıları bize 2011’de başlayan o sürecin tükendiğini gösteriyor. Bu yapının daha iyi bir noktaya ulaşması Konfederasyondur. Aksi halde yarın KIB-TEK özelleşecek, Telekomünikasyon Dairesi özelleşecek, ya da Öğretmenlerin içinde yeni bir sendika yaratılmaya çalışılacak, kısacası bu sistem bizi tek tek avlamaya çalışmadan bizim güçlerimizi birleştirip, yüzümüzü hem üyelerimize hem de özel sektör emekçilerine daha iyi dönecek bir yapıya kavuşmamız gerekmektedir.
7-Son olarak ne söylemek istersiniz?
Son olarak ömür biter mücadele bitmez. Hayatın ne alanında olursak olalım, işimizi daha güzel yapmak için uğraşalım, daha çok üretelim, daha çok sorgulayalım, daha az tüketelim, çevreye, hayvanlara saygı duyalım, trafikte daha sakin olalım, daha çok sorgulayalım, o zaman daha güzel bir ülkede yaşamız oluruz.