Gazeteci Roni Alasor, 1999 yılının Ekim ayında yayımladığı “Şifreli Mesaj: Trene Bindir” adlı kitabında, Türkiye’nin 1974’teki Kıbrıs işgali sırasında asker olarak görev yapan bazı kişilerle röportajlar gerçekleştirdi. Toplamda on iki Kıbrıs gazisi ile yapılan röportajlardan oluşan kitabın “Mustafa Ongan” isimli kişi ile yapılan görüşmesini tek kelimesine dokunmadan okurlarımızın bilgisine getiriyoruz.
Tanık: Mustafa ONGAN
Manga Komutanı
16 Mart 1953’te Maraş’ın Pazarcık İlçesi’nin Akdemir Köyünde doğdum. 53/1 tertip olarak, Mart 1974’te askere gittim. Acemi eğitimimi Burdur Talimgah Taburu’nda yaptım. Dört aylık acemi eğitiminin ardından Ankara/Çubuk 48. Topçu Taburu’na gönderildim. Resmi olarak onbaşıydım ama çavuş yetkisiyle görev yaptım.
Toplu katliamların şahidiyim
Bir gün akşam saatlerinde “NATO tatbikatına katılacağız” diye anos yapıldı. Akabinde kendimizi Kıbrıs’a yakın liman kenti Mersin’de bulduk. Burada bize Kıbrıs’ı kurtarmaya gideceğimiz söylendikten sonra, oradan da tank, top, diğer silah ve mühimmatlarımızla birlikte gemiye bindirilerek, alelacele Kıbrıs’a gönderildik. Sayımız yaklaşık 500-600 kişiden oluşuyordu. Ben hareket halinde de atış yapan ve uçaksavar olarak da kullanılan paletli bir toptan sorumluydum. İyice ezberlediğim için hala aklımda sayılar. Tankın numarası 23, altındaki seri numarası ise 189820 idi. Komutamda toplam 11 kişi vardı.
Komutanlarımız, Başçavuş Ahmet Kaya, Bölük Komutanımız Yüzbaşı Suat Deveci idi. Görev alanımız Paşaköy’den Mağusa’a kadar uzanan alanı kapsıyordu. 1974 işgali sırasında Kıbrıs’ta yaklaşık 3.5 ay kaldım. Gördüklerim ve yaşadıklarım beni hala rahatsız ediyor.
Girne’ye varır varmaz, Rum savaşçıları ilk başlangıçta bize korkulu anlat yaşattılar. Kayseri Hava İndirme Tugayı Komando birliklerinini ancak büyük kayıplarla gerçekleştirebildikleri indirme ve ilerlemeler ardından, zar zor bir korunak bulabildik. Kaçanlar, ağlayanlar etrafı kıyamet gününe çevirmişti. Açlık, susuzluk çekilmez bir haldeydi. İlk defa ölümle burun buruna yaşadım ve ilk defa yaşamın ne kadar önemli olduğunu, bir insanın ölümden ne kadar korkabileceğini hissettim.
Kendimizi biraz toparladıktan sonra, ilerleyerek köy işgallerine ve kod adı “Temizlik Operasyonu”na başladık. Bizler köylerde, kod adı “Temizlik Operasyonu” denilen işlem sırasında özünde katliam, çapulculuk ve tecavüzden başka bir şey yapmıyorduk. Burada kesinlikle savaş kuralları ve uluslararası sözleşmeler geçerli değildi. Lefkoşa dolaylarındaki Mora (Meriç) köyünde, oraya kaçanlarla birlikte yaklaşık 100 kadar Rum sivil öldürüldü. Komutanlar ve Türk ordusuna bağlı Kıbrıslı mücahitler her şeye karar veriyorlardı. ‘Öldürmeyip de ekmek mi verelim’ diye bağırarak, bu sivil insanlar üzerinde kahramanlık taslıyorlardı.
Köyün sokaklarında ve çıkışında kaçarken vurulan bu insanların içinde kadın, çocuk ve yaşlılar da vardı. En vahşi yöntemlerle öldürülen bu insanların cesetleri parçalandı. Cesetler o yazı sıcağında yaklaşık bir hafta boyunca ortalıkta kaldı. Çevre müthiş kokuyordu. Siyah, büyük sineklerin çoğalması, askerlerin midelerinin bulanması, tiksinmeler ve olası salgın hastalıkların korkusundan komutanlar cesetleri saklamamız gerektiği talimatını verince, yanıma hemşehrim Şevket Avcıoğlu’nu da alarak dozerle büyük ve geniş bir mezar açtım. Oldukça vahşi yöntemlerle öldürülen bu insanları açtığımız mezara toplu halde, rastgele atarak, üzerlerini toprakla kapattık. Bunu yaparken Şevket Avcıoğluy da olayı kendi gözleriyle gördü, şahitti.
Cesetleri gömdüğümüz toplu mezar Meriç köyünü biraz geçtikten sonra, dereye benzer kırsal bir arazidedir. Bu yeri hala hatırlıyorum.
Gerek öldürdüğümüz ve gerekse sağ yakaladığımız Rumlar’ın parmaklarındaki ve üzerlerindeki altın ve para gibi değerli eşyalarını da alıyorduk. Özellikle komutanlarımız Kıbrıs’tan geriye zengin döndüler. Bunların çoğu aynı zamanda kadınlara tecavüz edenlerdi.
İnanamazsın, savaş insanı çok gaddarlaştırıyor. Adanalı bilinen ancak Babaeskili olduğu söylenen esmer, uzun boylu bir teğmen, Lefkoşa’nın sanayi bölgesinde 13-14 yaşlarında bir Rum kızına tecavüz ediyor. Kız büyük bir korku ve dehşet içinde ağlayarak bağırırken, Mehmet Demir adında henüz zar zor Türkçe konuşabilen Urfalı bir Kürt arkadaş olayı görünce, önce böyle bir kötülüğü yapmaması için ısrarla ricada bulunuyor. Adanalı/Babaeskili tecavüz ederken, Kürt asker kurşun sıkarak onu öldürüyor. Tabii olayı üst dereceli komutanlara anlatırken değiştirdi ve devriyedeyken Rumlar’ın kendilerine kurşun sıktığını ve arkadaşını öldürdüklerini söyledi.
Kıbrıslı Türkler de tecavüzlerden nasibini aldı
Kıbrıs’ta yaşayan Türkler de Türk ordusunun işgali esnasında baskı ve tecavüzlerden nasiplerini aldılar. Meriç köyü dolaylarında kimsesiz, ufacık yaşta iki Türk kızını görünce normal prosedür gereği komutanlara getirip teslim ettik. Daha sonra bunlara da aynı kötülük yapıldığını duyduk.
Unutmayacağım onlarca olaydan biri de, Mağusa dolaylarında, ahır olarak kullanılan tek binalı çiftlikte meydana geldi. Orada suçsuz, günahsız 20-23 yaşları arasında bir Rum gencini yakaladık. Komutanlarla Mücahitler keyfi ve vahşi bir şekilde bu genç çocuğu katlederken, inanın ki yüreğim sızladı ve bu olay beni düşünmeye itti.
Benim şimdilik anlatacaklarım bu kadar. İletide sağlığım el verirse ve güvencem olursa daha detaylı anlatabilirim.
Yazarın Notu: M. Ongan ile yaptığım röportajın Avrupa’da yayınlanan Özgür Politika isimli günlük gazetede yayınlanmasından sonra M. Ongan değişik kişilerce tehdit edildi. Ayrıca Alman Hükümeti tarafından ailesiyle birlikte Türkiye’ye gönderilmek istendiği için izini kaybettirdi. Ailesi ise Türkiye’ye iade edildi. Şu anda hem M. Ongan’ın hem de ailesinin yaşamı tehlike altında. Kendisiyle kitap yayına hazırlanırken görüşme şansım olmadığı için verdiği ilk bilgileri kitaba almak zorunda kaldım.