Önce, bazı genelleme ve doğrular…
Ekonomi, yani ekonomik ilişkiler tüm sosyal ve siyasal yaşamı belirler…
Ekonominiz başka ülkelerin ekonomisine bağımlı iken, sizin siyasetiniz bağımsız olamaz. Siyasal bağımsızlığınızı sürdürebilmeniz bağımsız bir ekonomi yaratmanızı gerektirir.
Derler ki, “bütün ekonomiler, dolayısıyla da bütün ülkeler birbirine bağımlıdır, günümüzde bağımsız ülke yoktur!”
Bu, tam bir saçmalıktır!
Dahası, tam bir aldatmacadır!
Kapitalist üretim ilişkileri geliştikçe, farklı ülkeler arasındaki ticaretin ve her türlü ekonomik ilişkinin de geliştiği doğrudur.
Aynı zamanda, hem üretimlerini yapabilmek, hem de ürettiklerini pazarlayabilmek için başka ülke kaynaklarına ve pazarlarına ihtiyaç duydukları da doğrudur.
Hele de, 20. yüzyıl başlarında kapitalizmin emperyalist aşamaya evrilmesiyle, dünya ekonomisinin tek bir ekonomiymiş gibi görülmeye başlandığı da doğrudur.
Emperyalist dünya ekonomisinin, bir ahtapot gibi kollarıyla tüm dünyayı sardığı ve kendi aralarında paylaştığı da doğrudur.
İşte, I. Paylaşım Savaşı bunun içindi!
Ama, emperyalistler dünyayı kendi aralarında yeniden paylaşırken, ellerindeki ülkelerin bir kısmı siyasal bağımsızlıklarını kazanacak kavgalara girip, emperyalist ekonomiden kopmuşlardır. Daha da önemlisi, bambaşka bir ekonomi ve dünya yaratmaya başlamışlardır; 1917’de, (Paris Komünü’nü saymazsak) tarihin ilk sosyalist devleti ve giderek sosyalist ekonomisi ve giderek sosyalist dünyası oluşmaya başlamıştır.
Bugün SSCB’nin kapitalist dünyanın tekrardan parçası haline getirilmesi, iki gerçeği değiştirmiyor; birincisi, sosyalist devletlerin ve dünyanın yaratılmış olduğunu; ve ikincisi, kapitalist-emperyalist üretim ilişkilerinin önünde veya sonunda sosyalizme tekrardan yol açacağı gerçeğini…
Günümüz emperyalizm dünyasında burjuvaların tek bir kaygısı vardır: maksimum düzeyde kar elde etmek. Bu maksimum karı nasıl elde edebilecekleri çok da önemli değildir. Bunun için ülkelerini ve halklarını köleleştirmeleri gerekiyorsa, köleleştirirler! Ülke kaynaklarını başka ülke burjuvalarına peşkeş çekmeleri gerekiyorsa, çekerler! Kendi bağımsızlıklarını başka ülke burjuvalarına satmaları gerekiyorsa, satarlar!
Ama tüm bunlar, “bütün ekonomiler, dolayısıyla da bütün ülkeler birbirine bağımlıdır, günümüzde bağımsız ülke yoktur!” iddiasını kanıtlamaz.
Ya neyi kanıtlar?
Emperyalist dünyada bağımsız bazı devletlerin, diğer bazı devletleri kendine bağımlı kıldığını kanıtlar. Bağımsız bazı ekonomilerin, diğer bazı ekonomileri kendine bağımlı kıldığını kanıtlar. Bağımsız bazı burjuvaların, diğer bazı burjuvaları kendilerine bağımlı kıldığını kanıtlar…
Kimlerin bağımlı, kimlerin bağımsız olacağını belirleyen şey de tamamıyla tarihsel gelişmelere ve ekonomik güce bağlıdır.
Ve, tabi ki değişmez değildir. Güç dengeleri değiştikçe bağımlılarla bağımsızların yer değişmesi de mümkündür. (II. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası Batı Almanya, İtalya ve Japonya böylesi bağımlı ülkeler haline gelmişlerdi.)
“Zavallı” Kıbrıs Türk Burjuvazisi…
Kıbrıs Türk burjuvazisi tarih sahnesine geç çıkmış, tarihsel bir dizi nedenden dolayı güçlenememiş, dolayısıyla da hiçbir zaman bağımsız bir sınıf olmayı becerememiştir..
Kıbrıs Türk burjuvazisi 1974 öncesi, siyaseten değilse de, ekonomik açıdan Kıbrıs Rum burjuvazisinin kontrol ettiği ekonomiye bağımlıydı. Bu ekonomik bağımlılığın siyasal bağımlılığa dönüşmemesi için az zahmetlere katlanılmadı zamanında. Hem “faili meçhuller”, hem de şehitler verildi sözde bağımsızlık uğruna…
1974 sonrası ise süreç içinde, planlı ve projelendirilmiş çalışmalar sonucu Türkiye ekonomisine bağımlı bir sınıfa dönüştü Kıbrıs Türk burjuvazisi.
Ta başından, Kıbrıs Lirası kullanımını yasaklayıp, Türk Lirası’nı resmi para birimi yaparak, merkez bankasını Türkiye Cumhuriyeti kontrolüne vererek, ekonomik protokoller ve benzeri bir sürü önlemle, Türk ekonomisini Kıbrıs’ın kuzeyinde hakim ekonomi haline getirdiler…
Projenin mimarları çok iyi biliyorlardı ki; burjuvalar açısından bağımsız bir ekonomi sahibi olmadan siyasal bağımsızlık da sözkonusu olamazdı. Ekonomik bağımlılık hem çaresizliğe, teslimiyete ve hem de siyasal entegrasyona yol açacaktı. Nitekim, öyle de oldu!
Kıbrıs Türk burjuvalarının, rantları ödendiği sürece, dişe dokunur bir itirazı olmamıştır. Tersine, günden güne Türkiye ekonomisine ve siyasetine entegre olmak için canla başla katkı koymuşlardır.
Bugün bu gelişmelere karşı duran bazı burjuva kesimler, ya sırtlarını Avrupa Birliği’ne, ya da Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dayayarak, daha da doğrusu, “AB muktesebatı” ve/veya “KC Anayasası ve Kıbrıslı Türklerin hakları” meselelerinin ardına saklanarak bu karşı duruşlarını gerçekleştirmektedirler.
Yani, TC ekonomisine bağımlılık yerine, KC ekonomisine ve dolayısıyla da AB ekonomisine bağımlılıktan yanadırlar. Böylelikle aslında, sadece ekonomik olarak değil, siyasal olarak da bağımlı duruma geldiler.
İşte, Kıbrıs Türk burjuvasının acınacak konumu budur; bir yandan Türkiye ekonomisi ve siyaseti, diğer yandan KC (Kıbrıs Rum) ekonomisi ve siyaseti, ya da isterseniz AB ekonomisi ve siyasetinin bataklığında boğazına kadar batmış durumdadırlar.
Sadece burjuvazinin kendi mi battı bu bataklığa?
Hayır, Kıbrıs Türk halkını da batırmış ve yok oluşunun önünü açmış durumdadırlar!
Kıbrıs Türk burjuvalarının bağımlılığının aynası:
Kıbrıs sorununa çözüm önerileri…
Siyasal partiler ve örgütlerin siyasal vizyonlarına toplumdaki sosyal sınıfların çıkarları temel teşkil eder. Bu nedenle tüm partiler şu veya bu sınıfın sözcüleridirler.
Hangi sınıfın çıkarlarının savunulduğunu anlayabilmek için söz konusu partinin siyasal görüşlerine ve pratiğine bakmak gerekir.
Kıbrıs’ın kuzeyindeki siyasal partilerin sadece Kıbrıs sorununa çözüm önerilerine kabaca bir bakış bile hangi sınıfın çıkarlarını savunduğu hakkında kesin bir yargıya varmak için yeterlidir.
KSP dışındaki tüm partiler Kıbrıs sorununu burjuva düzen içinde kalarak çözmek taraftarıdırlar.
Kimisi federasyon, kimisi konfederasyon (iki devletli çözüm) derken, kimisi Türkiye’ye, kimisiyse Kıbrıs Cumhuriyeti ve Avrupa Birliği’ne katılımdan yanadırlar.
Anlayacağınız, emperyalist çember dışına çıkılmamasını, “reel politika” diye halka empoze etmektedirler.
Hele sol, devrimci ve hatta sosyalist olduğunu iddia edenlerin, “federasyonu” tek çözüm şekli olarak görüp, başka alternatifler aramanın boşa çaba olduğunu düşünmeleri ibret verici bir yaklaşım!!!
Bağımsızlığın yolunu çizmek iddiasıyla yola çıkıp da, halkının ve ülkesinin emperyalizme bağımlılığının devamını savunanlar bile var.
“Federasyon” kendi başına devletin sınıfsal karakteri hakkında hiçbir şey ifade etmez. Yani; kapitalist-emperyalist federal devletler olabileceği gibi, sosyalist federal devletler de olabilir. Hangisi sizin savunduğunuz federasyon? İşte bunu açıkça ortaya koymamakla ve aslında halkın federasyon ile ilgili duygularını da istismar ederek Kıbrıs’ın kapitalist-emperyalist dünyanın parçası olarak kalmasını halka çözüm, hem de tek çözüm olarak sunuyorlar.
Sunmasınlar mı, yasak mı? Haşa! Sunsunlar tabi. Ama, kalkıp da aynı durumdaki CTP’ye ve diğerlerine laf etmesinler, ya da Kıbrıs Cumhuriyetini savunanlara…
Onlar, burjuva sistem dışına çıkmamakta ısrar ettikçe, biz de aslında bir birlerinden farkları olmadığını, burjuva sistem hayranı küçük burjuvalar olduklarını söylemeye devam edeceğiz.
Emperyalizme bağımlı Kıbrıs Türk burjuva sınıfının sol maske takmış elemanları olduğunu söylemeye devam edeceğiz.
Buyursunlar yalanlasınlar burjuva siyaset savunduklarını, yalanlasınlar burjuva düzenin devamından yana olduklarını…