Bu makale ilk kez 13 Nisan tarihinde Avrupa Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
Varagele. Dinlenmeye oturmuştuk. Kimimiz pürünü çiğniyor kimimiz sırtlıkta geziyordu. Varagele. Yüklüydüm. Ceran ile Ceren ha doğdu ha doğacaktı. Varagele. Tam yedi dakikada, toprağın azı dişlerine çatallı tırnaklarımı sürter gibi bir hisle doğurdum ikisini de. Ceran ve Ceren ile terebentin gibi kokan karaçamlar birbirlerinin içinde dağılarak birleşmişlerdi. Evladım diye demiyorum. Ne güzellerdi. Bal rengi gözlerinin ortasında yatay bir çizgi gibi gözbebekleriyle doğmuşlardı. Varagele. Daha iki saat bile geçmemiş, kenarımızı, köşemizi, sarı sıcak alevler sarmıştı. Zor kurtulduk. Biz dazkırda, aramızdaki bağa varagele deriz.
Biz yeni geldiğimiz sırtlıkta gezseydik yangın mı çıkardı? Yakın zamanda o sırtlıkta sicim gibi kesen, gözü kör, ay ışında bile parlayan bıçak atölyeleri açılmıştı. Karaçamların derinliğinde vızıl vızıl dönen taşlara sürtülen demir bıçakların sesini duyardık. Ceran ile Ceren o sırtlıklarda gezseydi, yangın mı çıkardı? Biz gezdiğimiz yerdeki toprağı yeni yıkanmış kadın saçı gibi tararız. Yakın zamanda yirmi beş bıçak atölyesi açılmıştı. Yoksa taradığımız toprağın üzerine gelen ateş geçebilir mi? Ancak bir şey sıçratacak ki, taranmış yeri geçebilsin.
Evet… Ben Ceran ve kardeşim Ceren, keçi ailemizle keçi yolunda, yılın altı ayı her yanı sarı, işte bu dazkırlıkta yaşıyorduk. Kimse görmesin diye kısa ömürlülük kendini gizli bir yere koymuş gibiydi. Toprağın tutmadığı anlarda gökyüzünden ‘tuii-u’ sesiyle gelip, kara tırnaklarıyla bebek keçileri kapıp götüren, kaya kartallarının hikâyelerini dinleyerek büyümüş, henüz körpe denilecek bir yaştaydık. Zeytin de yerdik sandal ağacı da ama bazen baktığım vakit, sanki içinde yanlış bir ağaç gördüğümde olurdu. Bozkırda, dağda şöyle bir baktım mı, ağaçların hepsini tanırım. Yükseklerde çam olmaz, işte o zaman bu çam kendini özletirdi orada. Çamın gezintisi başkadır. Yükseklerde de meşeler gibisi yoktur. Ben Ceran ve kardeşim Ceren, meşelere yaprak deriz. Her dağında kendine göre sevimi vardır. Alçaklara doğru yıkıldığımız vakit, karaçamlar burnumuza pür kokmaya dururdu. Devecinin çocuğu deve oynar derler ya, Ceran ile Ceren’de yaş kozalakları ağaçlardan indirip oynarlardı.
Yetim keçiler emecek süt bulamazmış, olurda bir yerde kaldılar mı, yittim diye çığlık atarlardı. Ona sebep biz kardeşimle birbirimize ‘hey ciçi hey çiçi’ diye sesleniriz. Ardımızda kalana ‘goy göh goy göh’ diye bağırırdık. Birlikte gezmek istersek ‘hüş hüş’ deriz. Birimiz inat eder de gezmeye gelmek istemezse, hep bir ağızdan ‘çelehele çelehele’ derdik.
Ilıman rüzgârların kışkırttığı dazkır toprak keyfimizi kaçırır, canlılığını yitirmiş kokusu biz çocukları gereğinden çok susatırdı. Eni, boyu az yassı iki tepeciğin ardında, enikonu sararmış sert çayırlarımız, ıpıssız, kehribar rengi, arı aşığı sarı ekmek dikenlerimiz, tabanı dizimize gelen hendeklerimizin oyuğunda kırmızı ateş karıncaları yaşamaktaydı.
Zannetmeyin ki hayatım bir masal. Çocuklar gece yetişkinler gündüz uyanık zannederlermiş kendisini.
En sevdiğimiz de, minik, mor renkli dışkıran çiçekleriydi. Karamık meyvesi de güz günü açar. Kara kara olur. Bir yaz bozkır örümcek kuşuna sormuştum. Bizi mosmor görüyormuş. Annem demişti. Köpekler bizi yeşile yakın görürmüş. Ceren ilgilenmez ama. Bütün çocukluğum kim kimi nasıl görüyor, öyle geçti. Atlar bizi soluk renkli görür. Ceren’e dediğimde atlaraın dediğine çıkışmış, kendi tüylerinin güneşte parladığından bahsetmişti. Ben de etrafa bakınca açık mavi görüyorum. Amma… Geceleri de iyi görürüz. Yarasalar beni kıpkırmızı görüyormuş. Babam da akrepler bizi geniş dalgalı, grili siyahlı görür derdi. Siz beni dakırda görün. Bir hareketsiz dururum, yemem içmem de gerekirse, beni kaya kartalı bile göremez. Görsün o kartal gününü. Bozkır tavşanına sormuştum. Beni bulanık görüyormuş. Kartal’dan korkmuyor değil. Arılar masmavi görür. Bozkır kertenkeleleri bildiğin yuvarlak görür beni. Tepiverdim bir gün bir yılanı. Canını vereceği vakit sormuştum. Ölümden mi bilmem ama. Beni sarılı, kırmızılı, morlu görüyormuş. Yılana da inanmamak lazım gelir ama.
İşte biz. Diri kulaklarıyla, geviş getirenlerin alt takımı ben Ceran ve kardeşim Ceren.