1 Ekim, Katalonya’yı ve İspanyol devletini sarstı. Şimdi ne olacak?
1 Ekim, Katalonya ve İspanyol devleti arasındaki ortak tarih dönemini kapatıp belirsiz bir geleceği başlatarak geçti. Beş yıllık bağımsızlık süreci boyunca biriken bütün gerilimin doruk noktasına vardığı bir gündü.
Josep Maria Antentas | Jacobin
Çeviri | Kontra Salvo
Sayılar büyüklüğü gösteriyor. 2.262.424 oy kullanıldı. Yaklaşık 5,3 milyon seçmenin yüzde 42,5’ine denk geliyor. Nihai sayıya ulaşmak ulaşmak için polisin el koyduğu oyları ve oy kullanamayan yurttaşları da eklememiz gerekir. Sayılan oyların 2.020.144’ü (yüzde 90) bağımsızlık lehine, 176.566’sı (yüzde 7,8’i) bağımsızlık aleyhine ve 45.586’sı (yüzde 2) boş kullanılmış.
Bu sayıların yanı sıra başka bir şeye daha bakmalıyız: resmi kayıtlara geçmiş 890 yaralanma. Görüntülere göre sayı daha yüksek. Bu tarihi halk hareketi eşi görülmemiş bir polis şiddetiyle karşılaştı.
Bağımsızlıkçı hareket zaferle çıktı ve her ne kadar oylama bağımsızlık yanlısı güçlerin kısa sürede hedeflerine ulaşacağı anlamına gelmese de kararlılıklarını ve devlet baskısına ve karşıtların boykot kararına rağmen harekete geçme kapasitelerini göstererek ivme kazandılar. Franko sonrası İspanyol devleti, Katalonya’da her zamankinden daha fazla itibar kaybetti.
Referandumun ilk sonucu ortada: Katalonya parlamentosunun 8 Eylül’de geçirdiği Geçiçi Durum Yasası, eğer referandum “evet”le sonuçlanırsa Katalan hükumetinin bağımsız bir cumhuriyet ilan edeceğini belirtiyor.
Ancak hükumetin nasıl ilerleyeceği belli değil. Kararları bağımsızlıkçı hareketin ve oylamayı savunan daha geniş demokratik bloğun kaderini belirleyecek. Bağımsızlık yanlısı güçlerin ötesine geçen bu demokratik bloğu nasıl bir arada tutmak bu anlamda belirleyici bir stratejik sorun. Katalonya’nın bağımsızlığı muallakta ve kısa vadede Katalan ve İspanyol devletleri arasındaki siyasi mücadele şu andaki krizi yoğunlaştırmakla kalacak. Resmi bağımsızlıkçı söylemin bağımsızlığa ulaşmak için esas işin başarıldığını iddia etmesine rağmen, 1 Ekim, en kritik safhanın başlangıcına işaret ediyor.
Bu nedenle 3 Ekim’deki genel grevi, 1 Ekim’in ikinci aşaması olarak görmeliyiz. Küçük sendikaların girişimiyle planlanan iş durdurma eylemi, nihayetinde Katalonya’nın iki büyük sendikasından kısmi destek aldı. Bu iki örgüt grev çağrısında bulunmadılar ama hem işçilerin, hem de işverenlerin üzerinde anlaştığı şekilde kısmi iş bırakma eylemi yaptılar. Sonuç olarak ana akım bağımsızlıkçı hareketin lider örgütleri Katalan Ulusal Meclisi (ANC) ve Òmnium Cultural, Katalan hükumeti gibi gösterilere destek verdi.
Bu “resmi” blok, eylemi, geleneksel grevi kitlesel gösterilerle ve işletmelerin ve kamu yönetiminin gönüllü olarak kapatılmasıyla harmanlayan sınıflar arası bir “ulusal iş bırakma” olarak yeniden adlandırdı. Neticede gün, istisnai bir siyasi durumun ortasında bir başka etkileyici toplu eyleme dönüştü.
Katalonya’da şimdi ne olacağı sadece yerel eylemlere değil aynı zamanda bağımsızlıkçı hareketin, referandumun ve kitlesel gösterilerin genelde İspanyol siyasetini nasıl etkileyeceğine de bağlı. Durumun karmaşıklığı nedeniyle aceleci sonuçlar çıkarmak tehlikeli.
Bir tarafta, İspanya’da iktidarda bulunan Halk Partisi (PP) Katalan bağımsızlığını kendi muhafazakâr tabanını harekete geçirmek için kullanacak. Diğer tarafta ise Podemos ve tabanının da yer aldığı İspanyol kamuoyunun bir kısmı, devletin baskısını reddediyor ve artık yasal bir referandum yapılmasını destekliyor.
Ayrıca bağımsızlık süreci, Katalonya gibi İspanya’nın eskiden beri ulusal –veya bölgesel- çatışmaların yaşandığı kısımlarında, İspanyol merkeziyetçileri ve ilgili milliyetçi hareketleri saflaştırabilir.
Bütün bu etkenler, kısa vadede demokrasiyi savunmaktan vazgeçerse uzun vadede daha fazla alan kaybedecek Sol’un karşısına karmaşık bir senaryo çıkartıyor. Hızla gelişen bu olayların arkasında önemli bir çelişki yatıyor: Katalan bağımsızlığı 1978’de yaratılan siyasi ve kurumsal yapının devamlılığına en büyük tehdidi oluşturuyor ama aynı zamanda İspanyol siyasetini sağa itecek bir çerçeveyi üreterek devletin ayakta durmasını sağlayan bazı dayanakları geçici olarak güçlendirebilir.
Madrid’in Stratejisi
Devlet aygıtı ve medyanın çoğuyla birlikte çalışan PP, hareketin ortaya çıktığı 2012’den bu yana bağımsızlığa karşı esnek olmayan bir tavır aldı. Bu tavrına devam edecek çünkü Katalan egemenliğine karşı çıkmanın partiye birçok yönden yaradığına inanıyor: İspanya’nın önemli bölgelerinde desteğini arttırıyor, tabanını sıklaştırıyor, Yurttaşlar partisine kaybettiği seçmenleri kazanıyor, Pedro Sánchez’in “yeni” Sosyalist Parti’sini (PSOE) baskı altına alıyor ve siyasi gündemi yolsuzluk ve devam eden ekonomik kriz gibi Podemos’un işine yarayan konulardan uzaklaştırıyor.
15M’nin yükselişiyle birlikte başlayan siyasi çalkantıdan bu yana defalarca dar partici mantık uzun dönemli düşünmeye üstün geldi. PP’nin başarısızlıkları, İspanyol elitlerinin 1978 rejiminin getirdiği krizler karşısındaki stratejik sınırlılıklarını gösteriyor: Katalan bağımsızlıkçılardan 15M ve onun seçimlere katılan kısmına dek tüm meydan okuyanlar karşısında diren ve dayan. Bu, yönetici sınıfın düsturu haline geldi.
PP’nin yakıp yıkma siyasetinin, Katalonya’da bağımsızlıkçı güçlerin yükselişiyle örtüşen bir önemli bir örneği var: İkinci José María Aznar hükumetinin (2000-2004) saldırgan İspanyol milliyetçiliği. Aznar’ın merkeziyetçiliği o zaman Sağın işine yaramışsa da aslında Katalan halkı arasında geri döndürülemez bir hoşnutsuzluk yaratarak şu andaki krizi tetikledi.
Madrid’deki hükumet, hızlı bir bağımsızlık süreci umudunu yenene dek bağımsızlıkçılarla mücadelesini yoğunlaştırması gerektiğini hesaplıyor gibi. Önce sopayı kullanıp sonra daha ılımlı güçlere alan açarak havucu verecek.
Ama İspanyol devletinin siyaseti çatışmayı arttırdıkça yön değiştirmesi daha zor olacak. Meşruiyet başarısız olduğunda sadece güç kalır ama gücün kullanımı da meşruiyeti daha da aşındırır. Bugün İspanyol devletinin Katalonya’daki meşruiyet krizi doruk noktasına varmıştır.
20 Eylül’den 1 Ekim’e
Devletin baskı siyasetini arttırmasından önce 20 Eylül’de, ANC ve Òmnium’un liderliğini yaptığı bağımsızlıkçı hareket aşağıdan örgütlenme eksiliği yaşıyordu. Sadece Halk Birliği Adayları (CUP) antikapitalist ve gayriresmi bağımsızlıkçı bir akımı temsil ediyordu ama onlar da bunu ciddi iç çelişkiler ve inanılmaz dış baskılar altında yaptılar.
Ama devletin baskıcı önlemleri ve oylamanın yaklaşması halkın öz örgütlülüğünü teşvik etti ve mahalle ve belediye seviyesinde kurulan Referandumu Savunma Komiteleri (CDR), 1 Ekim’de sandıkları korumak üzere gönüllüleri örgütleyen Açık Okullar çalışmasına katıldılar.
Ne ANC ne de Òmnium aşağıdan gelen baskı tarafından geçildiler ama bu örgütlerin militanlarını daha devamlı bir sivil itaatsizliğe kalkışmaya zorlayabilirler. Bu noktaya kadar yaklaşımları epey çekingendi, sandık merkezlerini kurmaya odaklıydı ve polis tacizine karşı herhangi bir gerçek savunma sistemi planlamamışlardı.
İkinci Safha
Yaklaşan mücadelede hareket dört temel güçlükle karşı karşıya.
İlk olarak toplumsal tabanını genişletmeli. Oylamanın yapıldığı baskıcı koşullar nedeniyle 1 Ekim sonuçlarını detaylı bir şekilde değerlendirmek çok güç. Hiç kuşkusuz iki milyonun üzerindeki “evet” oyu önemli bir toplumsal blok oluşturuyor. Tam olarak sayısal bir çoğunluk olmasa da karşısında örgütlü veya etkin bir karşı blok çıkmadı.
Bağımsızlıkçı hareket 2012 ve 2014 arasından birden büyüdü ama büyük destek görmesine rağmen o zamandan beri az çok aynı kaldı.
Bazıları bitmek bilmeyen süreç nedeniyle yoruldu ama son günlerde büyük ölçüde İspanyol devletinin baskısı nedeniyle yeni bir destek gelişti. Bazı “evet” oyları bağımsızlıktan çok demokrasi lehine atılmış olabilir. Ayrıca gün içindeki karmaşa nedeniyle “evet” diyecek kaç kişinin oy veremediğini de bilemeyiz.
Bağımsızlıkçı hareketin toplumsal bileşim anlamında temel dayanağı, oy kullanma sıralarında yaşlı seçmenlerin hayli görünür olmalarına rağmen, orta sınıflar ve gençlerden oluşuyor. Ana akım hareket hiçbir zaman sol toplumsal tabanın önemli bir kısmını etkileyemedi ve hatta denemedi bile: basit bir biçimde zamanla ikna olmaları beklendi.
Catalunya en Comú’nun tereddüdü sadece liderliğinin görüşlerini değil aynı zaman siyasal ve seçmen tabanının da toplumsal gerçekliğini yansıtıyor. Önemli bir etken olduğu için belirtmeye değer. Sol siyasi ve toplumsal örgütlere ve toplumsal tabanlarına yönelik belirli bir siyasetin olması gerekli ve bu hiç kuşkusuz iktidardaki, zayıflığının sola dönüş için kullanılması gereken neoliberal sağcı Avrupa Demokratik Katalan Partisi’nin (PDeCAT) projesiyle çatışıyor. Ana akım bağımsızlıkçı hareketi radikalleştirmek için kabaca rotayı çizmeliyiz: kriz karşıtı bir paket olarak derhal siyasal ve toplumsal önlemleri uygulamak, kurucu bir süreci başlatmayı öncelik haline getirmek ve bağımsızlığı istemese de devletle bir tür anayasal ayrılığı destekleyenleri içerecek bir çerçeveyi yaratmak.
Gerçekten de bağımsızlıkçılarla Katalonya’nın karar verme hakkını destekleyenler arasında bir ittifakın olmaması sürecin en büyük stratejik zayıflığı oldu. Bunun ilk etkisi şu: Katalan Parlamentosu referandumun verdiği yetkiyi, 1 Ekim’e katılan demokrasi yanlısı ama bağımsızlık karşıtı kesimlerin de dâhil olduklarını hissettirecek şekilde kullanmalı. Yani, Pazar günü onaylanan şeyin anlamını bozmadan, oylamanın başarılı olmasına katkıda bulunan demokratik itaatsizlik cephesini çatlatmaktan kaçınmalı ve böylece destekçilerini sadece bağımsızlıkçı güçlerden oluşan bir ittifaka düşürmemeli.
İkinci olarak, bağımsızlıkçı hareket 20 Eylül’den 1 Ekim’e giden günlerde ve günün kendisinde gösterdiği gücü korumalı. CDT’ler gibi demokratik taban çalışmaları öyle veya böyle devam etmeli. ANC ve Òmnium’un ötesinde, halk, onlarla birlikte davranma siyasetine sahip olmasına rağmen bu iki örgüte tabi olmayan yaygın komiteler inşa etmeli.
20 Eylül’e dek bağımsızlık yanlısı hareket her yıl yapılan çarpıcı 11 Eylül eylemleriyle sınırlıydı ama bunun da önemli durumlara yanıt olma veya ANC veya Òmnium’un olaylara pasif tepki vermeyi tercih ettiği durumlarda onları aşma kapasitesi çok azdı. Yanıt normale dönmek değil, 1 Ekim’in hemen öncesinde başlayan öz örgütlenme dinamiklerin devam ettirilmesi.
Üçüncü olarak bağımsızlık yanlısı güçler mücadele, karşı karşıya gelme ve zafere dair daha karmaşık bir bakış açısı geliştirmeliler. Hareket, çekici bir sessiz değişim imajını yayarken bağımsızlığı tarif etmek için devletten ayrılığın aslında ne anlama geldiğini çok basitleştiren bir sözcük olan “bağlantıyı kesmek” terimini kullanıyor.
Resmi söylem, bağımsızlığın bir meşruluktan diğer meşruluğa dönüşümü temsil ettiğini söylerken eğer ilk taraf kabul etmezse başlayacak olanın kaba kuvvetin belirleyici olacağı bir mücadele olduğunu görmezden geliyor (Marks’ın Kapital’de dediği gibi: “eşit haklar varsa, güç karar verir). Yine de güç, onu kullananın doğru yerde kullanmasına ve meşruluğuna bağlıdır. Bütün bunları akılda tutmak devam eden çatışmanın durulması için önemli.
Dördüncü olarak, bağımsızlık yanlısı güçler tüm İspanya çapında ittifaklar aramalı ve örmeli. Hareket, yoğun baskıya karşı Katalonya’ya dışarıdan gösterilen desteği memnuniyetle karşıladı ama Basklıların ve Galiçyalıların milliyetçiliğinin ötesinde İspanya’nın diğer kesimlerinde hiç destek aramayarak stratejisini tek taraflı hareket etmek üzerine kurdu. Aslında tek taraflılık ve müttefik arayışı birbirleriyle uyumludur.
Bu destek şimdi her zamankinden daha fazla gerekli. PP demir yumruğun kısa vadede fayda getirdiğine inandığı sürece baskı siyasetini koruyacak. Bağımsızlıkçılık, mücadelesine son vermeden 1978 rejimine karşı daha geniş savaşa eklemlenmeli.
Demokrasi, hem baskıya karşı durma hem de gelecekle ilgili karar vermeye imkân sağlama anlamında, başlangıç noktası olmalı. İkinci adım ortak düşmanın tanımlanması olacak.
İç Cephe Hattı
Bağımsızlıkçı hareket İspanyol devletini karşısına alıyor ama aynı zamanda bir iç mücadeleyle de karşı karşıya. En görünür anlaşmazlık iktidar partileri arasında: sağcı neoliberal PDeCAT ve merkez sol Katalonya Cumhuriyetçi Solu (ERC). Ama bu ikisinin rekabetinin ötesinde en belirleyici savaş, hareket içindeki radikal güçlerin Katalan hükumeti, ANC ve Òmnium Cultural tarafından oluşturulan bloğu aşıp aşamayacağı konusunda yaşanacak.
20 Eylül’den bu yana yaşanan olaylar, özellikle aşağıdan yukarı öz örgütlenme ve hareketin radikalleşmesi, daha sol güçlerin hem siyaseten (başta CUP olmak üzere) hem de toplumsal olarak lehine olabilir. Son olarak Catalonia en Comú’nun bu mücadelede oynayacağı rol gidişatın sola kayıp kaymamasını belirlemekte önemli olacak.
Ada Calou’nun partisi 20 Eylül’e kadar edilgen kaldı. Geçen yıl hükumet referandum çağrısında bulunduğunda oylamaya doğru atılan her adımın son olacağını ve hükumetin tek taraflı bir referandumu belirsiz bir geleceği erteleyeceğini umarak planların çökmesini beklediler. Parti, duruşunu çok zorlandığında açıkladı ve ancak ondan sonra referandum sürecini, başarısını taahhüt etmeden ve kitlesel katılım çağrısında bulunmadan, savunmayı tercih etti.
Catalonia en Comú ancak devletin baskıcı dönüşünden sonra duruşunu değiştirdi ve hareketlenmeye katıldı ama stratejik yönelimini kökten değiştirmedi. Ada Colau’nun ne “evet ne de “hayır” anlamına gelen boş oyu partinin bağımsızlık tartışmalarındaki rahatsız durumunun özeti oldu.
Şimdi Catalonia en Comú bir tercih yapmalı: ya savaşı uzaktan izleyecek ya da devletle yüzleşmeye katılacak ve kurucu süreci destekleyecek. Bu etkin rolü iki hedefle üstlenebilir: merkezileşmiş devleti aşmak ve bağımsızlıkçı hareketteki Sağ ve Merkez Sol hegemonyayı yıkmak.
Bunu yapmak için mutlaka tam bağımsızlığı savunmaya gerek yok. Onun yerine federal bir çözüm için merkezi devletten kopuş yaşamanın gerekli koşul haline geldiğini kanıtlayabilir. Yani kendi programatik duruşuna ihanet etmeden Katalan Cumhuriyeti’nin ilanını ve kurucu bir sürecin başlatılmasını destekleyebilir.
Eğer kenarlarda kalırsa Katalan siyasetinde çevreye itilebilir veya bağımsızlık kaybederse orta vadede bir başarı sağlayacak bir sekme etkisinden faydalanabilir. Ama her ikisinde de 1 Ekim’den önceki gibi edilgen yönelimini sürdürürse kendi siyasi projesinin doğasını ciddi bir şekilde bozacak. Sadece Catalonia en Comú’nun bağımsızlık tartışmasındaki duruşu değil, kendi kurucu ve kopuşçu yönelimi de tehlikede. Bağımsızlıkçı hareketin Comu’nun duruşuyla ilgili rahatsızlığı anlaşılabilir ama bu partiye, özellikle demokratik ve kurucu konular üzerine bir birlik siyasetine sahip olması gerektiğini unutturmamalı.
Podem, referandumla ilgili daha proaktif ve net bir tutum aldı. Oylamanın bağlayıcı niteliğini reddetti ve hatta tabanına “hayır” oyu verme çağrısında bulundu ama bu tutum partinin kurucu bir süreç başlatılması önerisiyle çelişiyor.
Şimdi Podem devletle karşılaşmanın ikinci safhasının dışında mı kalacağına yoksa egemenlikçi bloğun sağ kanadını aşabilmek için etkin bir siyaset mi yürüteceğine karar vermeli.
Dolayısıyla solun tamamlaması gereken birbiriyle ilişkili üç görev var: bağımsızlıkçı hareketin İspanyol devletine karşı birleşik eyleminin devamını sağlamak, bağımsızlığın ötesini düşünen demokratik ve baskı karşıtı bir blok oluşturmak ve Katalonya siyasetini Sol lehine yeniden dengelemek için savaşmak.
Bu son nokta daha temel soruyu ortaya çıkarıyor: bağımsızlık terimi ne anlama geliyor ve egemenlik kavramıyla nasıl bir ilişkisi var? Ana akım hareket bağımsızlığı, kavramı somut içerikten yoksun bırakarak, Katalonya’nın tüm sorunlarına çözüm olarak sunuyor. Aslına bakarsak, hem neoliberal, hem de merkez sol biçimleriyle bağımsızlıkçılık, resmi olarak bağımsız ama Avrupa Birliği’ne tabi, TTIP gibi uluslararası anlaşmalara ve çokuluslu şirketlere yarayacak politikalara uygun gerçek egemenliğin olmadığı bir bağımsızlık üretebilir.
Katalan solu, tüm ulusal, toplumsal, ekonomik ve sağlık boyutlarıyla egemenlikte ısrar etmeli (gerici milliyetçiliğe karşı olma ve demokrasi anlayışlarıyla ilişkisinden bahsetmiyorum bile). Başka bir deyişle, Sol, ana akım bağımsızlığın şekillendirdiği gibi değişim olmadan değişim’in ötesine geçmek için siyasi değişim önerisini, başka bir toplumsal, ekonomik ve kurumsal model önerisiyle nasıl bağlantılandıracağını bulmalı.
Çelişkiler
Bağımsızlıkçı harekete muhalif olan veya onun dışında kalan Katalonya ve İspanya’daki solcular sıklıkla sürecin sayısız çelişkisine dikkat çektiler. Bunların en bilineni, daha önce bağımsızlığı hiç desteklememiş olan sıkı bir sosyal kesintisi savunucusu neoliberal partinin Katalan hükumetinin başında bulunması. Katalan siyasi sürecinin, toplumsal taban ve çekişen güçler anlamında bazı sınırlarına dikkat çekmiştim.
Ama sürecin çelişkileri üzerinde sürekli ısrar etmek toplumsal gerçekçiliğe yönelik aşırı akademik tavrı gösteriyor ve ne yazık ki çoğu zaman Sol analizlerde yazarlarının önceden belirlenmiş şemalarının dışına düşen bir fenomen olarak ortaya çıkıyor.
Tüm toplumsal süreçler az ya da çok çelişkiler üretirler. Bu, insan toplumlarının karmaşıklığı ve çatışmaları ifade ediş biçimden kaynaklanır. Bir hareket sadece çelişkiler ve sınırlar içermez, hareketin evrimi de her zaman çelişkili ve sınırlı sonuçlar üretir. Bu gözlem bizi, toplumsal teorisyenlerin, toplumsal eylemin beklemedik sonuçları dediği şeye geri getiriyor.
Her antikapitalist stratejinin çelişkiler ve sınırlar bağlamında, ikinciyi genişletirken ilkini özgürleştirici bir yönde çözmek için, nasıl çalışılacağını öğrenmesi gerekir. En saf strateji tam da kendisini saf olmayan, çelişkili ve karmaşık bir dünyada idare etmesini bilen stratejidir.
Lenin, 1916’da Paskalya Ayaklanması için “‘Saf’ bir toplumsal devrim bekleyen kişi onu görecek kadar yaşamayacaktır. Böylesi bir kişi devrimin ne olduğunu anlamadan devrime inanıyormuş gibi yapıyordur.” diye yazmıştı. Bugün bir devrimle karşı karşıya değiliz ama yine de sözleri Katalan gerçeklerine uyuyor.
Katalan bağımsızlıkçı hareketinin eksiklikleriyle karşı karşıya gelen Solun iki seçeneği var: hareketin yetersizliklerini istemeden de olsa arttıracak bir edilgen siyaset ya da gerçekliğe müdahale eden ve süreci daha ilerici bir yöne iten etkin bir siyaset izlemek. İlk seçenek, duruma göre, soyut radikallik, propagandacılık veya kurumsal rutinciliğe yol açar. Bu sonuçlardan hiçbirisinin de ciddi bir dünyayı değiştirme girişimiyle ilgisi olmaz.
Beş yıllık bağımsızlık sürecinin çelişkileri ve sınırları, dikkat çekici paradoksların hızla ortaya çıkmasına yol açtı. Şüphesiz 1 Ekim’e zemin hazırlayan günler paradoks günleriydi. Solcular Katalan polisine dönerken itaat etmeyen taraflar düzen ve sükûnet çağrısında bulundular. Eylemciler ve anarşistler oy vermek için sıraya girerken sağ güçler, yeni Katalan meşruluğu kılığı altında, kurumsal itaatsizlik çağrısı yaptı. Gerici bir hükumet, referandum düzenlemek isteyen kendi yurttaşlarını darbe planı yapmakla suçladı.
İspanya’da olduğu gibi toplumsal süreçler hızlanınca fosilleşmek istemeyen tüm stratejik düşünceler ilk önce bu, şeylerin göründüğü gibi olmadığı ve eylemlerin sonuçlarının her zaman açık olmayabildiği paradokslara kafa yormalı.
10.07.2017
https://jacobinmag.com/2017/10/catalonia-spain-independence-referendum-repression