Katalanlar 1 Ekim’de sandığa gittiğinde, İspanya’nın sabırsız özerk bölgesinin bağımsızlığından fazlası söz konusu olacak. Seçim birçok bakımdan İspanya’nın geleceğine ayna tutacak bir deneme tahtası ve kuzey ve güney, doğu ve batı olarak bölünmüş Avrupa Birliği’nin uzun süre dayanıp dayanamayacağının da sınavı olacak.
Referandum, arkasındaki ihtilafların Katalunya’nın İspanyol Veraset Savaşı’nda (1701-1714) bağımsızlığını yitirmesine kadar giden geçmişi ile çok İspanyol bir mesele. Ama Katalanlar birleşik Fransız ve İspanyol orduları Barselona’yı aldığında siyasi özgürlüklerinden daha fazlasını kaybettiler, özellikle de 1939’dan 1975’e kadar süren uzun ve acımasız Francisco Franco diktatörlüğü sırasında dil ve kültürlerinden çok fazla şey yitirdiler.
Conn Hallinan | Counterpunch.org
Çeviri: Serap Şen | Dünyadan Çeviri
Şu anki bağımsızlık krizinin tarihi, İspanya Anayasa Mahkemesi’nin, sağcı Halk Partisi’nin zorlamasıyla İspanyol ve Katalan parlamentolarınca benimsenmiş olan özerklik anlaşmasını iptal ettiği 2010’a dayanıyor. O zamandan beri Katalanlar bağımsızlık yanlısı bir hükümet seçtiler ve 2014’te bağımsız cumhuriyet konusunda gayri resmî bir referandum zafer kazandı. 1 Ekim seçimi, bu seçimin resmî tekrarı olacak.
Ama referandumun arka planındaki daha başka gerilimler, Avrupa’nın dikkat kesilmesine neden oluyor: Referandumun sonucu İskoçya, Belçika ve İtalya gibi yerlerdeki diğer bağımsızlık hareketlerini etkileyecek ve oylamada AB’nin kemer sıkma, geriletici vergilendirme ve kamu kaynaklarının özelleştirilmesi gibi ekonomi politikaları da sınanacak.
2008 ekonomik krizi vurduğunda, İspanya kadar kötü darbe alan az ülke vardı. O dönem İspanya sağlıklı bir borç yüküne ve büyüyen bir ekonomiye sahipti ama bu ekonomi esasen, Almanya, Avusturya, Fransa, İngiltere ve ABD bankaları tarafından beslenen gayrimenkul spekülasyonuna dayanıyordu. Gayrimenkul fiyatları yüzde 500 şişmişti. Bu gibi balonlar patlamaya mahkumdur ve İspanya’daki balon büyük bir gürültüyle patlayarak ülkeyi AB troykası—Uluslararası Para Fonu, Avrupa Komisyonu ve Avrupa Merkez Bankası—tarafından dayatılan bir kurtarma paketini yutmaya zorladı.
Kurtarma paketinin bedeli ise—ki bu paketin çoğu, yaptıkları spekülasyonla balonun şişmesine kendileri neden olmuş olan bankalara borç ödemeye harcandı—yoğun kemer sıkma, ağır vergi artışları ve bir yorumcunun “sado-monetarizm” olarak adlandırdığı troyka dayatmalı politikalar oldu. Bu politikaların sonucu tam bir yıkım oldu. Ekonomi kafayı yedi, işsizlik yüzde 27’ye çıktı—gençlerde yüzde 50’nin üzerine—ve 400 bin kadar insan göç etmek zorunda kaldı.
Kemer sıkma yaygın sefalete neden olurken, solcu Podemos çıkış yaparak İspanya parlamentosunun üçüncü büyük partisi haline geldi ve şu anda İspanyol Sosyalist İşçi Partisi ile başa baş gidiyor. Madrid, Valencia ve Barselona dahil İspanya’nın büyük şehirlerinden birçoğunu Podemos ile ittifak yapmış belediye başkanları yönetiyor.
2015 seçimlerinde iktidardaki Halk Partisi çoğunluğu kaybetti ve şu anda muhafazakâr Katalan Ciudadanos Partisi ve ana Bask partisi ile ittifak halinde azınlık hükümeti olarak yönetiyor. Dolayısıyla Halk Partisi iktidarının kırılgan olduğunu söylemeye gerek yok.
İspanya ekonomisi 2014’ten itibaren büyümeye başladı, işsizlik azaldı ve İspanya ekonomik sağlığına kavuşma yoluna girdi. Veya en azından Halk Partisi ile AB’nin anlattığı hikâye bu.
İspanya yılda ortalama yüzde 3 ile AB’nin en hızlı büyüyen ekonomisi. Önümüzdeki yıla dönük tahminler yüzde 2,5 büyüme olacağı yönünde. İşsizlik yüzde 28’den—gençler arasında yüzde 50—yüzde 17’nin biraz üzerine geriledi.
Ama genç işsizliği yüzde 37 ile Avrupa’nın ikinci en yüksek seviyesinde ve ücretler halen 2008 krizi öncesindeki seviyelerini yakalayamadı. İspanya yılda 60 bin kadar istihdam yaratıyor ama bunların birçoğu geçici işler ve tam zamanlı işçilerle aynı haklara sahip değiller.
Bu “geçici işçi” stratejisi tüm kıtaya yayılmış durumda. 2013 ile 2016 arasında yaratılan 5,2 milyon istihdamdan 2,1 milyon kadarı geçici işler.
Ekonomideki bu “iyileşme” kısmen içten çıkarmaları kolaylaştıran ve tam zamanlı işçileri “geçiciler” ile değiştiren “çalışma reformları” yüzünden. Sendikal anlaşmalarla korunan tam zamanlı işlerden çok az korumaya sahip güvencesiz geçici işlere kayma oldu. Bu, ürünleri ucuz ve dolayısıyla daha çekici hale getirmiş olabilir ancak işçileri yoksullaştırıyor.
Strateji o kadar yaygınlaştı ki ekonomistler durumu tanımlamak için fizikten bir terim kullanıyorlar: histerezis, yani işsizliğin kalıcılaşması.
Histerezis, kuvvetin uygulandığı şeyi kalıcı şekilde bozması durumunu anlatıyor.
“İşsizlik uzun süre devam ettiğinde işgücü pazarının şekli değişiyor,” diyor Financial Times ekonomisti Claire Jones. “İşçiler giderek vasıfsızlaşıyor ya da teknolojinin veya diğer ekonomik güçlerin kendilerini gereksizleştirdiğini görüyorlar. Ekonomi düzeldiğinde ise yeniden dahil olamıyorlar. Uzun vadeli veya yapısal işsizlik seviyeleri yerleşiyor ve ekonominin potansiyeli kayboluyor.”
Kısacası histerezis, yaşam standartları düşen ve ekonomik olarak marjinalleştirilen, az (geçici, yarı zamanlı, düzensiz işlerde) çalıştırılan ve işsiz işçiler üretiyor. Aynı zamanda ekonomiyi nihai olarak zayıflatan çarpık bir döngü yaratıyor. Hükümetler, troykanın dayatmaları nedeniyle harcama yapmadığında, tüketicilerin de parası olmadığında, büyüme bir yere gelip duruyor veya öyle cılızlaşıyor ki genç nesilleri absorbe edemiyor.
Bu marjinalleştirilmiş topluluklar ve ekonomi kesimleri, Avrupa ve ABD’deki son seçimlerin de gösterdiği gibi, göçmen karşıtlığını kamçılamak için yabancı düşmanlığını ve ırkçılığı kullanan sağcılar için verimli bir zemine dönüşüyor.
İngiltere’nin AB’den çıkma referandumu ırkçılığa bağlandı ama göçmen karşıtlığı Brexit referandumunda gerçekten bir rol oynamış olmasına rağmen, bu argüman olan biteni aşırı basitleştiriyor. Brexit için verilen oyların çoğu, yabancı düşmanlığı olmaktan çok, ülkenin kimi toplumsal kesimlerini toptan kendi haline terk eden büyük siyasi partilerin reddi idi.
Bu, özellikle, sendikal hareketle göbek bağını koparan ve serbest ticaret ve küreselleşme temelli neoliberal politikaları benimseyen eski Başbakan Tony Blair ve “Yeni İşçi Partisi” tarafından uygulamaya konan politikaları içeriyor.
Ancak Brexit yönünde oy verenlerin çoğu birkaç ay sonra sandığa gittiklerinde İşçi Partisi’ni ve Jeremy Corbin’in sol programını desteklediler. Kemer sıkma politikalarının uzatmalı hükümranlığına son verme, ücretsiz üniversite, gelişmiş sağlık hizmetleri ve ulaşımın yeniden kamulaştırılması seçenekleri sunulduğunda İşçi Partisi’ne oy verdiler ve yabancı düşmanlığının önüne set çekildi.
İspanya Halk Partisi mevcut ekonomik düzelmenin kemer sıkma ve emek piyasası politikalarının doğrudan sonucu olduğunu iddia ettiğinden, diğer AB oyuncuları Katalan referandumuna dikkat kesildiler. Referandum Katalan bağımsızlığı için kötü biterse—ve anketler şu anda yüzde 48 karşısında 42 ile yenileceğini gösteriyor—Halk Partisi sadece Katalan ayrılıkçılığı konusunda değil partinin ekonomiyi ayağa kaldırma stratejisi açısından da zaferini ilan edecek.
Fransızların dikkatle gözlediği kesin. Yeni seçilen Başkan Emmanuel Macron, Fransız parlamentosunu baypas eden başkanlık kararnameleri üzerinden uygulama niyetinde olduğu benzer bir kesinti ve çalışma “reformları” programı hazırlıyor.
Halk Partisi’nin kazanması troykanın da çıkarına çünkü İspanya’da uygulanan ve başarı diye sunulan birkaç sonucu bile sorgulamaya açık olan kemer sıkma formülünün işe yaradığının kanıtı sayılacak. Örneğin düşük enerji fiyatları ve zayıf bir avro, İspanya ekonomisinin düzelmesinde sosyal hizmetlerdeki kesintilerden ve çalışma yasalarının altüst edilmesinden daha fazla etkili oldu.
Halk Partisi bugünlerde başarılı olmalı ama aslında anket rakamları düşüşte. Hala İspanya’daki birinci parti ama bu yalnızca yüzde 31 oya denk geliyor. İspanyol Sosyalist İşçi Partisi ile solcu Podemos birlikte yüzde 40’ın biraz altını topluyorlar.
Halk Partisi’nin başındaki dertlerden biri, İspanyolların bu son ekonomik “iyileşme” ile ilgili bir sıkıntı olduğunu anlamaları ama bir yandan da partiye yönelik, hem de Başbakan Mariano Rajoy’u bile mahkemelere düşüren yolsuzluk suçlamaları da var. Rajoy, bir süre önce partisinin önde gelen bazı üyelerine yönelik bir rüşvet ve yolsuzluk davasında mahkemeye ifade vermek zorunda kaldı.
Yolsuzluk konusunda sosyalistlerin de sicili bozuk olmasına rağmen, kamuoyunun dikkati şu anki davaya kilitlenmiş durumda çünkü dosyada adeta Sopranos dizisini hatırlatan olaylar var. Kilit sanık, Marlon Brando’nun Baba filminde oynadığı karakter olan Don Vito adıyla çağrılmaktan hoşlanan Francisco Correa. Ortaklarından ikisi ise Bıyık ve İnci olarak biliniyor. Correa ile birlikte 11 kişi halihazırda yolsuzluk ve rüşvetten hüküm giymiş durumda ama Correa aynı zamanda bir rüşvet fonu oluşturmaktan da yargılanıyor. Rajoy, kendisine şu ana dek herhangi bir suçlama yöneltilmese de bu davada tanıklık yaptı.
CIS Institute tarafından yapılan bir anket, İspanyol seçmenlerin neredeyse yüzde 50’sinin yolsuzluk konusunda derin şekilde kaygı duyduğunu ve bu duygunun Halk Partisi’nin oylarını aşağı çektiğini ortaya koydu.
Sol ve merkez sol partiler ise Katalan meselesinde bölünmüş durumda. İkisi de ayrılıkçılığa karşı çıkıyorlar ama çok farklı açılardan. Podemos 1 Ekim’de “hayır” oyunu zorluyor ama Katalanların kendi inisiyatifine sahip olma hakkını destekliyor. Podemos’un ilerici siyasi programı ile birlikte bu pozisyonu, onu Katalunya’daki birinci parti haline getirdi.
Sosyalistler Katalan ayrılıkçılığına, hatta Katalanların bu konuda seçime gitmesine bile geleneksel olarak karşı çıkmışlardır. Ama bu pozisyon, Sosyalistlerin sağ kanadının yönetimde darbe yaparak sol kanadı devirmesi ile partide geçen yıl başlayan büyük altüstlükten bu yana yumuşadı. Ama sağ kanat Sosyalistler Rajoy’un azınlık hükümeti kurmasına ve kemer sıkma politikalarına devam etmesine olumlu oy vererek büyük bir hata yaptılar. Bu hamle parti saflarına fazla geldi ve sağ kanadın geçtiğimiz Mayıs ayında devrilerek sol kanadın yeniden yönetime getirilmesine neden oldu.
Sosyalistlerin inisiyatife (referanduma) izin vermeyi değerlendirme istekliliği, kısmen basit bir matematik hesabına dayanıyor. Partinin Katalan bağımsızlığına karşı çıkması bu bölgede neredeyse tamamen silinmelerine neden olmuştu ve İspanya’da hiçbir Sosyalist Parti Katalunya’yı kazanmadan iktidara gelememiştir.
1 Ekim’de ne olursa olsun, İspanya 1977’de demokrasiye geçilmesinden bu yana olduğu gibi bir ülke olmayacak. İki partinin hâkim olduğu eski parlamento düzeni sona erdi ve Katalan meselesinde bir kayma olduğu da genel bir kabul. Rajoy bile, ki kendisi 1 Ekim referandumunu engellemek için orduyu kullanmayı veya bölgeyi Madrid’den yönetmeyi değerlendirebileceğini bile ima etmişti, Barselona’ya Bask özerk bölgesi ile aynı anlaşmayı teklif etti. Bu, Katalanların şu an yapamadığı vergi toplama hakkını da içeriyor.
Rajoy’un teklifinde bir ironi yok. Katalanlar aynı teklifi 2012’de yaptığında Rajoy ve Halk Partisi tartışmamıştı bile. Katalanların 5 sene önce yaptığı teklifi şimdi Rajoy’un önermesi meselenin evrimini gösteriyor.
Anketler—bugünlerde pek güven olmuyor ama—inisiyatifin yenilgiye uğrayacağını gösteriyor ama durum değişken. Rajoy’un son teklifi ve Sosyalist İşçi Partisi’nin pozisyonundaki yumuşama Katalanların çoğunluğunu bir şekilde anlaşmaya varılabileceğine ikna edebilir. Genç Katalanlar bağımsızlık yanlısı ama yaşlılar ne olacağı belli olmayan bir gelecekten rahatsızlar.
Öte yandan Rajoy’un fazla sert çıkması “hayır” oyunu güçlendirir.
Avrupa Birliği kendi başına sardığı bir krizin içinde. Üyelerinin ekonomik krizle farklı stratejiler izleyerek baş etmelerine izin vermeyip bunun yerine tek bir yol dayatan ticaret grubu, şimdi kendi birliğini tehdit eden merkezkaç kuvvetlerinin ortaya çıkmasına neden oldu.
AB’nin doğu üyeleri istikrar adına demokrasiyi tırtıklamaya başladılar. Güney üyeleri ise ekonomilerine derin ve muhtemelen kalıcı hasarlar veren kemer sıkma rejimlerinden ayağa kalkmaya çalışıyorlar. Almanya ve Fransa gibi güçlü ekonomilere sahip ülkeler bile kendi halklarının daha iyi yaşam koşullarına yönelik arzularını bastırmaya çalışıyorlar.
Katalan bağımsızlık referandumu bu zıt akımlardan birçoğunu yansıtıyor ve İberya’nın sınırlarının ötesinde etkilere sahip olması muhtemel.