Yasak cazip gelebilir birkaçımıza. Belki de çoğumuza.
Fakat yine de kim girer daha yeni çocuğunu kaybetmiş ebeveynlerin çocuk odasına?
Ancak ve ancak ne yaptığını bilmeyen ya da bilip de acısını paylaşamayacak kadar empati yoksunu olanlar yapabilir böylesi bir şeyi.
Her metrekaresi acılarla dolu adamızın hassas bir döneminde insanların acıları ile alay edermişçesine açılmış olan bir alandır Maraş benim gözümde. Yıllardır Maraş’ın neden hassas bir alan olduğunu anlatmaya çalışan birçok birey ve sivil toplum örgütü vardır adamızda. Yazının sonuna en son izlediğim ve çok şey öğrendiğim bir link bırakacağım, ilginizi çekerse izleyebilirsiniz.
Kabul ediyorum; Kıbrıs’ta olsam, yıllarca yattığım yatağın beş metre ötesinde olan ve çocukluğumun gizemli olaylarını sakladığım Hayalet Şehir’e sonunda erişebilmenin oluşturduğu merak duygum zihnimi gurdisleyip duracaktı.
Maraş’ın açılan kısımlarına gitmek mi, gitmemek mi daha doğru olur sorusunun yanıtını herkesin kendi vicdanı ve bilgi dağarcığının verebileceği bir konu olduğunu; fakat toplumsal olarak bu konuyu toplumsal platformlarda daha çok tartışmamız gerektiğini düşünüyorum.
Biz kabul etsek de etmesek de bu adanın her metrekaresi paylaşılmış bir tarihin hüzünleri ile doludur. Her adımımızda adada bulunan ve yaşayan herkesin hassasiyetlerini göz önünde bulundurmalıyız.
“18 bin 697 kişi Kapalı Maraş’ın açılan bölümlerine ziyarette bulundu!” haberindeki sayıyı artırmaktansa, Kapalı Maraş’a çeşitli sebeplerden girmeyi protesto eden Kıbrıslı Türklerin arasında olmayı tercih ederim.
Ne zaman sosyal medya ve basında Kıbrıslı Rumların toplumsal travmalarından ve hassasiyetlerinden bahseden bir Kıbrıslı Türk görsem, yorumları okumaktan kendimi alamıyorum. Yorumların en revaçta olanı da tahmin edersiniz ki ‘Vatan Haini – Rumcu’ dur.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin elinde Maraş gibi bir bölge olsaydı ve yıllarca kapalı kaldıktan sonra Kıbrıs hükümeti, daha doğrusu Yunanistan hükümeti tarafından açılmış olsaydı; Maraş’ın içinde Türk bayrakları ile koşanlar, Rum milliyetçilerle rolleri değiştirip,Rum milliyetçiler yeni açılan alanda Yunanistan bayrakları ile cirit atarken Türk milliyetçileri de Türkiye bayrakları ile sınırda koşacaklardı.
“Kıbrıs Yunan olamaz!” ve benzeri sloganlar atacaklardı yine.
Sağcı Kıbrıslı Türk politikacılar da Kıbrıs Türk toplumunun hassasiyetlerinden ve travmalarından bahsedip duracak,bir çok savaş mağduru yeniden travmatize olacak, kaybettikleri yakınlarını, anıları ve ellerinden alınan mülklerini hatırlayacaklardı.
Birçoklarının ‘Vatan Haini – Rumcu’ dedikleri adada yaşayan toplumları bu yükten arındırmak ve adada kalıcı barışa doğru biran evvel adımlar atmasını sağlamak için mücadele eden bireyler veyahut kuruluşlardır.Hangi tarafın attığından bağımsız, bu adada atılan her milliyetçi adımın, adada yaşayan toplumların sırtındaki yükü her geçen gün artırdığını ve yüktün toplumları, “herkesin” barış ve huzur içinde yaşamayı hayal ettiği geleceğe yürümekten alıkoyduğunu dile getirdiler yıllarca.
Bizler sukünetimizde boğulurken, Yakında yeni açılan Maraş’ın içindeki bir mescidi tadilat edip, odasına bile girmekten çekinen ebeveynlerinin gözleri önünde ölmüş bebeğin namazını kılacaklar.
Bu mudur adada yaşayan “HERKESE” huzuru getirecek olan hamleler?
Ben adamın geleceği için çok huzursuz oluyorum sayenizde!
Eğer adada kalıcı barışa doğru adımlar atmak istiyorsak geçmişteki yaraları tazelemek değil iyileştirmek gerekir.
2015’te sözü verilip de açılması üç yılı bulan Derinya Kapısı’dır aslen barışa katkıda bulunan!
Derinya Kapısı’nın bu kadar geç açılmasının sebebi de Türkiye’nin adaya barışı ve huzuru getirmeyi samimiyetle istememesindendir.
Bu yüzden de Kapalı Maraş’ı iki günde, hiçbir sağlık önlemi almadan, tüm Mağusa’nın fare istilasına uğramasına sebep olarak açmanızı, bunu daha güzel bir gelecek için yaptığınızı söylemenizi ve Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul parklarında piknik yapmayı yasakladıktan sonra, inat savaşlarından beslenen Erdoğan’ın, Maraş’ı kendisine malzeme yapıp Tatar’a Maraş’ta piknik yapma EMRİNİ vermesini samimi bulmuyor, adamızda böyle bir şey yaşanacağı için utanç duyuyorum.
Gazinolarımız, insan ticareti ve cinsel sömürü yuvası gece kulüplerimiz, altın kumda birlikte yüzdüğümüz plastikler, milliyetçilik ve tek yanlı tarih anlatısı içeren müzelerimiz, darmadağın, estetik yoksunu şehirlerimiz, oyduğumuz dağlar, bilinçsizce ‘restore’ ettiğimiz bin yıllık taşlar yetmezmiş gibi, böylelikle Maraş’ı da eklemiş olduk HÜZÜN TURİZMİ listemize!