Kıbrıs’ın kuzeyindeki statükonun devam etmesi mümkün değildir. Ekonomik koşullar bizleri yeni bir siyasi yolculuğa zorlamaktadır. Bu yolculuğa çıkarken, ne istediğimizi ve istediklerimizin gerçekleştirilmesi için hoşumuza gitmeyecek tercihler yapmak durumunda kalacağız.
Hal böyleyse istediğimizi elde etmek için direnmeye hazır mıyız?
Bugüne kadar geldiğimiz noktadaki bir resme bakalım…
Ekonomi kötüleşiyor.
– Turizm ve yükseköğretim sektörleri üzerinde oluşturduğumuz bağımlılığımız bizi çıkmaz sokakta bıraktı. Mevcut ekonomik paradigmamızın biçimi nedeniyle, ithal edilen kitlenin tüketim üzerinden ekonomideki çarpanı sıfırlanmış durumda.
– Bunun yanında sosyal devlet konusunda yıllardır hiçbir çalışma yapmadığımız için, ortaya çıkan yoksulluk sorununa dair bir önlem alacak etkin bir mekanizmamız yok. Binlerce kişi, sıradan vatandaşların gıda destek paketlerini kabul ederken, bir kişi bile hükümetin yoksulu savunması gerektiğine dair tepki koymuş değil.
– Sektörler arası asimetri sosyal adaleti zedeliyor. Kamuda örgütlülük sayesinde kazanımların, diğer sektörleri kapsamaması nedeniyle özel sektör emekçisi 1500TL desteğe muhtaç durumdayken, hali hazırda maaş kesintileri gerçekleşiyor. Başka bir deyişle, emek sömürüsü daha yaygın bir hale geldi. Sınıflar arası uçurum genişliyor. Bu uçurum genişlerken, “sol bürokrasi” cılız açıklamalardan daha geniş bir açılım getiremiyor.
– Türk Lirası kullanmak zorunda olduğumuzdan dolayı, alım gücü geriliyor. İthalata dayalı ekonomimiz, Türkiye’den dahi yaptığı ithalatı dolar cinsinden yapmak zorunda. Bu durumda ithalatçılar kur riskini de hesaba katarak alımlarını gerçekleştiriyor ve doğal olarak son fiyat artıyor. Tüketici de mecburen bunun bedelini ödüyor. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, swap işlemleri ile günü kurtarmaya çalışırken, rezervlerdeki erime bir sente dahi muhtaç duruma gelindiğini doğruluyor.
– İç ve dış etkenler çerçevesinde, sermayenin ajandasını mutlak doğru olarak okuyan ana akım siyasi partiler, emek ve istihdam konularında tarafını sermayeden yana seçmiş durumda.
– Sendikalaşmış, “memur proletarya”, prekarya işçinin radikal arzularının sesi olmaktan çok uzakta.
Oysa ki, prekarya koşullarda çalışanlar yani güvencesizler özel sektörün en kırılgan kesimini temsil ediyor. Ancak kimse bu kesimin yanında durmuyor. Bu kesim de kendi arasında örgütlenemiyor. Ay sonu maaşını bilmeyenler, her an işsiz kalma korkusu yaşayanlar, öfkelerini sosyal medya paylaşımlarında yapıyor; bazen de başına bir iş gelir diye yapamıyor.
Diyalog az olunca, çıkış yolu da sunmak kolay olmuyor.
Oysa ki, yeni bir paradigma oluştururken bunun merkezine sosyal adaleti, eşitliği, dayanışmayı ve ekolojik sürdürebilirliği yerleştirmenin tam zamanı. Üstelik bunu sınırların içinde değil, sınırların ötesinde gerçekleştirmek gerek.
Evrensel olarak dile getirip, milli sınırlarla kısıtladığımız çerçevenin artık genişleme zamanı.
Sosyal, politik ve ekonomik adalet ve eşitlik ekseninde slogandan öteye çözümler üretmenin zamanı.
Bunca kutuplaşmaya rağmen, kutuplaşmak yerine dayanışmak için iletişim kanallarını sonuna kadar açıp, dayanışmak için düne dair aklımızdaki tüm sınırlandırmaları, ideolojik fraksiyon farklılıklarını aşmak için irade göstermenin tam zamanı.
Dünün dünyasının farklılıklarını bugünün dünyasında taşımak yerine, emeği, ekolojik krizi ve yeni bir sosyal devlet tahayyülünü ortaya koyacak bir işbirliğini kurmak ve bunu ada yarısının ötesine, adanın tümüne ve bölgede yaşayan diğer ilerici unsurlarla da birleştirmek gerekiyor.
Böylesi bir makro projeyi gerçekleştirmeyi anlayıp, aktarabilecek yeni bir dalgaya ihtiyaç var. Bu dalgayı yaratmak COVID19 sürecinin sonunda mağdur olan insanları anlayan ve onlarla birlikte konuşabilecek bir yerden geleceğini öngörüyorum. Ancak böylesi bir irade gösterecek ve bu iradede ortaklaşacak siyasi olgunluğa sahip miyiz? işte onu bilemiyorum.
Hal böyle olunca, ya bir direniş örgütlenir ya da emekçiler yoksullaşır, ekolojik kriz yaklaşır, insan hak ve özgürlükleri kısıtlanır. Bu sırada sermayenin her zamankinden daha acımasız halde yönettiği bir dünyada dış kapı mandalı olarak hayatımıza devam ederiz…