Nobel barış ödülü kazanan Nadia Murak, İslam Devletinin elinde yaşadıklarından insan hakları savunucusu olmaya giden yolculuğunu anlatıyor.
Köle marketi gece başlardı. Militanların alt katta kayıt altına alındıkları ve örgütlendikleri kargaşayı duyabiliyorduk ve ilk erkek odaya girdiğinde tüm kızlar çığlık atmaya başlardı. Bir patlama sahnesine benziyordu. Çığlık atıyor, katlanıyor ve zemine kusuyorduk ancak hiçbiri militanları durdurmuyordu. Biz çığlık atıp yalvarırken, onlar odanın etrafında dolaştılar. Önce en güzel kızlara yöneldiler, “Kaç yaşındasın?” Diye sordular ve saçlarını ve ağızlarını incelediler. “Bakireler değil mi” diye bir gardiyana sordular o ise bir satıcının ürününden duyduğu gururlar “elbette!” diyerek başını salladı. Militanlar istedikleri yerimize dokunuyor, bir hayvanmışız gibi ellerinni göğüslerimiz ve bacaklarımızda gezdiriyorlardı.
Militanlar odada dolanırken, kızları inceleyip onlara Arapça veya Türkmen dilinde sorular sorarken bir kaos hali vardı.
Militanlar “Sakin olun” diyerek bize bağıyordu. “Sessiz olun!” Ancak onların emirleri, bizlerin sadece daha yüksek sesle çığlık atmamıza neden oluyordu. Eğer bir militanın beni alacağı kaçınılmazsa, bunu onun için kolaylaştırmazdım. Bana uzanan ellerini tokatlarken inleyerek çığlık attım. Diğer kızlarda ayınısını yapıyor, bedenlerini bir top gibi zeminde kıvrılıyıor veya kendilerini kız kardeşlerinin ve arkadaşlarının üstüne atarak korumaya çalışıyorlardı.
Orada uzanırken, başka bir militan önümüzde durdu. Üst rütbeli bir militan olan Salwan, başka bir kızla, Hardandan gelen gençi bir Yezidiyle geldi. Salwan, kızı burada bırakarak onun yerine başka bir kız almayı planlıyordu. “Ayağa kalk” dedi. Kalmayınca bana tekme attı. “Sen! Pembe ceketi olan kız! Sana, ayağa kalk dedim!”
Gözleri, neredeyse tamamen saçlarla kaplı gibi görünen geniş yüzünün etine batmış gibiydi. Bir insana benzemiyordu – bir canavara benziyordu.
Sinjar’a [kuzey Irak’ta] saldırmak ve kızları seks kölesi olarak kullanmak, savaş alanında açgözlü bir asker tarafından kendiliğinden verilen bir karar değildir. İslam Devleti herşeyi planladı: evlerimize nasıl geleceklerdi, hangi kızlar daha çok veya daha az değerliydi, hangi militanlar sabaya (seks kölesi) teşviğini hakedecek ve hangileri ödeyecekti. Yeni üyeler almak için kendi şaşalı propaganda dergileri, Dabiq’de bu konuyu tartıştılar. Ancak İsis, üyelerinin düşündüğü kadar orijinal değildi. Tecavüz, tarih boyunca bir savaş silahı olarak kullanılmıştır. Ruanda’daki kadınlarla ortak bir şeylere sahip olacağımı hiç düşünmemiştim – bütün bunlardan önce, Ruanda diye adlandırılan bir ülkenin var olduğunu bilmiyordum – ve şimdi onlara bir savaş suçunun kurbanı olarak mümkün olan en kötü şekilde bağlıyım. Dünyada hiç kimsenin İsis’in Sinjar’a gelmesinden 16 yıl öncesine kadar işledikleri için yargılanmadığından bahsetmek çok zor.
Alt katta bir militan, bir kitabın işlemlerini, isimlerimizi ve bizi ele geçiren militanların isimlerini yazarak kaydediyordu. Salwan tarafından alınmayı, ne kadar güçlü göründüğünü ve çıplak elleriyle beni ne kadar kolay ezeceğini düşündüm. Ne yaptığı ve ne kadar direndiğim önemli değildi, onunla asla savaşamazdım. Çürümüş yumurta ve kolonya kokuyordu.
Yere, yanımda yürüyen militanların ve ayak bileklerinin ayaklarına ve ayak bileklerine bakıyordum. Kalabalığın içinde bir çift erkek sandalet ve ayak bilekleri gördüm, bunlar neredeyse kadınsıydı, ve ben ne yaptığımı düşünmeden kendimi o ayaklara doğru fırlattım.
Yalvarmaya başladım. “Lütfen, beni yanına al,” dedim. “Ne istersen yap, ben sadece bu devle gidemem.” İnce adamın neden anlaştığını bilmiyorum, ama bana bir baktığımda, Salwan’a döndü ve “O benim.” Dedi. Salwan onunla tartışmadı.
Sıska adam Musul’da bir yargıçtı ve kimse ona karşı olmadı. İnce adamı masaya kadar takip ettim. “Adın ne?” Diye sordu bana. Yumuşak ama cansız bir sesle konuştu. “Nadia,” dedim ve kayıt memuruna döndü. Adam militanı hemen tanıdı ve bilgimizi kaydetmeye başladı. İsimleri yazarken “Nadia, Hacı Salman” diye yazıyordu – ve benim sahibimin adını konuştuğunda, sanki korkmuş gibi sesini biraz aldatmış gibi hissettim ve büyük bir hata yapıp yapmadığımı merak etmeye başladım.
Nadia Murad sonunda onun İsis’de onu tutsak edenlerden kaçtı. Irak’tan kaçırıldı ve 2015 yılının başında Almanya’ya bir mülteci olarak gitti. Daha sonra aynı yıl insan kaçakçılığı konusunda farkındalık yaratmak için kampanya başlattı.
Kasım 2015’te, isis’den bir yıl ve üç ay sonra yaşadığım yer olan Kocho’ya geldim, Almanya’dan azınlıklarla ilgili bir BM forumuna katılmak için İsviçre’den ayrıldım. Hikayemi ilk defa büyük bir izleyici kitlesinin önünde anlatıyordum. Her şeyden bahsetmek istedim – Isis’ten kaçanrken susuzluktan çocuklar, hala dağda kalan aileler, esaret altında kalan binlerce kadın ve çocuk ve kardeşlerimin katliamların olduğu yerlerde gördüklerinden. Yüzbinlerce Ezidi kurbandan sadece biriydim. Topluluğum dağıldı, Irak’ın içinde ve dışında mülteci olarak yaşıyordu ve Kocho hala Isis tarafından işgal altındaydı. Yezidilere ne olduğunu duymak için dünyanın ihtiyacı olan çok şey vardı.
Onlara, yapılması gereken daha çok şey olduğunu söylemek istedim. Irak’ta dini azınlıklar için güvenli bir bölge kurmamız gerekiyordu; İsis’e – liderlerinden tabanına kadar – destek verenlere soykırım ve insanlığa karşı suçlardan dolayı dava açmak gerekiyordu; ve tüm Sinjar’ı özgürleştirmek gerekiyordu. Hacı Salman’a ve bana tecavüz edildiklerime ve tanık olduğum tüm suistimallere izleyicileri anlatmalıyım. Dürüst olmaya karar vermek, şimdiye kadar yaptığım en zor kararlardan biri ve aynı zamanda en önemlisidir.
Konuşmamı okurken titriyordum. Olabildiğince sakin bir şekilde, Kocho’nun nasıl ele geçirildiğini ve benim gibi kızların sabaya olarak nasıl alındığını anlattım. Onlara nasıl defalarca tecavüz edildiğimi ve dövüldüğümü ve nasıl sonunda kaçtığımı anlattım. Onlara öldürülen kardeşlerimi anlattım. Hikayeni anlatmak hiç bu kadar kolay olmuyor. Her konuştuğunuzda, onu yeniden yaşarsınız. Birine bana bir adamın tecavüz ettiği kontrol noktasını anlattığımda, ya da battanıyenin altında yatarken karşıda Hacı Salman’ın kırbacını hissettiğimde veya kararan Musul gökyüzünde komşulardan bir yardım işareti aradığımda, yaşadığım tüm terör anlarına geri dönüyorum. Diğer Yezidiler de bu hatıralara geri dönüyor.
Dürüst bir şekilde anlattığım hikayem ve gerçek anlamda, terörizme karşı sahip olduğum en iyi silah, ve bu teröristler yargılanana kadar kullanmayı düşünüyorum. Hala yapılması gereken çok şey var. Dünya liderleri ve özellikle Müslüman dini liderler, ezilenleri ayakta tutmak ve korumak zorunda.
Kısa konuşmamı yaptım. Hikayemi anlatmayı bitirdiğimde konuşmaya devam ettim. Onlara konuşma yapmak için yetiştirilmediğimi söyledim. Onlara her Yazidi’nin İsis’i soykırımdan yargılamak istediğini ve t savunmasız insanları korumaya yardımcı olma gücüne sahip olduklarını söyledim. Onlara, bana tecavüz eden adamlarla göz göze gelmek ve adaletin tecelli ettiğini görmek istediğimi söyledim. Her şeyden çok, onlara, dünyada benim gibi bir hikayesi olan son kız olmak istiyorum, dedim.
* Nadia Murad, 2014 yılının Ağustos ayında, diğer Iraklı kadınlarla birlikte, kuzey Irak’ın Sinjar kentindeki Kocho köyü İsis tarafından saldırıya uğradığında kaçırıldı. Kız kardeşleri ile birlikte yakalandı, altı erkek kardeşi ve annesini kaybetti. Kongo jinekolog Denis Mukwege ile birlikte 2018 Nobel barış ödülü aldı. Bu, otobiyografisinde Virago yayınlarından çıkan Son Kız: Esaret Benim Hikayem ve İslam Devletine Karşı Mücadelem‘den bir alıntıdır.
Çeviren: Mertkan Hamit
Kaynak: https://www.theguardian.com/commentisfree/2018/oct/06/nadia-murad-isis-sex-slave-nobel-peace-prize?CMP=fb_gu