Dünyanın hep batısına bakmaktan biraz uzaklaşmak isteyince yolumuz bir anda İran’a çıktı. İçinde yaşadığım Mağusa kenti aslında ufak da olsa bir İran toplumunu barındırmaktadır. Doğunun derin kültürel birikimine sahip İranlılarını kentimizde gerek öğrencilik yaşamlarından gerekse sonrasında yerleşik hayatlarındaki iş dünyasından tanıyoruz. Okulunu bitiren gençlerin bir kısmı adamızda yerleşirken gerek akademik yaşama gerekse iş hayatlarına burada başlıyorlar ve aileleriyle beraber günlük hayatta kendilerini gösterirlerken çok güzel dostluklara da imza atıyorlar. 110 dilden fazla dilin konuşulduğu çokkültürlü yapısı içinde Mağusa kenti, geçmiş günlerini ararken doğu kültürleriyle yüzyıllar sonra tekrar tanışmaya başlıyor.
Ondördüncü yüzyılda doğu ile batı arasında mevcut limanı nedeniyle ticaretin merkezi haline gelen Mağusa’da doğu toplumlarının izlerine her zaman rastlayabilirsiniz. Ermeniler, Yahudiler, Süryaniler, Karmelitler, Nasturiler, Filistinliler ve daha niceleri gelip geçmiş ve kültürlerini bırakmış buralarda. Yediğimiz yemekten, kullandığımız sözcüklere kadar onların etkilerini her yerde görebilirsiniz.
Belki de bu etkileşimden dolayı da yıllardır düşünüp gerçekleştiremediğimiz doğuyu tanımaya İran’dan başlamaya karar verirken, oradan bu denli etkilenebileceğimi düşünmemiştim. Modern tıbbın içinde çok önemli yeri olan İbni Sina’nın, Selçukluların dünya siyasi tarihinde iz bırakmış Veziri Nizam ül Mülk’ün, rubaileri ve astronomiye yaptığı katkılarıyla Ömer Hayyam’ın ayak izlerini İran’ın büyük bir kısmını kaplayan çölleri içindeki İsfahan’da bulmanın tadı elbette bir başkadır. Onların bıraktıkları eserleri ve yarattıkları etkinin halen İranlıların içinde yaşadığını İsfahan’da hissedebilirsiniz. Yahudi ve Ermeni toplumlarıyla beraber kiliselerin, sinagogların ve camilerin birbiriyle yüzyıllardır uyum içinde birlikteliğine İsfahan’da şahit olursunuz. İbni Sina’ya verdikleri değeri ve onun adına kurdukları üniversitede modern tıbbın geliştirildiğini söylemek de çok zor olmasa gerek.
Hele de onbeş milyonu geçen nüfusuyla başkent Tahran ve diğer kentlerde ezan sesini duymadan bir İslam Cumhuriyetinde bir hafta geçireceğimi söyleseler inanmazdım! Göze çarpan dördü beşi geçmeyen Tahran’daki cami sayısını oraya gitmeden kim tahmin edebilirdi ki! Uzun yıllar önce ‘çevreye’ verdiği rahatsızlıktan ötürü ezan camilerden ses yükseltici cihazlar kullanılmadan okunmaktadır.
Doğu kültürlerine ait öğeleri, islama veya diğer dinlere ait olup olmadığına bakılmaksızın, sadece günlük hayatın gerçekliğinde değil ayni zamanda müzelerinde de yaşatan İran çok kültürlülüğü içine sindirmiş bir üniter devlet… Ülkenin kuzeyinden güneyine onlarca dilin konuşulduğu, çeşitli ulusların ve dinlerin bir harmonisi olan İran ülkesi ABD’nin yıllarca süren ambargoları ve buna uymaya zorlanan batılı ülkeler ve çokuluslu şirketlerin yaptırımları ise son günlerde gittikçe daha da artmaktadır. Buna karşın İran’ın günlük yaşamında ne İran Riyalinin değer kaybı ne de ambargolardan ya da yaptırımlardan dolayı yaşanan sıkıntıları konuşan birilerine pek kolay rastlayamazsınız. Mevcut sıkıntıları kendi üretimleri ve emekleriyle aşmaya çalışan insanların kendi işinde gücünde koşuşturması, Tahran trafiğini çoğu zaman kilitlemektedir. Bir arabanın benzin deposunu 15 TL karşılığında doldurup, 3-4 bin dolara ön planda Fransız ve Japon arabalarının satıldığı bir ülkede kaçınılmaz olarak trafik de en büyük sıkıntı olarak başkentlilerin yaşamını etkiliyor.
Çok merak ettiğim diğer bir konu da, otoriter, baskıcı ve islami kuralların öne çıktığı bir rejimle yönetildiğini düşündüğüm bir ülkede bunların simgeleriyle sürekli ve nasıl karşılaşacağımdı. Uçak alanına inişle başlayan ve iç hatlardaki uçuşlarla devam eden İran seyahatimde sarıklı/cübbeli bir din adamı, polis ya da askerlerle herhangi bir kamusal alanda ya da sokakta karşılaşmamış olmam beni oldukça şaşırtmıştı! Hatta oranın tatil günü olan ve kutsanan Cuma gününde dahi dini motifleri içeren ne bir ses ne de bir kıyafet ortalarda dolaşmıyordu.
Yasakların çok ön planda olacağını düşündüğüm İran’da gece davet edildiğim evde herkesin en şık yazlık kıyafetleri ve alkolun her çeşidiyle bizleri ağırladığı da ayrı bir vakaydı benim için!
İnsanların doğunun kültürel birikimine ve misafirperverliğine sahip yapısını ilk karşılaşmanızda hissedersiniz. Kadınların kıyafetlerinde saçlarının sadece üçte birini örten bir şalın altında modern kıyafetleri çok dikkat çekicidir. Köktenci islamın daha çok Arap kültürüne ait siyah renkli kapalı kıyafetlerle örtülmüş ya da pardösülü kadın modellerini görmeniz ancak Tahran’a dıştan gelen insanların kıyafetlerinde ve de oldukça nadiren rastlayabilirsiniz.
Geleneksel kapalı çarşılarını her bölgede sıkça görürsünüz. Burada İran’da üretilen ya da uzak doğudan gelen ürünleri bulabilirsiniz. Özellikle el yapımı ipek İran halıları çok dikkat çekicidir. Ayrıca Tahran’ın özellikle kuzey tarafı da büyük alış veriş merkezlerinde batılı markaların tümüne ev sahipliği yapmaktadır.
Yemekleri içinde gramla satılan safrandan yapılan sarı renkli pilavları ve şişlik denilen bizim kuzu pirzola en çok sevilenleri arasında. Şiş köfteleri, sebzeli pilavları, her türlü çorbaları günlük yiyebileceğiniz yemekler içinde.
Önümüzdeki günlerde İran, Türkiye ve Rusya ile Tahran’da üçlü zirveye ev sahipliği yapacak. Bundan bağımsız olarak, Amerika’nın ambargo ve uluslararası topluma yaptığı yaptırım çağrıları da artarak devam edecek gibi duruyor. İran’ın çokuluslu ve çokkültürlü üniter devletini içten içe karıştıracak yeni planları, ‘ülkeye demokrasi getirilmesi’ zemininde ya da ‘nükleer silahların üretimi’ karşıtlığında bekleyebilirsiniz. Bu ve benzeri müdahalelerle on yıllardır yaşayan İran İslam Cumhuriyeti’nin bu kez tüm bunlara karşı neler yapabileceği, şimdiden tüm dünya için merak konusu olmaya devam edeceğe benziyor.