İnsan haklarına gösterilen onca hürmet – neredeyse insanı korkunç, iğrenç konumlar almaya zorluyor. Bu, konuştuğumuz sefilce dönemi belirleyen ahmakça düşünceye o denli bağlı ki. Tamamen bir soyutlamadan ibaret. İnsan hakları, iyi de, ne demek?
Tamamen soyutlamadan ibaret, içi boş. Bu tam da az önce arzu hakkında söylediklerimiz veya en azından, benim arzuya ilişkin olarak anlatmaya çalıştığım şey. Arzu, bir şeyi alıp kaideye koyarak, hey, işte bunu arzuluyorum demek değildir. Mesela özgürlüğü vesaireyi arzulamayız; bu hiçbir şey demek değildir. Kendimizi durumlarda buluruz.
Bugünün Ermenistan’ını düşünelim, yeni bir örnek. Oradaki durum nedir? Doğru anladıysam –yanlışsam lütfen beni düzeltin, ama düzeltmeseniz de pek fark etmez – başka bir Sovyet cumhuriyetinde bulunan bir iç bölge [enclave], bir Ermeni bölgesi var. Bir Ermeni Cumhuriyeti var ve bir de kuşatılmış iç bölge. İşte, bu bir durum. Birincisi, Türklerin ya da Türk halklarının, emin değilim, şu anda bilindiği kadarıyla, Ermenileri bir kez daha, kendilerini kendi iç bölgelerinde katlettiği katliam var. Ermeniler cumhuriyetlerine sığınıyor – öyle sanıyorum ama yine söylüyorum, lütfen hatalarımı düzeltin – sonra, bir deprem vuruyor. Sanki Marquis de Sade’ı yaşıyorlar. Bu zavallı insanlar yaşanabilecek en kötü çileleri çekiyorlar ve tam kaçıp sığınaklarına çekilmişken, doğa ana herşeyi tekrar başlatıyor.
Demek istediğim, “insan hakları” diyoruz ama, sonuçta bu aydınlar için, berbat aydınlar için ve kendi fikirleri olmayan aydınlar için bir parti siyaseti. Her şeyden önce, bu insan hakları bildirilerinin asla durumla gerçekten ilgisi olan kişiler, Ermeni dernekleri, toplumları vs. Yapılmadığını görüyorum. Onların sorunu insan hakları değil. Peki ne?
İşte bir tertip. Dediğim gibi, arzu daima tertipler yoluyla olur. İşte, alın size bir tertip. Bu iç bölgeleri ortadan kaldırmak için ya da yaşanılır hâle getirmek için ne yapılabilir? İçerdeki bu iç bölge nedir? Bu bir yer yurt sorusu. Bu insan hakları sorusu değil, yer yurt organizasyonu sorusu. Gorbaçov’un bu durumdan ne çıkaracağını düşünecekler? Nasıl yapacak ki Ermeni bölgesi etrafındaki tehditkâr türklerin ellerine teslim edilmekten kurtulacak? Bu bir insan hakları meselesi değil. Bir adalet meselesi de değil. Bu bir içtihat [jurisprudence] meselesi. İnsanların maruz kaldığı tüm korkunçluklar vakalardan ibarettir. Bunlar soyut hakların inkârları değildir: bunlar korkunç vakalardır. Bu vakaların birbirine benzediği söylenecektir ama bunlar içtihata ilişkin durumlardır.
Ermeni sorunu hukuk felsefesi ya da içtihat sorunu diyeceğimiz şeyin tipik bir örneğidir. Olağanüstü karmaşıktır. Ermenileri kurtarmak ve Ermenilerin kendilerini bu durumdan çekip çıkarmaları için ne yapılabilir? Hem sonra, bütün bunlar yetmezmiş gibi, deprem vuruyor. Yol açtığı şeylerin de bir takım sebepleri olan bir deprem; gerçek anlamda bina edilmemiş, olması gerektiği gibi yapılmamış binalar. Bunların hepsi içtihat vakalarıdır.
Özgürlük için mücadele etmek, devrimci olmak, içtihat düzleminde hareket etmektir.
Adalete seslendiğinizde –adalet diye birşey yoktur, insan hakları diye birşey de yoktur. Önemli olan içtihattır: hakların icadı, yasanın icadıdır.
Öyleyse bize insan haklarını hatırlatmakla ve insan haklarını ezbere sayıp dökmekle yetinenler, budalalardır. Bu bir insan haklarını uygulama sorunu değil. Bu, her bir vakada, şunun ya da bunun artık olanaklı olmayacağı içtihatlar icat etme sorunudur. Bu da çok farklı bir şeydir.
Çok sevdiğim bir örneği ele alacağım çünkü içtihatı anlatmanın tek yolu bu. İnsanlar bundan pek bir şey anlamıyor en azından çoğunlukla böyle. Pek iyi anlaşılmıyor. Taksilerde sigara içmenin yasaklandığı zamanları hatırlıyorum. Evvelinde, taksilerde sigara içilebiliyordu. Taksilerinde sigara içilmesini yasaklayan ilk önce taksi sürücüleriydi. Bu olay çok gürültü koparmıştı çünkü sigara içenler vardı. Bunlar arasında da bir avukat.
Takside, sigara içmekten men edilmek istemeyen bir adam vardı. Taksi sürücüsünü mahkemeye verdi. Taksi sürücüsü suçlu bulunmuştu. Bugün olsa, böyle bir şey söz konusu bile olamaz. Aynı dava bugün meydana gelseydi, taksi sürücüsü suçlu olmayacaktı, suçlu bulunan taraf yolcu olacaktı. Ama o zamanlar taksi sürücüsü suçlu bulunmuştu. Hangi gerekçeyle? Biri taksi çevirdiğinde, kiracı olduğu gerekçesiyle. Yani taksi müşterisi kiracıya benzetilmişti; kiracının kendi evinde sigara içmeye hakkı vardır. Kiracı kullanım ve destek hakkına sahiptir. Sanki gerçekten de kiracıymış da, sanki ev sahibim bana: hayır, evinde sigara içemezsin dermiş gibi. Ben de: hayır, kiracı bensem, kendi evimde sigara içebilirim dermişim gibi. Böylece taksi müşterinin kiracı olduğu bir nevi seyyar bir daireye denk tutulmuştu.
Aradan geçen on yıl sonra bu yasak tamamen evrensel bir hâle geldi; sigara içebileceğimiz neredeyse bir taksi bile kalmadı, nokta. Taksi, artık ev kiralamak gibi görülmüyor, bir kamu hizmeti olarak kabul edildi. Bir kamu hizmetinde, sigara içmenin yasaklanması mümkündür. Bütün bunlar içtihat demek. Şunun bunun hakkı meselesi değil. Bu bir duruma, hem de değişip gelişen bir duruma ilişkin bir mesele. Özgürlük için savaşmak da gerçekte içtihat yapmak demektir.
İşte buyrun, Ermenistan örneği bence tipik bir örnek. Ne demek insan hakları? Şu demek: Türklerin Ermenileri katletmeye hakkı yok. İyi peki, demek Türklerin Ermenileri katletmeye hakkı yok. Eee? Bu gerçekten de budalalık. Veya daha beter, bence bütün bu insan hakları nosyonları, hepsi riyakâr. Sıfır, felsefi açıdan sıfır. Yasa, hak, insan hakları beyanlarıyla yaratılmaz. Yaratımi hukukta içtihat demektir ve içtihattan başka bir şey yoktur.
Öyleyse: içtihat için savaşmak. Sol olmanın anlamı budur. Hakkı yaratmaktır.
Fransızcadan çeviren: Burcu Yalım