IMF (Uluslararası Para Fonu) ülkeler battığında kapısını çaldığınız ve birikmiş hataların bedelini uyguladığı reçetelerle çözeceğini iddia eden uluslararası bir kurumdur. İdeolojik olarak neoliberal reçetelerle çözüm arayan IMF, Kristaline Georgieva görevi aldıktan sonra katı tutumunda göreceli bir yumuşamaya gittiği gözlemlenmektedir. Geçtiğimiz günlerde açıklanan IMF Türkiye raporunda da buna dair ibareler göze çarptı. Kurumun özellikle emek piyasası üzerine oluşturduğu ideolojik saplantılar hala daha devam etse de, Türkiye ekonomisinin deneyimlediği buhrana dair önemli işaretler veriyor. Rapordaki bulgulara bakarak, göbekten bağlı olduğumuz Türkiye ekonomisinin verdiği işaretlere bakıp, hedefim Kıbrısın kuzeyine yönelik çıkarılması gereken bazı dersleri ortaya koymaktır.
Öncelikle özetle “Türkiye raporu ne diyor?” sorusuna bir göz atalım.
Türkiye ekonomisindeki en önemli sorunlardan biri enflasyon. Türkiye’de Tüketici Fiyatlarındaki enflasyonun 2021 yılında 16,5 seviyesine ulaşacağı, daha sonra 12,5 seviyesinde devam edeceği öngörülüyor. Merkez bankası hedefinin %5 olarak öngörüldüğünü hesaba katarsak, enflasyon konusunda zorlu dönemin devamına işaret ediyor.
Rapora göre, Covid19 sonrası Türkiye ekonomisinin küresel talepte olan artışın da etkisiyle 2021 yılında 5,8 büyüme hedefi ortaya koymaktadır. Ancak 2022-2026 arasında büyüme 3,3 oranına gerileyeceğini söylüyor. Buradan çıkarılacak sonuç, ihracatın ithalatı karşılama oranının eksi yönüne gireceğini söylemek mümkün.
İşsizlik sorununun da çözülmesine yönelik bir umut yok. Resmi rakamlara dayanan işsizlik oranının büyümenin etkisiyle %12,5 olacağı, aşamalı olarak da 2026 yılında hala daha %10,5 seviyesinde kalacağı görülüyor.
Faiz oranına yönelik beklenti ise %19 oranında seyrediyor.
Covid19 krizini aşabilmek için piyasalara kamu bankaları ile sağlanan kredilerin, döviz rezervleri üzerine olumsuz etkisi vurgulanan raporda, izlenen politikanın “büyümeyi” sağlamasına rağmen, anlamlı bir yardım sisteminin kurulamaması, krizden etkilenen yoksullara yönelik nakdi yardımın sağlanmamasındna ötürü 1,5 milyon civarında yeni yoksulun yaratıldığı ekleniyor. Özetle, Türkiye’nin salgın yönetiminde büyüme, kalkınmayı getirmemiş; tam tersine zenginin zenginleştiği, yoksulların ise arttığı bir yöntemin uygulandığı sonucu ortaya çıkmıştır. IMF’nin böyle bir eleştiriyi ortaya koyması da, Türkiye’deki neoliberal anlayışın artık IMF’nin eleştireceği noktaya gelmesi de acayip bir durum yaratmaktadır.
IMF, Türkiye’deki riskleri sıralarken faiz indirimini ilk sıraya alıyor. Başka bir değişle, Türkiye ekonomisi için en önemli risk devletin başından kaynaklanıyor. Ardından uluslararası anlamda riskten kaçma eğiliminin yükselmesi ve jeopolitik durumu da buraya ekliyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin dış kaynaklara bağımlılığı da raporda ele alınıyor. Kırılganlığın temeli olarak gösteriliyor.
Bu açıdan raporda söylenenleri, Kıbrıs’ın kuzeyine dönüp de değerlendirmekte yarar var. Göbekten bağlı olduğumuz Türkiye ekonomisinde yüksek enflasyon – yüksek faiz – gelir uçurumundaki büyüme ve dış kaynaklara bağımlılık meselesi burası için de geçerli.
Geçtiğimiz günlerde Tufan Ekici ile Yonca Özdemir tarafından, “Kuzey Kıbrıs’a Türk yabancı yardımı: ananın lütfu mu yoksa laneti mi?” olarak çevirebileceğim bir makale yayınlandı. Makale 1974’den bugüne Türkiye’nin Kıbrıs’a yapmış olduğu yardımları ele alıp bu yardımların ekonomik kalkınmaya olumlu etkisi var mı diye inceliyor. İstatistiki yöntemlerle makroekonomik büyümeye etkisini ölçüyor. Sonuç: yardımların Kıbrısın kuzeyinin kendi başına kalkınmasına katkı sağlamadığı yönünde. Ayrıca modellerine göre, yardım toplam yatırım seviyesinin büyümeye de katkı sağlamadığını ifade ediyor. Makale devamında, yardımların “bağımlılığı” gülendirdiği ve yardımı alan Kuzey Kıbrıs’ın kendi başına ayakta durma ihtimalini de azalttıını ifade ediyor. Bunun daha çok bir dış politika aracı olarak kullanıldığını da ifade ediyor. (Tufan Ekici & Yonca Özdemir (2021): Turkish foreign aid to Northern Cyprus: a mother’s blessing or curse?, Southeast European and Black Sea Studies)
Yardım bağımlılığının, güçlü bir ekonomi yaratmak için kullanılamayacağı açıkça ortaya konulan makalenin yanında makroekonomik göstergeler de umut vermiyor. Türk ekonomisi, 2020 yılında yaşanan herşeye büyümeyi başarırken, Kuzey Kıbrıs ekonomisinin %13 civarında daraldığı Dünya Bankasının, Kıbrıs Türk ekonomisi raporunda ifade ediliyor.
İstatistik Kurumu’nun hane halkı işgücü anketi ise işsizlikteki derinleşmeyi %10,1 seviyesinde ölçerken, genç nüfusta bu oran %29,3’e ulaşıyor. Kadın nüfus özelinde ise genelde işsizlik %12,2 hesaplanırken, genç nüfusta bu oran %34,8 seviyesine ulaşıyor. Enflasyon ise bir yıl önceki aynı aya göre %17,46 seviyesinde, geçen yıl aynı zamanda bu oran %8,64 civarındaydı.
Tüm bu olumsuz göstergelerin yanına yoksulluk unsurunu da eklemekte yarar var. Her ne kadar yoksulluğa yönelik Kıbrıs’ın kuzeyinde herhangi bir ölçüm çalışması yapılmamış olsa da; derinleşen krizin yoksulluğu tetiklediği ortada. Ücretlerin eridiği, alım gücünün düştüğü bu koşullarda, hükümetin Hayat Pahalılığını kaldırması girişimi piyasayı daha da daraltacak. Kapıların açılması ile güneyden talebi arttırması küçük işletmeler için son umutken, bunun da market ve benzincilere yarayacağı açık. Covid19 krizinden görece daha az etkilenen bu sektörlere dönük talep artışı ekonomiyi kalkındıramayacağı açık. Yeme içme sektöründe bir canlanma olması bekleyebiliriz ancak hala daha turizmin bu yılı da kaybettiği ortadayken, eski performansına 2022 yılı sonunda da erişemeyeceği kesin gibi görünüyorken, yüksek öğretim konusunda da azınlık hükümetinin ne kadar başarılı olacağı derin bir soru işareti olduğu açıktır.
Tüm bu kırılganlıklar, mali bozukluklar, büyüme, istihdam ve enflasyon verileri uzun dönemde acil yapısal reform programını, yani “acı reçeteyi” uygulayacak bir iradenin gerekliliğini ortaya koyuyur.
Ancak, siyasi sağın popülist ve bilgiye dayalı plan ve programdaki başarısızlığı, solun ise çekingen tavırları bu durumun gerçekleşmesi için uygun bir zemin yaratmıyor. Dahası mafya -devlet ilişkilerinin geldiği noktada yatırım iklimini güçlendirmiyor. Yolsuzluk ve talanın önüne geçecek siyasi bir duruş ortaya konulamıyor. Öyle ki, sadece siyasi partiler değil, basın bile bu konuda statükoya teslim durumda.
Bir diğer taraftan reçete uygulamak için, olası bir siyasi baskının elçilik kanadından geleceği ihtimali genel bir kabulken, burada Ekici ile Özdemir’in makalesi yüzümüze bir kez daha çarpıyor. Türkiye’nin Kıbrıs’ın kuzeyinde kendi kendine yetebilecek bir ekonomi yaratmaya yönelik ne bir niyeti, ne de bir becerisi olduğu on yıllara dayalı performans ölçümünde açıkça ortaya konuldu. Buradan bir ümit beklemek gerçekçi bir çözümü temsil etmiyor.
İçerideki aktörlerin performansı, Türkiye’ninki gibi kötüyken; bir de dış politikada Türkiye’nin kuyruğunda maşrappa olan iki devletli çözüm ve ilhak arasında bir yerlerde duran kanadın uluslararası anlamda da, yeni bir açılım ve umut yaratması mümkün değil.
Bu noktada Kıbrıs türk ekonomisi derin bir yalnız ve yoksulluğa mahkum edildiğini söyleyebiliriz.
Peki bu makus talihi geri çevirmek imkansız mı?
İmkansız değil elbet ama zor. Çünkü sadece ekonomik kriz ile karşı karşıya değiliz. Hem ekonomik hem de siyasi bir kriz yaşıyoruz. Çözümü sadece mühendislik projesi olacak bir plan olarak görülmemeli.
Plan ile birlikte uluslararası aktörlerin dilinden konuşabilecek olan bir siyasi çözüm planı da gerekiyor. Bu siyasi çözüm planının içinde ise, iki devletçi yalnızlıktan kurtaran ve Kıbrıs’ın kuzeyinin elinde tutup doğru düzgün faydalanmakta sürekli başarısız olduğu AB ile uyumlaşmaya olanak sağlayacak bir eylem birlikteliği gerekiyor.
Federal bir çözüm vizyonuna sahip aktörlerin, kapsamlı bir çözümü beklemeden kendi iradesi ile gerçekleştirebileceği adımları atabilmesi gerekiyor. Mesela, içinde limanların açılmasına olanak sağlayan Anastasiadis’in sunduğu Güven Yaratıcı Önlemler paketine olumlu yanıt vermek de dahildir…
Ekonomik reformda cesur adımlar atarken, federal vizyonu kucaklayan bir sürecin yaratılması gerekiyor. Bununla beraber Kuzeydeki “yönetim yapılanmasının” kurumsal kapasitesinin geliştirilmesi, demokratikleşmesi ve özerkleşmesi de eş zamanlı olarak gerçekleştirilmesi gerekiyor.
Şahsi fikrim ancak böylesi büyük bir hamle ile ilerleme sağlanabileceği yönünde…
Bunun dışında elde; popülizm, vaat ve reklamlardan oluşan modası geçmiş film var.
Hala sıkılmadıysanız, izlemeye devam edin…