Ülkenin çeşitli yerlerinden su baskınları, sel, toprak kayması ve çeşitli afet görüntüleri gelmekte.
Son iki günde yaşananları aşırı iklim olayı olarak isimlendirebiliriz. Özellikle küresel iklim değişikliğinin hızlanmasıyla birlikte son 10-20 yıl içerisinde artık bu tür olaylar olağanüstü değil olağan bir hal almakta. Öyle ki iklim değişikliği olgusu küresel olmakla birlikte, sonuçları, ortaya çıkarttığı yıkım ve darbeler lokal, yerel olmaktadır. Açıkcası bugün yaşadığımız ve her anlamda sonuçları itibariyle dökülmemize neden olan yağışları iklim değişikliği gerçekliğinden ayırmadan düşünmemiz lazım.
Yağmurun etkisiyle ortaya çıkan fotoğraflara yönelik ilk yorum doğal olarak yetersiz alt yapı, plansız kentler ve betonlaşma odağında gelişmekte. Bu yorumların ve tepkilerin büyük oranda doğruluk payı var ve oldukça güçlü argümanlar olarak geliştirilmesi de gerekmektedir. Son birkaç haftadır Mağusa, Yeniboğaziçi -Aysergi- ve İskele emirname süreçlerinde yaşananlar, sermeye ve inşaat şirketlerinin bir kez daha açığa çıkan vahşi betonlaşma arzusunun ardından yaşanan bu manzaralar bir kez daha ne kadar çok planlı ve ekolojik kent planlamalarına ihtiyacımız olduğunu göstermekte.
Fakat bu meseleyi sadece bir mühendislik meselesi olarak görüp teknik yaklaşımlarla sınırlamak ihtiyaçlara cevap vermemektedir. Kentleri planlamak yetmez, kentleri küresel iklim değişimine uyum sağlayacak şekilde planlamanın yollarını aramalıyız. Çünkü artık öyle bir çağa girmiş bulunmaktayız ki, en ince detayına kadar planlanmış dahi olsa yine de yaşanan ve yaşanacak olan aşırı iklim olaylarından dolayı felaketler ve afetlerle karşılamamız neredeyse kaçınılmaz hale geldi.
Tam da BM’nin Polonya’da geçtiğimiz hafta başlayan İklim Konferansı’nın üzerine açıklanan Germanwatch raporu bizlere yaşadığımız felaket dönemleriyle ilgili çarpıcı veriler sunmakta. Küresel iklim afetlerini inceleyen ve riskleri değerlendiren rapor, meteorolojik afetlerin 2017 yılında rekor ekonomik ve sosyal hasara neden olduğunu gözler önüne seriyor: binlerce ölüm ve yaklaşık 375 milyar ABD Doları hasar.
Germanwatch’tan Küresel İklim Riski Endeksi başyazarı David Eckstein yaşanan felaketlerin boyutunu şöyle özetliyor: “Yakın zamanda meydana gelen ve şimdiye kadar görülmemiş şiddetteki fırtınalar büyük yıkımlara sebep oluyor. 2017 yılında, tarihteki en ölümcül ve maliyetli kasırga olan Maria kasırgası Porto Riko ve Dominik Cumhuriyeti’ni vurdu. 2017’de meydana gelen hava olaylarından en çok etkilenen ülkeler sıralamasında Porto Riko en başta yer alırken, Dominik Cumhuriyet’i üçüncü sırada yer alıyor. Geçen yıl doğal afetlerden en çok etkilenen ülkelerin birçoğunda, olağandışı aşırı yağışların ardından şiddetli sel ve toprak kayması olayları meydana geldi. Bu durum 2017’de ikinci sırada yer alan Sri Lanka’da da meydana geldi. Olağanüstü şiddetli yağmurların ardından, 200 kişinin ölümüne yol açan ve yüz binlerce kişiyi evsiz bırakan şiddetli bir sel baskını meydana geldi. Bu afetlerden en fazla etkilenenler yoksul ülkeler. Ancak aşırı hava olayları aynı zamanda orta gelirli ülkelerin daha fazla kalkınmasını tehdit edebildiği gibi, yüksek gelirli ülkelere de külfet oluşturabiliyor”
Eckstein ayrıca “Rüzgar hızı ve fırtınaların yoğunluğu ile yağışlar iklim biliminin beklentileri dahilinde” olduğunu ifade ederek bunun değişmeye yüz tuttuğunu da ekliyor: “Ancak bu yıl yaşanan kuraklık ve aşırı sıcaklar nedeniyle gelecek yılın endeksinde Avrupa’nın odak noktası olması bekleniyor”
Aşırı hava olayları artık olağan üstü değil, olağan olaylar olmaya başladı. Bu da yaşadığımız ekolojik felaket çağında yıkımın ve yok oluşun da olağanlaşması anlamına geliyor. 1 haftatada yağması gereken yağmur 1 gün içerisinde yağıyorsa bunun daha büyük bir sorunun getirisi olduğunun farkında olmak gerekir.
Gezegen artık alarım veriyor. Sera gazları, CO2 yoğunlukları ve metan ve azot oksit (N2O) – yani atmosferdeki diğer güçlü sera gazları da – “rekor yüksekliklere” ulaşmış bulunuyor.
Tabii bu böyle diye oturup sonumuzu ve makus kaderimizi izlemekten başka bir şansımız olmadığı anlamına gelmez.
Gerek ekonomik üretim ilişkilerinde, gerek kent ve bölgelerin planlamalarında gerekse de tüketim alışkanlıklarımızda değişikliklere gitmenin zamanı geldi de geçti bile. Küçük değişimlerle küresel iklim değişikliği ile baş edebiliriz şeklinde bir öneri ortaya atmayacam. Siz mütevazi bir hayat sürerken aynı anda büyük inşaat firmaları kentleri 50-100 katlı binalarla doldurabilirler. Dolayısıyla yaşadığımız felaket zamanları da aslında bir bir sistem sorunudur. “İklimi değil sistemi değiştir” sloganı bundan dolayı zamanımızın en anlamlı sloganlarından ve şiarlarından biridir.
Felaket Kıbrıs’ta sınır tanımadı. Kıbrıs’ın kuzeyinde de güneyinde de neredeyse aynı manzaralar ortaya çıktı. Belki de bu yaşananlar bir yandan Ada’nın tamamında iklim değişikliğine uyumlu planlama ve yaşam süreçleri organize etme vizyonunun gelişimine vesile olurken, bir yandan da bizi küresel iklim değişikliğine dair hem yerel hem de küresel ölçekte verilen mücadelelerin parçası haline getirir. Bugün yaşadıklarımız hem yerel hem de küresel ekolojik talanın bir sonucu.
Ve son bir not daha, “küçük bir adada iklim değişikliğine bir şey yapsak ne olacak” demeyin. Yeşil alanlar yaratmak, dağları yok etmemek, daha az tüketmek, küçülmek ve rekabet-sömürü odaklı değil dayanışam ve paylaşım odaklı kapitalizme alternatif bir ekonomik model inşaa etmek sandığımızdan çok daha büyük ekolojik kazanımlar getirecektir. Mesele biraz ufkumuzu geniş tutabilme meselesi.
İklim değişirken artık aynı kalamayız.
Değiştirirken değişmeli,
Değişirken değiştirmeliyiz.
Fotoğraf: Kıbrıs Gazetesi