Çeviri: Aycan Akcin
Kaynak: The Guardian
Kalkınma bazlı olup zengin ülkeleri yoksul ülkelerin önüne yerleştiren sıralamaları unutun, hepimiz bu işte beraberiz.
Dünyadaki en refah ülkeleri adlandırmanız istenseydi, muhtemelen tanıdık bir liste oluştururdunuz; Sıralamanıza İskandinav sosyal demokrat ülkeleri ile başlar, Hollanda ya da İsviçre ile devam eder ardından Kanada’ya geçer ve Avustralya ile Yeni Zelanda arasında bir yerlerde son verirdiniz. Ve böyle bir düşünce süreci akla oldukça uygun gelirdi. Bu milletler, sürekli olarak hangisinin vatandaşları için doğru şeyleri yaptıklarını sayıda “lig tabloları” kullanarak anlatıp dururlar. Şüphesiz, bu yerler, şanslı sakinlerine çoğunluktan çok daha iyi bir hayat için temel sağlamada oldukça iyidirler.
Son yıllarda, refahın gayrı safi yurtiçi hasılayla (GSYİH) anlatılması takıntısından uzaklaşmaya yönelten ve refahı daha nüanslı bir anlayışla ele alan sıralamalar kendini göstermeye başladı. Bu eğilim, BM’nin yaşam beklentisi ve eğitimi dikkate alan insan gelişim endeksi, dünya mutluluk raporu (bir başka BM yayını) ve Legatum Enstitüsü gibi refah endeksi ve sosyal ilerleme zorunluluğu ile başladı. Bunların her biri değerliyse de- sağlık hizmetlerinin, eğitimin, hukukun üstünlüğünün ve kişisel özgürlük ile medya özgürlüğünün – dünyamızı bu şekilde değerendirmede ciddi bir sorun var. Bu sözde daha karmaşık önlemler ve eski moda GSYİH arasında fazlasıyla yakın bir ilişki vardır. İklim değişikliğinin yaşamı tehdit ettiği bir dünyada olduğumuzu düşünecek olursak belki de daha fazla rahatsız edici olan şey, bazı ülkelerin “başardığı”, bazılarının ise yetişmesi gerektiği inancını güçlendirmesidir.
19. ve 20. yüzyıllarda tüm kuzey ülkelerinin izlediği kalkınma modeli, modern gezegensel kısıtlama anlayışımızla tamamen farklılaşıyordu: doğal kaynakların ve insanların kitlesel sömürüsüne dayanan bir sanayi dönüşümü. Sömürgecilik , aynı zamanda kurumsallaşmış ırkçılığı ve tüm güneyin kasıtlı olarak yoksullaşmasını da içeriyordu. Ve bu durum halen bu kalkınma modelinin mirası olarak kalmıştır.
Öyle ki, (büyük ölçüde beyaz) Avrupa, Kuzey Amerika ve Okyanus ülkelerinin en üstte, Asya ve Afrika ülkelerinin en altta yer aldığı sıralama sistemleri, kaçınılmaz olarak neo-sömürgecilik kokar. Bildiklerimizi onaylar biçimdedir: Dünyamızda geçmiş güç dinamiklerini yansıtan derin ve kalıcı eşitsizlikler vardır. Ve aynı zamanda günümüz algılarına da rehberlik ederler; tek ve önceden buyurulmuş gelişim çizgisinde bizleri bazı ulusları “gelişmiş” bazılarını ise “geri kalmış” olarak görmemizi teşvik eder.
Uluslararası sıralamaların yeni ortaya çıkan şekli, sarsıcı çelişkileri vurgular niteliktedir. Örneğin, en son Legatum refah endeksinin küresel refah iddiaları tarihi yükseklikte iken, aynı zamanda bir yıl içinde gıdaya erişimde zorlanan kişilerin sayısının son on yıl içinde% 25’ten% 33.3’e yükseldiğini belirtti.
Gerçeği söylemek gerekirse, dünyanın en “refah” ülkelerinin çoğu en az sürdürülebilir olanlardır. 70’li yıllardan beri, insanlık her yıl Dünya’nın yeniden canlandırabileceği kaynakları aşan yıllık talep ile “ekolojik aşırılık” içinde olmuştur. Bugün, insanlık, kullandığımız kaynakları sağlamak için dünyanın 1.7si eşdeğerinde tüketim yapmaktadır. Bu, bugünün zengin ülkelerinin büyük çoğunluğu için geçerlidir. Norveç gibi uluslar bile, yenilenebilir enerji kullanımları sayesinde ortaya çıkarılan gözle görülür ekolojik bolluğun ortaya çıkardığı gerçek karbon ayak izlerini maskelemek için ihraç yoluyla fosil yakıtların yakılmasını ülke dışında gerçekleştirirler. Ve bunu kendi refahlarının devamına yardımcı olur.
BM’nin iklim değişikliği konusundaki hükümetler arası panelinin 2030 yılına kadar karbon emisyonlarında önemli bir düşüşe yönelik acil ihtiyaç konusundaki yakın tarihli bir raporunda yer alan son uyarılar, küresel sorumluluklarımızın çok daha büyük bir kısmını ele alarak refahı ölçmenin yeni yollarına acilen ihtiyaç duyduğumuzun altını çiziyor. Küresel kuzeydeki eşitsizlikten faydalananlar tarafından yönetilen “refah” ilerlemesinin bilindik hikayesi, gezegenimizin artık daha fazla kaldıramayacağı bir yanılsamadır.
Çünkü gerçek şu ki, herkesin gelecekte faydalanabileceği sürdürülebilir bir refah yaratma konusunda hepimiz “gelişmekte olan ülkeler ”iz ki BM de tüm ülkelerin üzerinde çalışması gereken hedeflerin bunlar olduğunu ifade etmiştir.
Bunu akılda tutarak, ülkelerin refahını iklim felaketini önleme konusundaki ortak küresel mücadeleye nasıl yardımcı olduklarını ele alarak belirlemek gerekir; halihazırda refah çizgisine geldikleri yönünde kayıtsız ve isabetsiz bir izlenim vererek değil.
Kaynak:
https://www.theguardian.com/global-development/2018/dec/05/climate-change-ranking-prosperity-invites-disaster-henrietta-moore-ucl?fbclid=IwAR0JapHy93zXfjrR_lwi0Q7CpwdzDAQ_M6etUQsp8mztYXZOnDrhah9IF2w