Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (HİDP) 2019 Ekim’inde son raporunu yayınladığında verdiği mesaj keskindi: gezegen olarak tehlikeli bir iklim çöküşünü engellemek istiyorsak, 2030 itibariyle emisyonları yarıya indirmeli, yüzyıl ortasında ise sıfır emisyon tutturmalıyız.
Bu hedefin ne kadar dramatik olduğunu söylesek az. Medeniyet olarak şu anki yönelimimizi tamamen ve hızla tersine çevirmemizi gerektiriyor. Son 200 yıldır, fosil yakıtlara dayanan bir küresel enerji altyapısı inşa ettik ve şimdi 30 yıl içinde bunu tamamen dönüştürmemiz gerekiyor.
Bu hedefe ulaşmanın tek yolu, dünya üzerindeki hükümetlerin muazzam bir ölçekte koordine eylem geliştirmesi. ABD’de Yeşil New Deal’ı savunanlar meseleyi doğru kavrıyor: müttefiklerin ikinci dünya savaşını kazanmasını sağlamış olan endüstriyel yeniden düzenlemeye denk, tarihte benzeri görülmemiş bir hızla seri şekilde güneş enerjisi panelleri, rüzgâr türbinleri ve bataryalar üretmek için kamusal yatırımlara girişmeliyiz.
Ama bu bile yeterli gelmeyecek. Yeşil New Deal’da eksik olan bir şey var ve bu boşluk, ölümcül bir hataya dönüşmesine neden olabilir.
Şu anki Yeşil New Deal planının sorunu, büyüyen enerji talebi paradoksunu ele almıyor oluşu. Geçtiğimiz birkaç yıldır, bilim insanları, en agresif çabalarla bile iklim hedeflerimize ulaşamayabileceğimiz konusunda uyarıda bulunuyorlar çünkü küresel ekonomik büyüme, enerji talebini temiz enerjiye geçme kapasitemizi kat kat aşan bir hızla arttırıyor.
Bugün dünya her yıl, 2000 yılında olduğundan 8 milyar megavat saat daha fazla temiz enerji üretiyor. Bu çok yüksek bir rakam, Rusya’nın tüm enerji ihtiyacını karşılayacak kadar yüksek. Ama aynı dönemde, ekonomik büyüme enerji talebini 48 milyar megavat saat gibi afallatıcı bir seviyede arttırdı. Yani ortaya çıkarabildiğimiz tüm yeni temiz enerji, yeni talebin ancak küçük bir kısmını karşılayabiliyor. Bu yüzden emisyonlar yükselmeye devam ediyor. Bu tıpkı, sürekli büyüyen bir deliğe kum doldurmaya benziyor.
Bu sorun en sonunda bizi sakat bırakacak. Küresel ekonomiyi mevcut hızıyla büyütmeye devam edersek, yüzyıl ortasında üçe katlanmış olacak. Bu şu ankinden üç kat daha fazla üretim ve tüketim demek, ki üç kat daha fazla enerji anlamına geliyor. Mevcut küresel ekonomiyi karbondan kurtarmak zaten yeterince zorken, bunun üç katı ile baş etmek neredeyse imkânsız olacak.
Ekonomik büyüme takıntımız görevimizi olması gerekenden çok daha zor hale getiriyor. Sanki bu mücadeleyi, bir elimiz bağlı vaziyette yokuş yukarı verir gibiyiz.
Bunun daha kolay bir yolu var. Son HİDP raporu, küresel ısınmayı 1,5C’nin altında tutmak için gerçekçi bir şansımız olması için, enerji talebini azaltmamız gerektiğine işaret ediyor. Önerdiği senaryo – ki bir uluslararası bilim insanları ekibi tarafından geliştirildi – Britanya ve ABD gibi yüksek gelirli ulusların, maddi tüketimlerini ciddi şekilde azaltması çağrısı yapıyor.
Zengin ülkeler, şu an her yıl, balıktan ormana, plastikten metale kadar her şey dahil, kişi başı 28 ton hammadde tüketiyorlar. Tüm bunları çıkarmak, üretmek ve nakletmek olağandışı miktarda enerji gerektiriyor. Bu tüketim seviyesini düşürerek, küresel enerji talebini azaltabilir ve ekonomiyi karbondan kurtarmayı çok daha kolay hale getirebiliriz.
“Daha az kaynak tüketen gıdalara geçişi desteklemek için kırmızı ete vergi koyabiliriz ve tek kullanımlık plastikleri ve kahve kupalarını yasaklayabiliriz.”
Bu sadece insanları daha sade hayatlar sürmeye ikna etmekten ibaret değil. Buna elbette ihtiyacımız var ama esas mesele ekonomimizin işleyiş tarzını değiştirmek, kendimizi hammadde tüketimini gereksiz yere arttıran mantıksız büyüme zorlamasından kurtarmak.
Bunu nasıl yapabiliriz? Bir yolu, ürün garantilerini uzatmak, böylelikle çamaşır makineleri ve buzdolapları 10 yerine 30 yıl dayanacak. Başka bir tanesi, planlı eskitmenin yasaklanması, böylelikle imalatçılar bir noktada bozulması öngörülen ürünler üretemeyecekler. Ayrıca bir “onarım hakkı” da getirebiliriz, böylece akıllı telefonlarımız ve mikserlerimiz bozulduğunda yerlerine yenisini satın almak yerine ucuza tamir ettirebiliriz.
Gıdaları çöpe atmayı yasaklayarak (ki Güney Kore ve Fransa halihazırda bunu yapıyor) israfı ciddi şekilde azaltabiliriz. Daha az kaynak tüketen gıdalara geçişi desteklemek için kırmızı ete vergi getirebiliriz. Kamusal alanları reklamdan arındırabiliriz (São Paulo’nun yaptığı gibi), böylelikle insanlar kendilerini iyi hissetmek için sürekli bir şeyler satın alma dürtüsü hissetmeyecekler. Ayrıca kamusal ürünlere erişimi genişletebilir ve otomobil ve çim biçme makinesi gibi şeyleri paylaşım için platformlar geliştirebiliriz.
Bunların tümü, rahatımızdan hiçbir şey eksiltmeksizin hammadde tüketimini ciddi şekilde düşürecek önlemler. Ama gerçekten işe yaraması için, meseleyi kafadan karşılamamız gerek: yıllık hammadde kullanımına, yüzyıl ortasında kişi başı 8 ton olacak şekilde bir sınırlama getirmek. Bu sayede ekonomide teşvik de değişik, insanlar ve işletmeler uzun süre dayanan, onarılabilir ve geri dönüşümlü ürünlere yönelirler.
Bu yaklaşım, enerji talebini ciddi şekilde azaltarak, bize iklim hedeflerimize ulaşmak için iyi bir şans veriyor.
Bununla ilgili heyecan verici olansa, sadece iklim çöküşünü engellemeye yardımcı olması değil. Aynı zamanda, ekolojik çöküşün diğer veçhelerini de tersine çevirme umudu veriyor: ormansızlaşma, toprak kaybı, biyoçeşitlilik kaybı, böcek ölümleri… Yeryüzü üzerindeki hammadde etkimizi azaltarak, diğer canlı sistemlerinin kendilerine gelmeleri için de alan açıyor olacağız.
Evet, temiz enerjiye geçmek için elimizden geleni yapmamız lazım. Ama ancak tükettiğimiz enerji miktarını azaltırsak başarıya ulaşabiliriz. Yoksa enerji talebi arttığı sürece çözüm olmaz. Bilim bu konuda net: hammadde kullanımını azaltmak Yeşil New Deal’ın merkezinde olmalı, iklim politikamızın da merkezinde olmalı.
• Jason Hickel, London School of Economics’ten bir antropolog.
Kaynak: theguardian.com, 5 Mart 2019
Çeviri: Serap Güneş
Türkçe Kaynak:
YeniÖzgür Politika