Bu makale 26 Mayıs tarihinde Uluslararası Sosyalist Alternatif Yürütme Kurulu üyesi Stephen Boyd tarafından yazılmıştır.
Economist (28 Mart 2020) “İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana devlet erkinin en dramatik genişlemesi” gibi bir betimlemede bulundu. Dünya çapında hükümetler, toplumu COVID-19 virüsüne karşı koruma gerekçesiyle polis devletine andıran Draconik yasalar getirdi. Birçokları içinse, küresel karantina vahşi bir biçimde uygulandı.
Nijerya’da COVID-19’dan kaynaklı altı ölüm kaydedildiği sırada, ordu ve polis karantinayı uygulamak için 13 kişiyi öldürmüştü. Ruanda’da krizin ilk kurbanları polis tarafından silahla öldürülen iki kişiydi. Kenya’da polis 13 yaşında bir erkek çocuğu silahla öldürdü. Yeni sömürgeci dünyanın dört bir yanında yüz milyonlar, özellikle göçmen işçiler ve kayıt dışı ekonomide çalışanlar, keskin bir seçimle karşı karşıya kaldı: karantinaya karşı çıkmak –ailelerini beslemek için evlerini terk etmek ve virüse yakalanma riskini göze almak ya da gaddar devlet baskısının kurbanı olmak- ya da evde oturmak ve açlıktan ölmek.
Hindistan’da göçmen işçilere, deriye, gözlere ve akciğerlere zarar veren beyazlatıcı bir kimyasal olan sodyum hipoklorit sıkıldı. Paraguay’da karantinayı ihlal eden yoksullar elektro şok tabancasına maruz kaldı; Filipinlerde sokağa çıkma yasağını ihlal edenler köpek kafeslerine konuldu -17.000 kişi gözaltına alındı ve tıka basa dolu gözaltı merkezlerine yerleştirildi.
Kenya’nın Mombasa Kenti’nde polis, insanları virüse karşı korumak için olduğunu iddia ettikleri operasyonda göz yaşartıcı gaz ve cop kullandı.
Güney Afrika’da Cyril Ramaphosa’nın ANC hükümeti sjambok’un, yani Apartheid döneminde vahşetin simgesi olan yaklaşık bir metrelik kamçının, yeniden kullanımını diriltti ve polis, koruyucu malzeme kıtlığını protesto eden hemşireler plastik mermiyle ateş açtı.
İsrail’de Başbakan Benjamin Netanyahu’ya mahkemelere ya da meclise başvurmaksızın, kararnamelerle yönetme yetkisi verildi. Macaristan’da meclis yanlış bilgi yaymaya hapis cezası öngören ve sağcı Başbakan Viktor Orban’ın, sınırı olmayan olağanüstü hal altında, kararnamelerle yönetmesine izin veren yeni yasaları geçirdi. Orban “İki cephede savaşıyoruz: cephelerden biri göç olarak adlandırılıyor ve diğeri koronavirüse ait. Her ikisi de hareketle yayıldığından bu ikisi arasında mantıksal bir bağ var” dedi (France24.com, 13 Mart 2020).
Zaman aşımına uğramayan kriz yasaları
Hâlihazırda insanların çoğunluğu COVID-19 virüsünün yayılmasını önleme iddiasında olan yeni yasalara hayırhah baksa da, işçi sınıfı, sendika aktivistleri ve sosyalistler buna içkin tehlikelere karşı tetikte olmalıdır. Kriz zamanında devreye sokulan geleneksel olarak baskıcı yasalar, ileriki günlerde grevdeki işçilere ve hakları için kampanya düzenleyen işçi sınıfı topluluklarına kaşı kullanılmak için mevzuatta kalma eğilimindedir. 2015’te Fransa’da, bir terörist eylemden sonra olağanüstü hal ilan edildi ve daha sonra BM zirvesi sırasında, iklim değişikliği gösterilerine karşı kullanıldı.
The Guardian Weekly (10 Nisan 2020) 11 Eylül öncesinde ABD yönetiminin web kullanıcılarının kişisel bilgilerini korumak için tasarlanmış düzenlemeleri geliştirdiğini söyleyen, The Age of Surveillance Capitalism’in yazarı Shoshana Zuboff’dan alıntı yapar: “Birkaç gün içinde, ilgi, normları ve hakları ihlal eden şirketleri nasıl düzenleyebilirizden, bizim için veri toplayan bu şirketleri nasıl besleyip koruyabilirize kaydı”.
Çin’de İHA’lar maskesiz insanları ararken Almanya, Avusturya, İtalya ve Belçika’da yönetimler insanların hareketlerini izlemek için belli başlı telekomünikasyon şirketlerinin verilerini kullanıyor. İsrail’de ulusal güvenlik teşkilatına, enfekte olmuş insanların telefon kayıtlarına erişme izni verildi. Güney Kore, kamuya, potansiyel olarak enfekte olmuş bireyleri tanımlayan ve nerede olduklarına dair bilgileri paylaşan metinler gönderdi.
Birleşik Krallık’taki Koronavirüs Yasası gelecek iki yıl boyunca polise ve göç memurlarına, virüsü taşıdıklarından şüphelendikleri insanları yakalama ve gözaltına alma yetkisi verdi. ABD Adalet Bakanlığı Kongre’yle birlikte, hakimlerin, resmi olarak itiraz edilmeksizin potansiyel olarak insanların hapsedilmesine neden olabilecek, duruşmaları askıya almasına izin veren yeni bir yasa talebinde bulundu. Netpol’den Kevin Blowe’un yorumladığı gibi: “Devreye sokulan ve zamanında makul gelen –ve daha sonra diğer amaçlar için hızla uygulanan- bu yetkilerin demokrasiyle ve kamu güvenliğiyle hiçbir ilişkisi yoktur”.
Bu yasalar nasıl kullanıldı?
1984–85’teki Britanya’daki tarihi madenciler grevinde binlerce madenci gözaltına alındı, komplo ve ayaklanma gibi suçlarla itham edildi ve sözde ulusal güvenliği sağlama amaçlı yasalar, ülkenin bir ucundan diğerine madencilerin hareketlerini kısıtlamak için kullanıldı. Grev sırasında, çoğunluğu huzuru bozmak ya da grev gözcülüğü sırasında trafiği engellemek suçlamasıyla, 11.291 kişi gözaltına alındı; bunların 8.392’sine dava açıldı ve 150 ila 200 kadarı cezaevine kondu. En az 9000 madenci gözcülüğü sırasında gözaltına alındıktan sonra, suçlanmadıkları halde, işten çıkarıldı.
Ulusal Arşivlerden yayınlanan belgeler Başbakan Margaret Thatcher’ın madenci grevinin doruğunda, gizli gizli orduyu kullanmaya ve olağanüstü hal ilan etmeye hazırlandığını ifşa etti. 18 Haziran 1984’de, “Orgreave Muharebesi” olarak bilinir hale gelen olayda, ülkenin dört bir yanından binlerce madenci işletmede grev gözcülüğü yaptı. Onları, South Yorkshire emniyet müdür yardımcısının komuta ettiği 6.000 polis karşıladı ve atlı polislerin saldırısına maruz bıraktı; birçokları atlı ve yaya polislerin cop darbeleriyle gaddarca saldırıya uğradı. Doksan beş madenci gözaltına alındı ve 55’ine, ömür boyu hapis cezası öngören, ayaklanma suçundan dava açıldı.
2019’da polis, Kamu Düzeni Yasası’nın 14. maddesini, Yokoluş İsyanı iklim değişikliği protestocularının Londra’da gösteri yapmasını yasaklamak için kullandı. 1985’de İrlanda’da altı ESB [electricity supply workers/elektrik tedarik işçileri] grevcisi Devlete Karşı Suçlar Yasası’nın 30. maddesi kullanılarak gözaltına alındı; yasa özgün haliyle terörizme karşı getirilmişti.
Hâlihazırdaki kriz sırasında, Mart ayında, Güney İrlanda’da yeni olağanüstü yetkiler Dáil (İrlanda meclisi) tarafından devlete verildi. Bu yetkiler birini evde kalmaya zorlama, birini evinden belli bir mesafe içinde kalmaya zorlama, özel hanelerde toplanmayı yasaklama ve (protestolar da dahil) kamusal alanda toplanmayı yasaklama yetkisini içerir.
Sunday Business Post bu yetkileri “polis devletiyle akraba önlemler” olarak betimledi. Bu yetkiler hükümetin isteği doğrultusunda 9 Kasım’a kadar yürürlükte kalabilir ve tarihten sonra Dáil tarafından yenilenebilirdir.
Dáil’deki tartışma sırasında Sosyalist Parti ve International Sosyalist Alternatif TD (milletvekili) Mick Barry olağanüstü yetkilere karşı söz alarak, değişiklik önergeleri sunarak ve Ceann Comhairle (meclis başkanı) yetkilerin onaylanıp onaylanmadığını sorduğunda “nil” (hayır) diyerek karşı çıktı.
COVID-19 olağanüstü yasalarının şimdiden diğer ülkelerde hoşnutsuzluğu bastırmak için kullanıldığına işaret etti ve Fransa’da polis tarafından Sarı Yeleklilerin parçalanmasından söz etti. Olağanüstü yetkilerin geçmişte İrlanda’da resmi olarak devreye sokulmasından başka amaçlar için kullanıldığını da söyledi. Bunların en dikkat çekeni, “terörizm”le mücadele için devreye sokulan ama daha sonra işçi mücadelelerine karşı birçok kez kullanılan Devlete Karşı Suçlar Yasası’ydı.
Baskı güvenliğin altını oyar
Baskıcı yasalar, koronavirüse karşı mücadeleye yardım etmekten ziyade, mücadeleyi sekteye uğratabilir. İtalya’da işçilerin patronları tarafından kârı azamileştirmek için açık tutulan, temel olmayan sanayi kuruluşlarının kapatılması talebiyle greve gitmesi virüse karşı mücadeleye hayati bir katkı yaptı. Şimdi ise 30 Nisan’a kadar grevleri yasaklayan olağanüstü yasalar bu virüs karşıtı, güçlü eylemleri caydırmak için kullanılacak.
Macaristan’da aşırı sağcı Başbakan Victor Orban’ın (tüm seçimlerin ertelenmesini de içeren) diktatöryal önlemleri, DSÖ’nün kendisinin ifade ettiği bir epidemiyle mücadelede kitlelerin desteğini kazanmanın önemli bir parçası olan açıklığın ve saydamlığın tamamen altını oyacaktır.
Virüsün yayılmasını yavaşlatmada en güçlü etmen, gönüllü olarak el yıkama ve sosyal mesafelenme tavsiyelerini uygulayan sıradan insanların meydana getirdiği devasa kitlenin disiplini olageldi. İnsanların gönüllü çabaları, pandemiye karşı mücadeledeki baskıcı güçlerden çok ama çok daha etkili bir araçtır.
Ne yazık ki uluslararası çapta sol genel olarak, kapitalist devlete olağanüstü yetkiler bahşedilmesine karşı ilkeli bir muhalif tutum alamadı. Bu, Sol Blok’un grevlerin yasaklanması yönünde oy kullandığı ve Komünist Parti’nin çekimser kaldığı Portekiz’de grafik olarak görüldü. Pandemi ve pandemi sonrası durum, sol için birçok yeni meydan okumalar, tehlikeler ve fırsatlar açacaktır. Olağanüstü yetkiler sorunu üzerine ilkeli bir konumun benimsenmesi, bu meydan okumaları karşılamaya hazırlanan sol için önemli bir sorundur ve öyle kalacaktır.
Devletin rolü
Kapitalist toplumlarda, toplumun pürüzsüz işleyişini sağlamak, “adalet” ve demokrasi”yi sürdürmek için basitçe var olan tarafsız bir hakem değildir. Friedrich Engels, ilk kez 1884’te yayınlanan Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni kitabında, devleti “daha çok, toplumun, gelişmesinin belirli bir aşamasındaki bir üründür; bu, toplumun, önlemekte yetersiz bulunduğu uzlaşmaz karşıtlıklar biçiminde bölündüğünden, kendi kendisiyle çözülmez bir çelişki içine girdiğinin itirafıdır. Ama karşıtların, karşıt iktisadi çıkarlara sahip sınıfların, kendilerini ve toplumu kısır bir savaşın içinde eritip bitirmemeleri için, görünüşte toplumun üstünde yer alan çatışmayı hafifletmesi, “düzen” sınırları içinde tutması gereken bir güç gereksinmesi kendini kabul ettirir; işte toplumdan doğan, ama onun üstünde yer alan ve gitgide ona yabancılaşan bu güç, devlettir”[1].
Engels’in ortaya koyduğu şekliyle devlet, son kertede, “özel mülkiyetin korunması için hareket eden silahlı erkeklerin örgütü” olarak anlaşılabilir. Bu nedenle, dünya çapında devletler tarafından uygulanmakta olan yeni yasaların tümü, bunların burjuva devletini ve kapitalist sınıfın ve onların siyasi çömezlerinin, yaşamlarını iyileştirmek için mücadele eden işçi sınıfını ezme becerilerini nasıl güçlendireceği bakış açısından görülmelidir.
IMF Başkanı Kristalina Georgieva 1930’ların Büyük Buhranı’ndan bu yana görülen en kötü durgunluğu zincirlerinden boşandıracağını söyledi. 3,3 milyarlık küresel işgücünün toplam %81’inin işyeri kısmen ya da tamamen kapandı. Uluslararası Çalışma Örgütü’ne göre gelecek üç ay içinde yaklaşık 200 milyon insan işsiz kalabilir. Önümüzdeki yıllarda, kapitalist yönetimler, COVID-19’un dünya ekonomisi üzerindeki iktisadi etkilerini işçi sınıfına ve yoksul kitlelere ödetmeye kalkıştığında siyasi bir hesaplaşma olacaktır. Onlar, yakın zamanda elde ettikleri dahil, devletlerinin tüm güçlerini, işleri, uygun bir sağlık hizmeti, daha iyi ücretler için ve iklim değişikliğinin artan etkisine karşı mücadele eden işçi sınıfına karşı kullanmaktan imtina etmeyecektir.
İrlanda’daki Sosyalist Parti’nin ve uluslararası örgütümüzün kurucu üyesi, müteveffa Peter Hadden, “Northern Ireland: Marxism and the State” [Kuzey İrlanda: Marxizm ve Devlet” (1985)] başlıklı makalesinde, “Marxistler taleplerini, herhangi bir zamanda popüler olabilecek olanlar üzerine temellendirmez. Sınıf gerçeklikleri içinde sık sık gelişen geçici duygu durumları, işçi sınıfının gözlerinden gizlenebilir. Bu tür koşullar altında Marxistlerin sorumluluğu kamuoyunun hakim akıntısıyla sürüklenmemek; kendi programlarını savunmak ve hakikati işçi sınıfına söylemektir” yazdı.
Günümüzde de durum budur – pandeminin ortasında, birçoklarının arasında hakim duygu durumunun, “devlet, COVID-19 virüsüne karşı bizi korumak için yeni güçler elde ediyor” olduğu zaman, bu tür güçlerin tüm işçi sınıfı için bir tehlike olduğu hakikatini söylemek görevimizdir.