Hükümet düştü. Belirsizlik yeniden canlandı. Moraller bir tuhaf. Herkesin her şeyden soğuyup ümitlenmek için sebep bulamadığı kaotik bir ortam vuku bulurken attığımız her adım aslında politiktir. Kimin gelip kimin gideceği artık çok önemli mi? Bence değil. Peki bu şimdi söylediğim attığımız her adımın aslında politik olduğuyla zıt mı? O da değil. Şöyle ki:
Pasifizm ile pasif direnç arasındaki farkı ayırt edelim önce. Bunu sık sık yapmayız çünkü birilerinin işine gelir aradaki farkın ortaya çıkarılmamasını sağlamak. Örneğin neden dünya tarihi okumuyoruz? Örneğin Hindistan’ı ne kadar iyi biliyoruz? Hemen hemen aynı dönemlerde tıpkı Kıbrıs gibi bir İngiliz sömürgesi olan bu bölgenin sömürgeden çıkışı hiç de Kıbrıs’ınkine benzemez aslında ( ya da bazı noktalardan benzer?). Kıbrıs’tan 13 yıl önce sömürgeden bağımsızlığını kazanmıştır; ama çok da farklı yollardan. Gandhi siyasetle ilgilenmezdi, bu alana ilgi duymazdı ama bu pasif olduğu anlamına da gelmedi. Aksine gelip geçmiş ve dünyada adını kazımış en bilinen aktivistlerden biridir. Yalnızca aktivizm biçimi bizim bugün ‘ama sosyal medyada günde 5 kez bağırıp çağırıyorum, eleştirmediğim kalmıyor’dan farklıydı. Çok farklıydı. ‘Modern’ devletlerin daha önce pek de karşılaşmadıkları bir aktivizm biçimini benimsemişti ve belki de bu ‘bilinmeyen’in kendisi korkutucu olmuştu bazı gruplar için. Daha önce sıklıkla kullanılan, bilindik bir usulü yoktu ve ona karşı nasıl tepki geliştirip savaşacaklarını kestirmekte güçlük çekildiğini söylemek sanırım yanlış olmaz. Oysa ki bu method, yani Satyagraha, hiç de bilindik birşey değildir Kıbrıs’ta. Daha pek çok bilmediğimiz şey gibi. Çünkü birileri bizim adımıza karar vermiştir neyi ‘bilip’ neyi ‘bilmememiz’ gerektiğini. Ve evet aslında nereden bahsediyorum ki ben?! Kendi tarihimizi bile bilmeyen bir toplumuz biz, Hindistan ya da Gandhi bizim neyimize! Bir bakış açısı bu olabilir elbette. Ve öyleyse yazı burada bitmiştir sizin için.
Pek çoğumuz yazıyı burada bitirdi. Daha doğrusu, ‘yazı’ pek çok kez birileri istedi diye burada bitti. Pek çok toplumsal sorunla yüz yüze kaldığımızdaki methodumuz budur bizim toplumca. Satyagrahaya benzemez. Örneğin, içinde bulunduğumuz topraklarda hergün tecavüze uğradığımızı iddia edeceğim. Ve hiç de abartı olmayacak bu. Neden mi? Acı gerçeklerle yüzleşmek gerekecek bunu anlatmak için ve söz veriyorum baştaki hükümetin düşmesi mevzusuna bağlayacağım nihayetinde! En son ne zaman ‘görüsürük’ dedin ‘görüsürüz’ yerine? Markette birine çarptığından en son ne zaman ‘çok sorry’ dedin ‘pardon’ yerine? ‘mersi çok’ vardı mesela çok sevdiğimiz, ‘teşekkürler’ yerine. Sadece ben mi hatırlıyorum ‘randabauttan dön’ dediğimizi ‘çemderden dön’ yerine? ‘Gardaş’ nereye gitti bilmem ama ‘hacı’duyar oldum ben son zamanlarda. Bir zaman birisi bana ‘dilin kimliğindir’ demişti, ne çok sevinmiştim dilimden Kıbrıslı olduğum belli oluyor diye. İçimi bir heyecan, çok da alışkın olmadığım bir ‘huzur’ kaplamıştı. Ama tecavüz ediliyor işte o ‘kimliğe’. Her alanda, her noktada, her dakika. Bu tecavüze toplumca nasıl tepki verdiğimizi anlatayım, tabi kanımca: İlk seferler hep en acımasızıydı. Bağırdık. Haykırdık. 1-3-10-100. Kimse duymadı bizi. Her haykırışımızda tecavüzcü daha da sert geldi. ‘Bağırmazsan yumuşak devam edecek, zaten sesini duyan yok işkenceni daha da kötü kılma’. Sustuk, zevk almadık ama sustuk. Sonra gözyaşı dökmemeye alıştık. Kadınlar çok iyi bilir, ‘orgazm taklidi’ erkeğin daha erken orgazm olmasını teşvik ettiğinden aslında ‘kurtulmak’ istediğimiz şey için bir ‘savunma mekanizması’dır. İşte toplumca yaptığımız tam da budur! Tecavüzle savaşmıyoruz, tecevüzcüyle işbirliği yaptığımızın farkına bile varmadan sahte orgazmla onu kandırdığımızı düşünüp çok şey başardık sanıyoruz! Sonuçta sahte orgazmda çok iyi hale gelip kandırdığımızı sandığımız tecavüzcünün tecavüzünü devam ettirmesi için uygun ortamı yaratmış oluyoruz! Ve bu önemli. Lütfen son iki cümleyi tekrar oku. Sindirmesi kolay olmayabilir ama yazıyı okumaya devam edeceksen bu gerekli.
Gandhi böyle bir durumda ne yapardı? Öncelikle sorunlarımızı ‘toplumsal’ olarak görmemize yardımcı olurdu sanırım. Çünkü tecavüz sadece sana ya da bana yapılmıyor. Sadece senin veya benim evimde olmuyor. ‘Bize’, hepimize, toplumca bütünümüze yapılıyor. ‘Kimlik kartı’ adını işlevinden alan bir belgedir. İşlevi ise ‘kimliği’ beyan etmektir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nden ayrılışımızın üzerinden yarım asırdan fazla zaman geçti. İşte o kadar bir zamandır kimliksiziz biz. Aç bak istersen, ‘kimlik kartı’nda kimliğin yazıyor mu? İşte o kadar zamandır kimliğine tecavüz ediyor birileri çünkü aslında senin kimliğin 6 haneli bir numaradan fazlası olmalıydı. Ama kim bilir, belki de bu numara kaçıncı tecavüz kurbanı olduğunu belirtiyordur birileri için? Ve Gandhi ne mi yapardı? İşbirliği yapıp orgazm taklidi yapmazdı, onu biliyorum. Yapabilecekleri arasında tecavüzün daha da ulu orta bir yerde olmasını sağlayıp kendi ağzını bantlama olabilirdi. Düşünsenize binlerce kişinin aynı anda bir zaman Bragadino’nun işkence gördüğü meydanda tecavüze uğradığını? Hem de hemen öncesinde mağdurların kendi ağızlarını kendilerinin bantladığını? Bunun birileri için ‘haber değeri’ olabileceğini düşünüyorum. Ve ben denemeye değer diyorum! Muhtemeldir ki Satyagraha Kıbrıs’ta böyle bir şekilde uygulanabilirdi. Nedersiniz? Var mı bana katılacak birileri?
Gelelim hükümete. Pasifizmle bir yere gelinmiyor. Sosyal medyada haykırmakla da. Orgazm taklidi yapmakla da. Hepsini denedik ve biliyoruz. Ve hiçbiri ‘gerçeği’ yani tecavüze uğradığımızı yalın bir gerçeklik halinde ve herhangi bir yalana bulaşmamış şekilde (örneğin sahte orgazmla) ‘pasif direnç’ yoluyla göstermemize yardımcı olacaktır. Sonrasında bu politik duruşa kimin ‘haber değeri’ verip yayınlayacağı, görünür kılıp tepki doğmasına neden olacağını hep birlikte ‘göreceyik’. 6 haneli bir numaradan fazlası olabilmemizi hangi partinin hükümette olduğu değil toplumsal sorunlarımızla politik bir duruş sergilemek ve bunu da toplumca yapmak sağlayacaktır.