100 yıldır hak mücadelesi veren bir millet var: Kürtler. Beğenin veya beğenmeyin, gerçekler olduğu yerde duruyor, durmaya devam edecek. Kürtler var, Kürt dili var, Kürt folkloru ve müziği var, Kürtlerin kendilerine özgü örfleri ve adetleri, gelenekleri ve ananeleri, masalları ve şiirleri var. Bu gerçekler tarih var olduğundan bu yana Anadolu’nun gerçeğidir.
Kürtler, Anadolu’da Türk adı duyulmadan binlerce yıl önce Anadolu yerel halklarından biriydi, 1071’den itibaren değişen Anadolu dokusunda da ortadan kalkmadı. Diğer Anadolu yerlilerinden önce Müslüman olmuş olmaları, bir bakıma milli aidiyetlerini koruma konusunda işlerine yaradı. Rumların, Ermenilerin ve Süryanilerin aksine, Kürtler Müslüman-Türk gaza akınlarına doğrudan hedef olmadılar, çünkü zaten on birinci yüzyıldan sonra Anadolu’daki cihada yoğunlaşan Orta Asyalı yeni gelenlerin hedefinde, daha çok batı ve kuzey bölgelerde yerleşik Hristiyan topluluklar vardı. Kürtler böylece demografik konumlarını yirminci yüzyıl başlarına dek korudular. Anadolu Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemlerinde hâkim aidiyet olan İslam Ümmeti anlayışı Kürtlerin doğrudan yabancı hâkimiyeti altına girmelerine ve asimile olmalarına engel oldu. Kürtlerin bağımsız devleti olmasa da, Osmanlı döneminde bir tür feodal yerel yönetsel/politik yapıları oldu. Sayıca yoğunlukta yaşadıkları bölgelerde dillerini ve kültürlerini yitirmediler. Oysa Bizans’ın Hristiyanları, askeri ve siyasi hâkimiyetlerini yitirdikleri andan itibaren İslamlaşmaya ve linguistik anlamda asimilasyona uğradılar. Böylelikle yeni gelen – marjinal oranda – Orta Asyalı Türkler Greko-Romen Anadolu Hristiyanları ile karıştılar, fakat Kürtler büyük oranda bu harmanlanmanın dışında kaldı.