Yazar: Onur Özgen
Kaynak: Vesaire
Belki de hayatımız boyunca görebileceğimiz en büyük felaketi yaşadık. Yaklaşık iki haftadır yediğimiz yemek, içtiğimiz su, yattığımız yatak, uyuduğumuz uyku, her şey ağrımıza gidiyor. Hiçbir şeyin anlamı kalmamış gibi. Fakat bir yandan hissediyoruz ki, gündelik hayatın alışkanlıkları ve sıradanlığı yavaş yavaş geri dönüyor. 6 Şubat’tan önce ne yapıyorsak, yeniden onları yapmaya başlıyoruz. Evet, hâlâ bir yanımız çok acıyor ve bazılarımız için bundan sonra hep acıyacak. Ama hayat devam ediyor. Peki, biz bu devam eden hayatla ne yapacağız şimdi?
Dün bir bankta soluklanmak için otururken, yanımdan geçen iki kadının konuşmasına şahit oldum. Biri diğerine, “Şu diziler başlasın artık, kafayı yiyeceğiz yoksa her gün haber seyretmekten” dedi. Haklı mı? Kendince belki. Yakında başlayacak diziler. Ardından maçlar da başlayacak. Yine dışarıda arkadaşlarımızla buluşacağız. Yiyeceğiz, içeceğiz, sohbet edeceğiz, güleceğiz. Evet, güleceğiz. Olacak tüm bunlar. Çünkü her şeye rağmen yaşıyoruz.
Ama bu ülkede yaşamanın getirdiği ağır sorumluluklar var her birimizin omzunda. Unutmamak, affetmemek ve hesap sormak gibi. Antakya’da ailesini kaybeden Yusuf Unutmaz’ın dediği gibi, “Sadece unutmayın lütfen. İki gol haberine, Survivor’a, MasterChef’e kurban gitmesin bu insanların feryadı.”
Bu şahit olduğumuz ilk toplu katliam değil. Evet, diğerleriyle kıyaslanmayacak kadar büyük. Ama ilk değil. İnsanlarımız Roboski’de, Reyhanlı’da, Suruç’ta, Ankara’da bombalanmıştı. Çorlu’da bir tren katliamında öldürülmüştü. Soma’da, Amasra’da madencilerimiz katledilmişti. Hiçbirinin sorumluları affedilmedi belki. Ama unutuldu, hâliyle hesabı da sorulamadı.
Yine aynısının olması için ellerinden geleni yapacaklar. Daha ilk günden yaptıkları sahte birlik beraberlik çağrıları, “Asrın Felaketi” kampanyaları, zaten kamuya ait olan paraların depremzedelere bağışlanmış gibi yapıldığı ve yandaş şirketlerin kara paralarını akladığı iğrenç şovları hep bunun için. Devamı da gelecek. Fakat bu defa hepimiz biliyoruz ki bir şeylerin sonuna geldik. Evet, giderayak bizi mahvettiler, hayatımızı söndürdüler. Ama bu olanların hesabını sorabilmek için muazzam bir fırsat var önümüzde, cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri. Yalnızca seksen beş gün sonra. Yirmi bir yıldır maruz kaldığımız her kötülüğün hesabını sorabilecek ilk adımı atabilmek için seksen beş gün boyunca öfkemizi diri tutmamız lazım. An itibarıyla geride kalanlar olarak en büyük sorumluluğumuz bu.
Bizden normale dönmemizi isteyecekler. Bunu bütün gücümüzle reddetmek zorundayız.
Dönmemizi istedikleri normalde, şu ana kadar kırk binden fazla insanın ölmesine ve yüzbinlerce insanın yaralanmasına rağmen tek bir sorumlunun istifa etmemesi var. Her fırsatta halkın parmak sallanarak azarlanması var. Erdoğan’ın tuttuğu defteri var. Deprem bölgesinde tehditler savururken kürsünün önüne sıraladıkları, kapuşonunu açtıkları çocuklar var. Depremzedelerin seslerini duyurabildikleri, yardım isteyebildikleri tek kanal olan Twitter’ı saatlerce kapatanlar var.
Dönmemizi istedikleri normalde, kendisine sitem eden depremzedeye arkasını dönüp telefonuyla ilgilenen AKP Genel Başkan Yardımcısı Nurettin Canikli var. Evi barkı kalmayan insanların elektrik ve doğalgaz faturalarının erteleneceğini lütuf gibi açıklayan Enerji Bakanı Fatih Dönmez var. Kahramanmaraş’ta Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ı yuhalayan depremzedeleri gözaltına alanlar var. Diyarbakır’da kendisine, “İnsanları yalnız bıraktınız” diyen depremzedeye, “Sen kimsin? Sen provokatörsün!” diyen AKP milletvekili Oya Eronat var. Depremzedeler dert yakınınca sırıtarak karşılık veren Adıyaman Valisi Mahmut Çuhadar var. İnsanlar enkaz altındayken seçimlerin ertelenmesi gerektiğini söyleyen Bülent Arınç var. Böyle bir dönemde bile gerçek dışı kışkırtmalarla mülteci düşmanlığı yapan Ümit Özdağ var.
Dönmemizi istedikleri normalde, “Depremzede çocuklar evlat edinilebilir mi?” sorusuna, “Evlat edinen ile evlatlık arasında evlenme engeli doğmaz” cevabını veren Diyanet İşleri Başkanlığı var. Depremde ailesini kaybeden öksüz çocuklara göz diken tarikatlar var.
Dönmemizi istedikleri normalde, depremzedelerden kaçırılan mikrofonlar var. Halk enkaz başında yakınlarının kurtarılmasını beklerken ekiplere verilen talimatla kurtarılan bankaların ATM kasaları var. Milyonlarca insan evsiz kalmışken, sadece İstanbul’da, çoğu emlak baronlarının elinde bulunan 700 bin konut fazlası var. Bütün ülke canıyla uğraşırken İkizdere’de taş ocağında çalışmaya devam eden Cengiz Holding’in iş makineleri var.
Dönmemizi istedikleri normalde, bir an önce deprem bölgesine gitmek isteyen madencileri yıllık izinlerini kullanmaya zorlayan ya da işten atmakla tehdit eden maden şirketleri var. Depremzede işçileri ücretsiz izne çıkaran A101 var. İnsanlar dondurucu soğukla mücadele ederken çadır fiyatlarına zam yapanlar var. Depremzedelerin sığındıkları şehirlerde kira fiyatlarını artıranlar var. İnsanların olağanüstü bir dayanışmayla yolladıkları yardım kolilerini çalıp satmaya çalışanlar var. Tır şöförlerini tehdit edip taşıdıkları malzemeleri AFAD’ın envanterine geçirmeye çalışanlar var. Toplumsal muhalefetin örgütlediği dayanışma merkezlerine kayyum atayanlar, yardımları gasp edenler var.
Dönmemizi istedikleri normalde, açlıktan ölmemek için marketten erzak alan ve yağmacılıkla suçlanan insanların kırılan onurları var. Enkazdan 138 saat sonra kurtarılan ve ilk sözleri, “Kurbanınız olayım beni özel hastaneye götürmeyin, param yok” olan Emine Doğu var. Antakya’da enkazın altından yakınlarının sesi gelmesine rağmen altıncı günde hâlâ yardım alamayan ve devletten umudu kesip, “Haluk Levent, sesimizi duy!” diye bağıran çaresiz insanlar var.
40 binden fazla insan yok artık. Yüzbinlerce insanın anneleri, babaları, kardeşleri, akrabaları, arkadaşları yok. Milyonlarca insanın evi barkı yok. Antakya yok, Adıyaman yok, Maraş yok.
Ama bir yanda da dayanışmamız var işte. Gönüllü olarak gece mesaisine kalıp depremzedeler için soba yapan metal işçileri, sabaha kadar mont ve battaniye üreten tekstil işçileri, günlerce uyumadan en zorlu yerlere girip hayat kurtaran maden işçileri var. Elinde avucunda ne varsa depremzedelere yollayan yoksul halkımız var. En sevdiği montlarını, kumbaralarındaki paralarını deprem bölgesindeki arkadaşlarına gönderen küçük kardeşlerimiz var. Yıllarca bize düşman olarak gösterilen Yunan ve Ermeni kardeşlerimiz ve dünyanın her yerinden yardımımıza koşan dostlarımız var. Büyük insanlık var.
Bizim yüzümüzü dönebileceğimiz tek yer bu dayanışma artık. Katılabileceğimiz tek ses birbirimizin sesi. Pırıl pırıl bir güç var o seste. Duyuyoruz.
Hayır, normale dönmeyeceğiz. Kendimizi iyi hissetmek de istemiyoruz. Ta ki hesaplaşana dek. Ta ki insanların yok yere ölmedikleri, insan gibi yaşayabildikleri bir ülkeyi kurana dek.