Karanlık, kaybolunabilecek kadar kararmış bir yer vardı. Burada herkes televizyon izler, tekrar izler, tekrar tekrar izler, uykuya dalar, tekrar uyur, tekrar tekrar uyur, uyanır; izler, yine izler, yine uykuya dalar, yine uyanırdı. Hep aynı şeyler yapılırdı, burada, bu karanlık yerde. Siyahlaşırdı, sıkıcı olurdu her yer, hayat gibi. Kimisi bir televizyonu kimisi de bir duvarı seyrederdi, sessizce, beklentiyle, heyecanla. Televizyon her gün bir başkasını konuştururdu, ama konuşturmadığı da olmuştu. Bu yüzden her gün farklı bir gün gibiydi, gibiydi. Bir gün bir başkası, başka bir gün ise bir başkası konuşurdu, aydınlık olurdu. Bir gün beyazlaşır, başka bir gün ise siyahlaşırdı, televizyon gibi olurdu, mahkûmlaşırdı. Her şey sessizleşirdi daha sonra, Mustafa‘nın geçmişi gibi. Sıkıcı bir geçmişti onunkisi de. Ne yaparsa yapsın başladığı yere tekrar döndüğü, beyazlaşan bir geçmişti.
________________________________________________________________________
Bir adam,
hayatı izleyen
mahkûmlaşan hayatını izleyen
bir adam
bir de
karanlığa bakan
bir gölge
________________________________________________________________________
Sabah olmuştu. Mustafa gözlerini açmış, saate bakmış, işe geç kaldığını fark etmişti. Hemen kalktı, elini yüzünü yıkadı, fırçayı ıslattı, macunladı, dişlerini fırçaladı, kahvaltı hazırladı. Garip bir sessizlik de vardı, alışılmışın dışındaydı, sessizleşmişti, farklı gibiydi her şey. Saate tekrar baktı, telefonunu çıkardı, patronuma geç kaldığımı söylemeliyim, diye düşündü, numarayı tuşladı, ancak öylece donup kaldı. Çünkü çoktan işten ayrılmıştı. Neyse ne, diye geçiştirdi olayı, içeriye gitti çocuklarını uyandırmak için. Girdi bir odaya, karanlık bir oda, açtı ışıkları, uyandıracaktı çocukları, ancak bir durdu, etrafa bakındı, toz içindeydi her yer, yoktu hiç onlardan eser. Kimse yaşamıyordu burada uzun zamandır. Kendini garip hissetti, ilacımı almayı unuttum, diye düşündü, geri odasına gitti, ilacı yuttu, kahvaltıya oturdu, biraz yedi, sonra ne varsa; tabak, çatal, bardak; aldı, televizyona yaklaştı, haberleri açtı, yemeye devam etti. Böylece saatler geçirdi, başka bir kanala geçti, film izledi, şarkı dinledi… Akşam olmuştu bile. Akşam yemeğini aldı, televizyonun önüne oturdu, tekrar haberleri açacaktı, derken televizyon açılmadı. Sinirlendi, öfkelendi, düşünmeyi denedi, tekrar düğmeye bastı, ancak yine açılmadı. Etrafa bakındı, kimseleri göremedi, şaşırdı ne yapacağını, baştan denedi, bu sefer açıldı, ancak sadece beyaz bir görüntü vardı. Televizyona iyice yaklaştı, dalıp gitti bu görüntüye. Bu görüntüyü çocukluğundan hatırlıyordu. Beyaz bir görüntü bile onu çocukluğuna götürebilmişti. Bazı şeyleri hatırlamış, önce sevinmiş sonra sinirlenmiş, geri kapatmıştı. Yatağına girdi, yorganı çekti, gözlerini kapattı, derin bir uykuya daldı. Son uykusuydu bu.
”Televizyon”
Mustafa yeni bir güne gözlerini açmıştı, ancak kalkmak istemiyordu. Annesi zorla, bir şekilde kaldırmayı başarmıştı. Kahvaltı hazırlanmış, herkes sofraya oturmuş; babası, kardeşi, annesi; yemeye başlamışlardı bile, ancak babası birazdan kalkacaktı. İşe çoktan geç kalmıştı. Saatine baktı, birkaç lokma daha aldı, evden ayrıldı. Mustafa ise yemeye devam ediyordu. Yemeğini bitirdi, annesine seslendi, televizyon için izin aldı, başına geçti, düğmeye bastı, beyaz bir görüntü… Etrafa bakındı, ancak annesi sanki kaybolmuştu. Rüya gibiydi, hem heyecanlı hem de yorucuydu. Korktu, bir daha bakındı, göremeyince daha da korktu, ancak kimseler yoktu. Diğer mahkûmlar hariç. Koştu, ilacını aldı, gözlerini kapattı, biraz dinlendi, kalktı, gardiyana durumu anlatayım, diye düşündü, anlattı. Mustafa saatlerce beklemişti, ancak gelen giden yoktu. Kimse televizyonla ilgilenmiyor, tamir etmiyordu. Mustafa ise annesinden izin alamıyordu, izlemek için.
________________________________________________________________________
Bir gölge,
hayatı izleyen
mahkûmlaşan hayatını izleyen
bir gölge
bir de
karanlığa bakan
bir adam
________________________________________________________________________
Günler geçmiş, ancak bakan olmamış, canı iyice sıkılmıştı. En azından öylesine bakayım, haberi olmaz annemin, dedi, yaklaştı, o karanlık görüntüye daldı. Öylesine bir karanlıktı ki bu; mide bulandıran, bunaltıcı, sıkıcı bir karanlıktı, en azından onun için. Çünkü en iyi yaptığı şey televizyonu, beyazlaşan bir anıyı izlemekti, geçmişi gibiydi, ama bu ise tozlaşan, siyahlaşan bir televizyondu, geleceği gibiydi. Öyle bir siyahlıktı ki asabını bozardı. Hâlâ bakıyordu ekrana. Sebebini anlamadı, ancak irkildi, birkaç mahkûmla daha konuştu, kafasını dağıttı, uzakları izlemeye başladı, parmaklığın ardından.
”Karanlık”
Karanlıktı her yer. Son uykumdu herhalde, diye düşündü. Hiçbir şey yoktu etrafta. Uçsuz bucaksız bir karanlık vardı. Sıkıcı, bunaltıcı, mide bulandırıcı bir karanlık. Hem her şeyi hem de hiçbir şeyi hissediyordu. Çünkü hiçbir şey anlaşılamıyordu. Dolaştı durdu, gezindi, belki bir şey görür diye, ancak yine bir şey yoktu. Önce oturmayı denedi, eliyle yokladı, oturdu, gözlerini kapatıp açtı sonra yine etrafa baktı, son uykum falan değilmiş, diye düşündü, uykuluğunu çıkardı, doğruldu, kalktı, ışığı açtı, sevindi, ancak uykusu bozulmuştu. Salona gitti, televizyonu açacaktı, bir anlığına dondu, acıktığını hatırladı, mutfağa gitti, atıştırmalık aldı, geri döndü, düğmeye bastı, ancak televizyon açılmadı. Yine de bu sefer sinirlenmedi. Atıştırmalıkları yerine koydu, televizyonun fişini çekti, aşağıya indi, çöplüğün arasına fırlattı, gülümsedi, yukarıya çıktı, yorganı geri çekti, uykuluğunu taktı, derin bir uykuya yattı. Son uykusuydu.
— Her yer bembeyaz. Hiçbir şey görünmez, ama uykuluğu dakmadıydım, öyle hatırlarım. N’oluyor be ama? Daha haber açacaydım…
— Çalış… Çalış… Çalış be artık! Bu gadarı fazladır, yetişir, izleyemeycem bir haber?
— N’apar be ama bu? Delidir herhal- Ma bu benim? Sesi da aynıdır.
Mustafa kendini duyuyordu, ancak şaşırdığı şey bu değildi. Aşağıya, eline koluna baktı, tepki bile veremedi. Her yeri simsiyahtı, siyahlaşmıştı. Televizyonu kapat diye bağırmak istiyordu, bağıramadı, sessizleşti, yine yukarıya baktı.
— Beytambal!
Televizyonu aldı, salondan geçti, kapının önüne geldi, ekrana son kez baktı, anlam veremedi, garip bir şey var diye düşündü, tereddüt etti, ancak yine de kararından dönmedi, televizyonu tuttu, fırlattı, bir anda bütün bedenini kaybetti, yere düştü, gözleri kapandı.
Karanlık, kaybolunabilecek kadar kararmış bir yer vardı. Burada herkes televizyon izler, tekrar izler, tekrar tekrar izler, uykuya dalar, tekrar uyur, tekrar tekrar uyur, uyanır; izler, yine izler, yine uykuya dalar, yine uyanırdı. Hep aynı şeyler yapılırdı, burada, bu karanlık yerde. Siyahlaşırdı, sıkıcı olurdu her yer, hayat gibi. Kimisi bir televizyonu kimisi de bir duvarı seyrederdi, sessizce, beklentiyle, heyecanla. Televizyon her gün bir başkasını konuştururdu, ama konuşturmadığı da olmuştu. Bu yüzden her gün farklı bir gün gibiydi, gibiydi. Bir gün bir başkası, başka bir gün ise bir başkası konuşurdu, aydınlık olurdu. Bir gün beyazlaşır, başka bir gün ise siyahlaşırdı, televizyon gibi olurdu, mahkûmlaşırdı. Her şey sessizleşirdi daha sonra, Mustafa‘nın geçmişi gibi. Sıkıcı bir geçmişti onunkisi de. Ne yaparsa yapsın başladığı yere tekrar döndüğü, beyazlaşan bir geçmişti.