Jean Baudrillard, bireyin televizyonda savaşı izlemesinin herhangi bir tuvalet kağıdı reklamı izlemekten farklı olmadığını ifade eder. Bireyin, ekranı kapatmasının ardından o savaşın artık onun için devam etmediğini ve dolayısıyla bir simülasyon evreninde yaşadığımızı; her şeyin görüntüden ibaret olduğunu ve cansız olduğunu söyler. Son bir kaç gündür internet gazetelerinin firariyi arama yayınlarını izledikçe aklıma bu geldi nedense…
Covid-19 gündeminden bunalan evdeki yurttaş, gündelik sıkıcı yaşamına heyecan katan bir olayla ilgili olarak sosyal medyadaki paylaşımları yoğun bir şekilde takip etmeye başladı. Normal koşullarda yüz civarında canlı yayın takipçisi olan sosyal medya platformları bile 500-800 bandına ulaştı izleyici sayılarında… Bu durumun, gazete patronları için cazip bir şey olduğu şüphesiz ki bir gerçektir. Sayfasındaki etkileşimi artan gazeteler daha çok reklam alma şansına sahip olacak, daha çok gelir elde edecek vs… Ancak konumuz bu değil…
Özellikle dün başlayan ve bugün yoğunluğu artarak devam eden polis mensuplarının basın çalışanlarını engelleme girişimleri ise bazı kurum çalışanları tarafından “ifade özgürlüğü” kapsamında değerlendirilmeye çalışılıyor. Gerekçe olarak “halkın bilgi edinme hakkı” iddiasına sığınmak, bu tür konular için tartışmaya açık bir kavramdır.
Polisin bir kaçağın aramasını sürdürdüğü Girne bölgesinde adım adım canlı yayınlar yapmak, soruşturmanın gizliliğini tehlike altına atabilmektedir. Ev ve ambarları dahi arayan polis ekiplerine eşlik eden basın mensuplarının, bireylerin özel hayatını ihlal etmesi de cabası…
Sorun aslında şu noktada başlıyor:
Kaçağa yardım etme girişiminde bulunması muhtemel kişi veya kişiler canlı yayınları takip ederek, polisin hangi anda, ne noktada olduğuna dair detaylı bir bilgi edinme şansına sahip oluyor. Nitekim Gıynık Gazetesi’nin yaptığı yayın da bu teoriyi destekler niteliktedir. Gazete haberinde, firariyi beyaz eski model bir van aracın yat limanından 11.00 sıralarında aldığını iddia etti. Benzer bir ifade, Özgür Gazete muhabiri Mustafa Baflı’nın Yat Limanı’ndan canlı yayın yaptığı sırada da kullanıldı. (Videoyu bilinçli olarak paylaşmıyorum) Videonun devamında polis ekiplerinin limanda araçlarına binerek bölgeden uzaklaşmaya başladığı da gözlemlenebilir.
Dolayısıyla, şu sıralarda bir film setindeymişiz gibi basın emekçilerinin polisin peşinde gidip her anı canlı bir şekilde kamuoyuna duyurması halkın bilgi edinme hakkına katkı sağlamıyor. Yurttaşların, polis ekiplerinin dağ ve tepelerde yürümesini; bir film izlermiş gibi seyretmesi “bilgi edinmesi” anlamına gelmemektedir. Dahası, bu videolar konunun magazinsel bir role bürünmesine de sebebiyet veriyor.
Eğer iddialardaki gibi işin içinde bir başka kişi veya kişiler varsa, bu videolar firarinin kovalamacadan kaçmasını daha olanaklı bir hale dönüştürebilme ihtimalini de taşımaktadır. Evinde mısır patlatarak firarinin canlı yayınlarını izleyen yurttaş, bu videoları izlemezse karanlığa gömülmez. Dolayısıyla basın mensuplarının “halkın bilgi edinme hakkı çerçevesinde kamu yayıncılığı” yapıyoruz söylemi de -bu konu özelinde- benim açımdan geçersizdir.