Neden 14 Ağustos değil de, 20 Temmuz?
Halbuki, Ayşe 20 Temmuz’da tatile zaten çıkmıştı!
Ayşe’nin tatili 14 Ağustos değil, 20 Temmuz’da başlamıştır!
İşgal konusunda 20 Temmuz’u değil de, 14 Ağustos’u referans almanın siyasal anlamı;
1. 20 Temmuz’da TSK’nın Kıbrıs’ı işgal etmediği, TC’nin, 1960 Garanti Anlaşması’nın Garantörlere verdiği görev (hak) doğrultusunda Kıbrıs’a Barış Harekatı düzenlediği yönündeki iddiaları kabullenmek ve savunmak anlamına gelir.
Bu iddiaya göre, TSK, adaya askeri müdahale yapacak, 15 Temmuz Faşist Darbe ile bozulan anayasal düzeni tekrardan restore edip geri çekilecekti. Garanti anlaşmalarının Garantör devletlere yüklediği görev (*) buydu. Garantör devletler olarak Türkiye, Birleşik Krallık ve Yunanistan’ın üçünün de koordinasyon içinde hareket etmeleri mümkün değildi. Çünkü, Kıbrıs’taki anayasal düzeni yıkan bizzat bu görantörlerden biri Yunanistan idi.
Bu nedenle Türkiye, “garantörlük görevini birlikte kullanalım” diye Birleşik Krallık’e talepte bulundu, ama Birleşik Krallık reddetti. Yani Birleşik Krallık, 1960 Garantörlük Anlaşmasının Türkiye ve Yunanistan ile birlikte kendisine de verilen görevi yerine getirmeyi reddetti. Böylece Türkiye tek başına 20 Temmuz sabahı adaya askeri harekat başlattı.
15 Temmuz darbesiyle devrilen, canına kastedilen, ama bir şekilde kurtulup, Birleşik Krallık üsler bölgesine (Ağrotur) ulaşan ve oradan da Birleşik Krallık’a götürülen Makarios Türkiye’ye müdahale etmesi için çağrıda bulunacaktı.
Darbeyle oluşturulan Kıbrıs devleti ve Yunanistan dışında hiçbir devlet TSK’nın Kıbrıs’a gerçekleştirmeye başladığı harekata resmen karşı çıkmamış, hem ABD ve Birleşik Krallık ve hem de SSCB tarafından dolaylı da olsa desteklenmiştir.
Bu durumda, TSK’nin 20 Temmuz günü başlattıkları askeri harekat bir işgal harekatı değil, bir barış harekatıydı. Bu, Türkiye’nin en yetkili ağızlarından şöyle duyurulacaktı; “Türkiye’nin Kıbrıs’ta barış, kardeşlik ve özgürlük için giriştiği harekat bu sabahın erken saatlerinde başlamıştır. TSK savaş değil, barış için Kıbrıs’ta bulunuyor.” (Ecevit)
İşte, anlatı bu şekildeydi.
Ama, bu anlatı kısa süre sonra inanırlığını yitirecekti.
Yunanistan Albaylar Cuntası, TSK’nın Kıbrıs’a gerçekleştirmeye başladığı askeri harekatın hemen ardından, 23 Temmuz günü görevden ayrıldıklarını duyurdular. Albaylar Cuntası’nın Kıbrıs’ta cumhurbaşkanı yaptığı Nicos Samson, göreve getirilişinin 8. gününde ( 23 Temmuz 1974) görevi bıraktı. Yani, Samson, TSK’nın askeri harekatının başlamasının ardından ve Yunanistan Albaylar Cuntası ile eşgüdümlü bir şekilde istifa etti. Belli ki, görev tamamlanmıştı, hem cuntanın ve hem de Samson’un…
Yerine, Glafkos Klerides cumhurbaşkanı olarak atandı. Tam 137 gün sonra (7 Aralık 1974), Makarios’un geri gelmesi ile birlikte görevi ona devretti. Makarios 3 Ağustos 1977’de ölene dek görevde kaldı.
Yani, Kıbrıs’ta anayasal düzen ihlali ve iddia edilen ENOSİS sadece 8 gün sürmüş, sonrasında hem anayasal düzen restore edilmiş, hem de seçilmiş cumhurbaşkanı Makarios, dönüp-dolaşıp tekrardan görevinin başına gelmiştir.
Ecevit’in deyimiyle, TSK sadece Kıbrıslı Türklere değil, aynı zamanda Kıbrıslı Rumlara ve Yunanistan’a da demokrasi getirmiştir. Kıbrıs Cumhuriyeti restore edilmiş, Yunanistan’daki Cunta gitmiş, yerine demokrasi gelmiştir…
Herkes mutlu, bırakın böyle kalsın diyor yani…
Tamam da, Samson istifa etmiş, yerine Makarios’un vekili durumundaki Klerides cumhurbaşkanı olmuş ve 15 Temmuz 1974 öncesi anayasal düzen restore edildiğine göre, bu görevleri yapmak için müdahale ettiğini dünyaya ilan eden TSK silahlı operasyonlarına niye hala devam ediyor ve insanlar hala ölüyor, öldürülüyorlar?
TSK, 16 Ağustos günü, ateşkes görüşmeleri çöktü iddiasıyla 2. bir askeri operasyona başlayarak, adanın hem doğusuna, hem de batısına askeri operasyonlarını tekrardan başlatıyor.
İşte bu tarihle birlikte dünya kamuoyu TSK’nın askeri harekatını işgal olarak tanımlamaya ve kınamaya başlıyor.
Ama, bu kınamaların hiçbiri etkili olmuyor ve 1963 yılında çizilen “Yeşil Hat”, birkaç küçük sapmalarla birlikte TSK tarafından fiili olarak tekrardan çizilip, Kıbrıs ikiye bölünmüş oluyor.
Bu durumda 16 Ağustos’da başlayan operasyon işgalin başlangıcı olarak görülüyor.
Evet, anlatı böyle!
Halbuki, başka bir anlatı daha var. Daha doğrusu, aradan geçen yıllar ve yaşananlar o birinci anlatının doğru olmadığını, işin renginin çok daha farklı olduğunu göstermeye başlıyor.
Öncelikle bu birinci anlatı, Yunanistan’daki Albaylar Cuntası’nın Amerikan güdümlü bir idare olduğunu gizliyor veya hafife alıyor.
İkincisi, garantör devletlerin üçünün de, yani Türkiye, Yunanistan ve Britanya’nın da NATO üyesi devletler olduğunu ve aynı emir-komuta zincirine bağlı oldduklarını bize unutturmaya çalışıyorlar.
Üçüncüsü, ve belki de en önemlisi Kıbrıs sorununu Türk-Yunan sorunundan ibaret bir sorun olarak sunuyor olmaları. Aslında onlar, Kıbrıs halkını emperyalistlerin böldüğünü her fırsatta dillendiriyorlar. Ama bu, söylem sınırlarını aşmıyor. İş, “ne yapmalı?” noktasına geldiğinde, bu “anti emperyalist” söylem rafa kalkıyor ve emperyalizmden çözüm bekler duruma düşüyorlar.
Kıbrıs sorununda emperyalizmi sorumlu tutan siyasetlerin samimiyetini ve ciddiyetini anlamak için, onların çözüm önerilerine bakmanız lazım.
İşte, üstte özetlediğimiz 1974 anlatısı da, bu tür anti emperyalistlerin anlatısıdır. Buna göre Kıbrıs sorunu emperyalizmin yarattığı bir sorundur, ama 15 Temmuz Yunan Cuntası ve EOKA’nın gerçekleştirdiği, 20 Temmuz ise Türkiye’nin “garantörlük haklarını kullanarak” gerçekleştirdiği bir “barış harekatıdır”, ta ki 14 Ağustos 2. harekatına kadar. O andan sonra “barış harekatı” işgal harekatına dönüşmüştür. Bu siyasi anlayış çözüm konusunda, “Tek çözüm federasyondur. Başka çözüm şekli aramak boşa çabadır!” “fetvasını” veren bir anlayıştır…
Halbuki, onlar da biliyorlar ki; 1971’de Lizbon NATO Dışişleri Bakanları toplantısında Kıbrıs ile ilgili kararlar da alınmıştır. Üç garantörün, Britanya, Yunanistan ve Türkiye Dışişleri Bakanlarının da hazır bulunduğu bu toplantılarda varılan kararlar açıklanmamıştır. Ama, NATO’nun Makarios’tan kurtulma niyetleri ve planları bilinmeyen şeyler değildir. Amerika’nın (dolayısıyla da NATO’nun) ikili ENOSİS önerileri (Acheson planı) bilinmeyen şeyler değildir. Yunanistan Albaylar Cuntasının ABD kontrolünde bir yönetim olduğu da muamma değildir.
İşte bu gerçekler tüm çıplaklığıyla ortada iken, 15 Temmuz darbesinin bir NATO planı olduğunu söylemek hiç de yanlış olmayacaktır. Üstelik de, tüm gelişmeler aslında bu darbenin başarısız olmak üzere planlanan bir darbe olduğunu gösteriyor demek de yanlış olmayacaktır.
15 Temmuz faşist darbesinin amacı çifte ENOSİS’i mümkün kılacak koşulları yaratmaktı ve bu görevini her yönüyle yerine getirmiştir;(***)
Darbe bahane gösterilerek TSK adayı işgal etmiş, “yeşil hat”tı baz alarak, doğudan batıya bir “Atilla hattı” çekmiş, güneydeki Kıbrıslı Türkleri adanın kuzeyine, kuzeydeki Kıbrıslı Elenleri de adanın güneyine toplayacak anlaşmaları yaparak, nüfusu Türk ve Elenlerden oluşan iki coğrafi bölge oluşturmanın zeminini yaratmıştır.
İşte size, mükemmel işleyen, başarılı bir NATO planı!
Bu plan hala yürürlüktedir. Bu plana herhangi bir NATO üyesinin karşı duruşu sözkonusu değildi ve bugün de hala daha değildir.
İşte, 20 Temmuz gerçeği budur!
İşte, 14 Ağustos bu gerçeğin bir devamıdır!
İşte, aradan tam 50 yıl geçmiş olmasına rağmen TSK’nin hala daha adamız üzerindeki varlığını devam ettirmesinin dayandığı gerçek budur!
İşte, geçen 50 yılda TC’nin adanın kuzeyine, Lahey Adalet Divanı kararları hilafına, yerli nüfustan kat kat fazla bir nüfus yerleştirmesinin dayandığı zemin de budur!
İşte, TC’nin hiçbir ciddi muhalefetle karşılaşmadan adanın kuzeyini sömürgeleştirme adımları atabilmesinin de dayandığı zemin budur!
Bu durumda, kendine yurtsever, aydın, devrimci, sosyalist ya da komünist deyen her bir bireyin, her bir örgütün izlemek durumunda olduğu strateji şöyle olmalıdır:
1. Kıbrıs sorunu emperyalizm tarafından yaratılan, çözümü engellenen bir sorundur. Çeşitli milliyetlerden Kıbrıs halkını emperyalist vahşet düzenine bağımlı kılan bir sorundur.
2. Kıbrıs sorununun emperyalist politika ve planlarla çözülmesi mümkün değildir. Emperyalist burjuvalar milli sorun çözme yeteneklerini çoktan yitirmişlerdir.
3. Günümüzde milli kurtuluş mücadeleleri, sınıf mücadeleleri ile organik bir ilişki içinde ele alınmadan çözümlenemez. Milli kurtuluş mücadeleleri komünizm için mücadelenin bir parçası haline gelmiştir.
4. Doğası gereği bu mücadele anti emperyalist ve enternasyonalist bir muhteva içermektedir.
Proletarya kendini emperyalizm vahşetinden kurtarmak zorundadır.
Proletarya, aynı zamanda ezilen ulusları da emperyalist vahşetten kurtarmak zorundadır!
Proletarya, aynı zamanda kadınları emperyalist eşitsizlik ve katmerli sömürü koşullarından kurtarıp özgürleştirmek zorundadır!
Proletarya tüm evreni ve tüm canlıları kurtarmak zorundadır!
______________________________________________
(*) Bu görev TC tarafından “hak” olarak telakki ediliyor, TC’nin garantörlükten kaynaklanan hakları olduğu iddia ediliyor.
(**) Garanti Anlaşması için alttaki 3 linke bakınız.
http://kypros.org/Constitution/treaty.htm
https://peacemaker.un.org/cyprus-greece-turkey-guarantee60
(***) Denecektir ki, “hani çifte ENOSİS, KC Yunanistan ile birleşmedi?”
Bu soru politikaya mekanik yaklaşan bir sorudur. ,
Siz zannediyormusunuz ki, çifte ENOSİS meraklılarının derdi Kıbrıslı Elenleri Yunanlılarla birleştirme, Kıbrıslı Türkleri de Türklerle birleştirmektir?
Hayır! Çifte ENOSİS projesi Kıbrıs halkını bütünüyle zapturap altına alma projesidir.
Çifte ENOSİS bir NATO projesidir, Kıbrıs’ı NATO çıkarları çerçevesinde tutma projesidir, soğBirleşik Krallık savaş döneminin sözde SSCB’sine kaptırmama projesidir.
Böyle baktığınızda göreceksiniz ki, Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıs’ın kuzeyi TC eliyle, Kıbrıslı Elenler ve Kıbrıs’ın güneyi AB (baştan aşağı NATO gücü) eliyle NATO’nun kontrolüne alınmış durumdadırlar.