Tekrar tekrar okudum bu cümleyi Levent Kavas’ın kitabında ilk kez gördüğümde. Sanırım yaklaşık 15 yıl önceydi. Anladığımı sandım, anlamayı gerçekten istedim; o yüzden okudum. Tekrar. Tekrar. Anladığıma dair ikna ettim kendimi; ama gençsin ve Sosyoloji okuyorsun. Öyle kolay mı ikna olmak? İkna olmam için ‘düşünmem’ lazım, belki o zaman var olacağım.
Yakın zamanda bir sunum yapmam icap etti o zaman ve heyecanlıyım. Gençlik işte, o içimin kıpırtısını düşüncelerimle var olma eğilimine dönüştüreceğim, Sosyoloji okuyorum ne de olsa. Sunumumu şu alıntıyla bitirdim: “gözlerim nemli değil, gözlerim namlu”.
O an gerçekten bunu anladığıma ikna ettim kendimi. İnanmazsınız ama bir de üstüne üstlük çok değerli hocam bu alıntının yorumunu sınavda sordu. Al işte sana çifte şans! Kanıtla bakalım bir kez daha gerçekten anladığını…
15 yılda çok değişebiliyor insan. Yaşadıkları, okudukları, tattıkları unutturabiliyor zamanında anladığına dair kendini heba ettiğim o cümleyi. Sonra bir anda beyin tekrar çıkarıyor su yüzüne neredeyse küflenmeye yüz tutmuşken belleğin derinliklerinden.
Peki neden şimdi? Diye sorduysam da ilk etapta, nedeni çok açıktı. O yüzden daha farklı bir soruyla devam edeyim: Yoksa acaba şimdi mi gerçek anlamda yazarın bu cümlede ne demek istediğini fark etmiştim?
Bir aydır bazısının ‘ev hapsi’, bazısının ‘sokağa çıkma yasağı’, bazısının ‘karantina’, bazısının ‘izolasyon’ olarak tanımladığı bir süreçten geçmekteyiz. Çevreciler için bu hayvanat bahçelerinin gaddarlığını ortaya koymak için bulunmaz fırsat oldu.
Homosapiens evrim teorisinin sonunda yer alarak “düşündüğünün üzerine düşünebilme” yetisine sahip mi? Ve bu aralar düşünmek ve onun üstüne daha da düşünmek için elimizde zamandan bol ne yok ki? Bizi o hayvanat bahçesindeki hayvanlara benzetmek kolay, ama varsa bir farkımız işte kanıtlama zamanı! Hep işten güçten, yoğunluktan, stresten, vakit bulamamaktan sızlanan homosapiensin tüm bahaneleri suya düştü!
‘Sapiens’ yani ‘bilge hayvan’ (insan) bilge olmayan teller arkasındaki homodan farklı ise, bir aydır dükkanına kepenk çekmiş esnaf da, sözüm ona devlet destek fonundan dışlanmış gazeteci, mimar, mühendis ve diğer emekçiler de, hayatı boyunca ev dışında bir işe girme şansı olmamış ev hanımı da, ekonominin dibe çökmesi ile iş bulma hayalleri aynı oranda dibe çöken yeni mezun arkadaş da, evlilik hayallerini ne zamana erteleyeceğinden bile emin olmayan genç çiftler de, tarlasındaki mahsulü pazarda satamayacağından artık emin olan üretici de,yaz aylarında çalışıp okul harcını çıkaran turizm sektöründeki genç de, pandeminin ciddiyeti ortaya çıkar çıkmaz işine son verilen emekçi de, ev içi şiddete maruz kalan kadın da, 23 Nisan’ı dört gözle bekleyen torun sahibi emekli de…
Herkes ama herkes neden ağladığını biri bana anlatsın lütfen. Daha başka nasıl bir durum toplumun gerçek anlamda tüm kesimini etkileyebilir ki? Zamanın ‘dayanışma zamanı’ olduğunun dile getirilip 3-5 aileye gıda yardımı sağlanması yetmeyecek. Kalıcı çözümler oluşturulmadığı sürece ne var olan ve gittikçe eriyen bireysel birikimlerimiz bu tarz yardımları devam ettirmeye yarar, ne de bu bizim ‘kişisel’ sorunumuzdur. Komşunuza ya da sosyal sigortası hiç yatırılmamış yabancı uyruklu emekçiye yardım etmeyin demekten ziyade söylemeye çalıştığım şu: Toplumun bireyleri olarak görevimiz birbirimizin gözyaşlarını silmek olmaktan ziyade bu neme sebebiyet veren öfke, kin, kızgınlık gibi duygularımızı namluya dönüştürmemiz gerektiği.
Örneğin, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Dairesi’nin yıllardır neden bir türlü fiilen çalışmaya başlamadığını sorabiliriz. Neden devlete ait bir sığınma evi olmadığını.. neden normal şartlarda bile turizm sektöründe çalışan kişilerin ölü dönemlerde iş güvencesi altında oldukları ve maaşlarının ciddi bir bölümünü almaya devam ettikleri terk ettiğimiz Cumhuriyet’i sahi neden ve nasıl terk ettiğimizi de sorabiliriz.. ‘Asrın projelerini’ asrın kolonyalizmine çevirmenin ne demek olduğunu da sormak hiç fena olmaz, yoksa bunun için Ağustos’u mu beklemeliydim?
Sahi kaç Ağustos geçti soru sormanın yasaklandığı? Yoksa siz sadece Temmuz’u mu biliyorsunuz? Kaç Ağustos’dur gözlerimiz yaşlı bizim? Belki de ilk kez sınıf, statü, cinsiyet, yaş, meslek, zengin, fakir demeden hepimizin derinden hissettiği o öfke, kin ve kızgınlığı namluya çevirebileceğimiz bir durumla karşılaştık. Senin tercihin hangisi olacak? Gözlerin nemli mi namlu mu? Çünkü benim “gözlerim nemli değil, gözlerim namlu”.