Küçük toplumlarda, insan ilişkileri çok önemli bir yer teşkil eder. Aile bağları, dostluklar, arkadaş bağları, küçük ve samimi toplumların en güzel yanlarından biridir diyebiliriz. Ancak her durumun hem bir aydınlık hem de bir karanlık yüzü vardır. En muhteşem olduğunu düşündüğümüz durumların bile mutlaka bizlerden götürdükleri vardır. Burada farklı açılardan, bu küçük toplumların içerisinde olan duruma bir bakalım.
Mesela, küçük toplumlarda herkes bir birini tanıdığı için, bazı haberler hızlıca yayılabiliyor ve kötü bir durum karşısında bir çok kişi birbirine çok hızlı bir şekilde destek verebiliyor. Gerek aile, gerek dostlarla birlikte kötü süreçler daha hızlı atlatılabiliyor. Çok fazla insanla birlikte toplu bir şekilde hayat sürme hissinin verdiği güç, ailelerin ve çocukların yakın ilişkilerinden dolayı, çocukların bitmek bilmeyen aile desteğini hissetmesi ve her daim arkalarını sağlam hissetmeleri bu durumun bir çok pozitif getirisinden sadece bazılarıdır. Ancak bir de bu duruma diğer bazı açılardan bakalım. Mesela dedikodunun hiç olmadığı kadar fazla olması, insanların, kendi yaşam amaçlarını bulmak yerine başkalarının hayatlarına karşı gösterdikleri tutku, fazla insan odaklı olmaktan kaynaklı, üretimin az olması, aile ilişkilerinde bir türlü ailelerin çocuklarına yetişkin muamelesi yapamaması ve onları özgürleştirmek yerine, onları kendileri olmadan ayakta duramayacak bireyler olarak görmeleri ve bunu desktekleyen davranış biçimleri sergilemeleri. İleri yaşlara kadar kendi maddi manevi özgürlüğünü kazanamayan çocuk kalmış yetişkinlerle doludur bu toplumlar maalesef.
Peki bu durum nasıl düzeltilebilir? Bunları başarmış daha gelişmiş toplumları incelemeli, onların eğitim sistemlerine bakmalı ve küçük bir topluma uyacak şekilde adapte edebilmeyi sağlamalıyız. Gelecek nesiller için geç olmadan adım atmalıyız. Çok maddi kaynağa ihtiyaç duymayan, küçük adımlarla değişimi başlatmak mümkündür. Yeter ki samimiyetle gelecek nesilleri önemseyen bu alanda uzman kişiler bu anlamda adım atsınlar. Aileler de kendilerini geliştirmek için kendi sorumluluklarını almalı; sadece çocuklarına adanmış ve odaklı bir hayatın hem kendilerine, hem de çocuklarına verdikleri zararı görebilmek için de kendilerini geliştirmeyi seçmelidirler. Aileler kendi çocuklarının ayrı birey olduklarını kabul etmeye ve onları bu yönde destekleyecek davranış biçimlerini öğrenmek için adım atmalıdırlar. Yine dönüp dolaşıp eğitime ve kişisel gelişime geliyoruz. Minik adımlarla köklü bir değişim başlatmak mümkündür. Eğitimciler, aileler, öğretmenler, psikologlar, insan bilimcileri, sanatçılar, sosyologlar vs her birimiz üstümüze bu anlamda düşen sorumluluğu bir an önce almalıyız. Önce ‘ben’ olgusunu öğretmeli ve sağlıklı bir ‘ben’ olgusunu anlamanın ardına ‘biz’ yani birlik bilinicini destekleyecek yaşam tarzları, eğitim tarzları kurmalıyız.