Bu yazı ilk olarak 2016 Kasım ayında yayınlandı. Ufak değişikliklerle tekrar yayınlıyoruz.
Bugün 25 Kasım, kadına yönelik şiddete karşı mücadele günü. Uzun uzun kadın kurtuluş mücadelesinden veya kadınların uğradıkları ayrımcılıktan, şiddetten, tahakkümden bahsetmeyeceğim. Erkeklerin kadınların maruz kaldığı şiddetle ilgili ahkam kesmesi veya kadınlara nasıl mücadele edilmesi gerektiğini ‘öğretmesi’, bizzat erkeklerin toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinde kendi kendilerine biçtikleri misyon haline gelmekte.
Sendikada, partide, örgütte veya kamusal alanlarda kadınlar veya LGBTİ bireyler adına konuşan, kurtuluşlarını savunan ve nasıl mücadele edilmesi gerektiğini ‘öğreten’ erkekler boy göstermekte. Halbuki herhangi bir sendika toplantısında onlarca erkeğin arasında tek tük kadına rastlanır, partilerde kadınlara biçilen rol ve görev sokak sokak dolaşıp oy toplamak olur, örgütlerde kadınlardan çok erkekler feminist olur. Çünkü her yerde politik-pratik iktidar inşa süreçleri söz konusudur ve bu çoğunlukla erkekliğin inşasıyla da paralel gitmektedir.
Nasıl ki kadın doğulmuyor ama kadın olunuyorsa, bilinmelidir ki erkek de doğulmuyor, erkek olunuyor! Dolayısıyla mesele biyolojik olarak erkeklerin ne kadar feminist olup olmadığından çok, erkeklerin erkeklik durumu ve süreçleriyle ilgili olarak ne kadar yüzleşip yüzleşemedikleri, erkekliği sorgulayıp sorgulayamadıkları ve hayatlarını nasıl yaşadıklarıdır.
Şimdi kimse ‘ama’, ‘fakat’ veya ‘nedir be senin yazdığın’ demesin, hepimiz biliyoruz, hiç birimiz masum değiliz! Bunu kendimize söyleyerek başlayabiliriz…
*
Erkeklik ile iktidar/egemen olma iç içe geçiş süreçlerdir. Erkeklik iktidar/egemen olma durumundan güçlenirken, iktidar/egemen olmak da erkeklik tarafından şekillendirilir. Erkeğin toplumsal-kültürel olarak üzerine biçilen misyon güçlü olmak, başarılı olmak ve hakim olmaktır. Güçsüzlük, başarısızlık veya hakimiyetsizlik erkeklikle bağdaştırılmayan, kadına yüklenen ‘niteliklerdir’. Aynı zamanda akıl ve mantık da erkek de toplanırken, kadın duygusal, narin ve kırılgan olandır. Tüm bunlar da yaşadığımız toplumda, aklın, başarının ve gücün iktidarı oluşturmasıyla ilintili hale gelmektedir. Bunun yansımasını sadece ana akım kurumlarda, kamu kuruluşlarında, şirketlerde veya iş yerlerinde görmeyiz. Ev ve bir ilişki durumundaki gibi özel alanlarla da sınırlı bir iktidar-tahakküm ilişkisi değildir. Ne yazık ki, sistemle kavga halinde olan sendika, parti veya örgütlerde de ‘erkeklik’ süreçleri güçlü bir şekilde mevcuttur.
Sendikalar erkek sendikacıların hakimiyetindeki yapılarını yıllardır kıramadılar. Genellikle ana akım odaklardan yapılan propagandaya göre ‘kadıların erkeklerden daha iyi durumda’ olduğu ülkemizdeki sendika tarihide hali hazırdaki sendikaların yönetim kadrolarındaki kadın sayısının neredeyse iki elin parmaklarının sayısını geçmiyor oluşu, genel olarak sendikaların erkek liderliklerinin kadınlara yönelik olarak ‘bu işi yapabilecek niteliklerde olmadıklarını” düşünmeleri, toplumsal özgürlük ve eşitlik mücadelesi veren kurumların liderliklerinin durumunu ortaya sermektedir. Her ne kadar feminist mücadelede de aktif ve önemli bir konumda olan KTÖS başkanı Semen Saygun bu noktada anlamlı bir fark yaratsa da genel olarak sendikaların liderliklerinin erkeklerden de oluşması ve bunun kırılamaması hala geçerli bir gösterge.
*
Partilerde yıllardır kadınlar seçim dönemleri oy toplayacak olan parti kolları olarak kullanıldı. Son yıllarda olumlu-olumsuz kurumsal değişikliklere gidilse de hala kadınlara yönelik olarak geleneksel algı mevcuttur. Yönetimsel değişiklikler yapılsa da mesele erkekliğin kurumsallığı ile yüzleşebilmekten geçmekte. Feminizm kelimesini duyduğu anda tüyleri diken diken olan ve parti-sendikalarda bir statü sahibi olan solcuların azımsanmayacak olduğunu düşündüğümüzde, meselenin burada feminizm değil, erkeklik ve mikro iktidarlar olduğuna varırız. Ne yazık ki idealler ve değerler çoğu zaman iktidarı paylaşmama pahasına heba edilebiliyor.
*
Sadece kadınlar üzerindeki şiddet, baskı, hiçleştirme veya dışlama değil, aynı zamanda LGBTİ bireylerin varlığını kabul etmeme, en makulünün bile cümle içinde ‘ama’ ile veya ‘onlar da insan’ ile cümleler kurması ile tezahür edebiliyor erkeklik. Halbuki burada da mesele kendinden farklı olanı kendi erkeklik ve iktidar durumuna bir tehdit olarak algılaması. Erkeklik sadece iktidar değil, aynı zamanda güvensizliktir de çünkü.
*
Sadece bunlar mı? Daha çok şey yazılabilir. Örneğin meyhane masalarında feminist erkeklerin içinden hortlatan erkeklik muhabbetleri, araya karışan küfürler, evde geleneksel ev içi iş bölümünün yeniden üretilmesi vs vs…
Bu satırların yazarının içinden hiç mi erkeklik hortlamıyor ve ev içi iş bölümünde tamamen eşitlikçi mi yaşıyor? Net, hayır!
Erkeklik sadece kadınlara veya LGBTİ bireylere yönelmiş yıkıcı bir şiddet değil. Evet, kadınlar veya LGBTİ bireyler kendilerinin dışından gelen bu şiddetle yüz yüze kalmaktalar. Fakat bu şiddetin bir boyutu daha var, o da erkekler. Şiddetin hem uygulayıcısı hem de uygulananı olarak. Erkeklik, yüzleşilemediği ve sorgulanamadığı sürece kadını veya LGBTİ bireyleri dışardan fakat erkeği de kendi içinden yıkmaya devam edecektir. Hiçbir erkek doğarken heteroseksüel olacak, kadınları baskı altına alacak, LGBTİ bireylere nefretle yaklaşacak veya başarılı, güçlü ve erk sahibi olacak diye doğmadı. Toplumsal, maddi, kültürel ve hayat pratikleri erkeği ‘adam gibi adam’ yaptı. Fakat bu adam gibi adam olma durumu altında erkek de ezildi, içinden çıkarttığı şiddetin kendisi de altında kaldı. Hakim ve egemen olan adına erkek kendine yönelik olan şiddeti giderek içselleştirdi, ruhsallaştırdı ve görünmez hale getirdi. Erkeklikte fail bizzat kurbandır. Toplumsal olarak kazanılan egemen olma istenci, kendi dışındakiyle beraber kendi içine de yönelen görünmeyen bir şiddeti doğurdu.
Öğrenilmiş cevapları bir kenara bırakıp sorular sormakla, fakat gerçekten içten gelen sorular sormakla erkeklik meselesiyle yüzleşmeye başlanabilir. Bu da sokaklarda kim en yüksek sesle slogan atar ve kim daha kalabalık olur çekişmesiyle değil, mikro alanlarda, bire bir ilişkilerde ve hayatın akışı içerisinde gerçekleşir.
Kadınların, LGBTİ bireylerin mücadelesi son 10 yılda ülkemizde ciddi farkındalıkların ve değişimlerin olmasına yol açtı. Fakat bunun tamamlayıcı bir unsuru da erkeklerin erkeklik süreçleri ile ve erkeklik mefhumu ile yüzleşebildikleri süreçler olacaktır. Evde, sokakta, partide, örgütte, kamusal alanlarda vs erkeklik durumlarını ne kadar bozup dağıtabilirsek, toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesine de o kadar katkı yapabilmiş olacağız.