Abdullah Korkmazhan’ın Emperyalizmin Kıbrıs Sorunundaki Rolü makalesi ilk olarak SOL Dergi’de yayınlandı. Yazıyı iki bölüm olarak yayınlıyoruz.
Kıbrıs sorununun oluşumu ve nedenleri üzerine yapılan birçok tartışma ve çalışmada, emperyalizmin sorunun kökenindeki rolü gözardı edilir.
Anglo-Amerikan emperyalizminin Ada’yı denetim altında tutmak için uyguladığı sistemli böl-yönet politikası, toplumlararası çelişkileri derinleştirip, çatışmaları körüklediği gerçeği, doğrudan ve dolaylı müdahaleleri ile oynadığı rol genellikle ya gizlenmekte ya da yok sayılmaktadır.
Kıbrıs sorunun dış boyutundan, emperyalist güçlerin küresel/bölgesel çıkar ve paylaşım kavgasından arındırılması, yalnızca toplumlararası çatışmaya ve entik çatışmaya indirgenmesi veya esasen bir Türk-Yunan düşmanlığı/çatışması şeklinde sunulması karşılaşılan genel bir yaklaşımdır.
Bunun yanında özellikle 15 Temmuz 1974’de faşist Yunan Cuntası’nın gerçekleştirdiği darbe ve darbeyi izleyen Türkiye’nin 20 Temmuz 1974 askeri işgali ile Anglo-Amerikan emperyalizminin herhangi bir ilişkisinin olmadığı, söz konusu olanın bir Amerikan-İngiliz Dış Politika/diplomasi başarısızlığı olduğu öne sürülür.
Kıbrıs’ın her iki tarafında kurgulanan resmi tarih anlatımlarında da emperyalizm Kıbrıs sorunundaki rolüne değinilmez. Zira toplumların haklı davası ve ulusal var oluş mücadeleleri üzerinden kurgulanan, ortak geçmiş ve sosyo-kültürel etkileşimlerini yok sayan, yalana, tahrifata, karşı tarafı ötekileştirip, düşmanlaştırmaya dayalı uydurma bir tarih anlatımında, emperyalizmin böl-yönet politikalarına ve müdahalelerine değinmek kendi ayağına kurşun sıkmak olurdu.
Kıbrıs, bir yandan Kıbrıslı Rum toplumu içersindeki Enosis çabalarının, bir yandan da Kıbrıslı Türk toplumu içerisindeki Taksimci ve ayrılıkçı kesimlerin çabalarının ve emperyalizmin hem bu çabaları kışkırtarak hemde bunlardan yararlanarak geliştirip uyguladığı komploları sonucu trajik dönemlerden geçmiştir. Kıbrıs’ta iki toplum arasındaki tarihsel, etnik ve diğer farklılıklar ve çelişkiler ile Türiye ve Yunanistan faktörünü görmezlikten gelmemekle birlikte, Kıbrıs sorununun yaratıcısı ve ülkemizi böldürten Anglo-Amerikan emperyalizmidir.
Emperyalist Büyük Britanya, girdiği her yerde hegemonyasını ve çıkarlarını sürdürebilmek için uyguladığı etnik ve bölgesel çelişkileri körüklemek ve Böl-Yönet politikasını, çökmekte olan Osmanlı İmparatorlğundan 1878 tarihinde ele geçirdiği Kıbrıs’ta da uyguladı. Bölge de kontrolünü sağlayıp sürdürmesi ve yayılması için bir köprübaşı işlevi gören Kıbrıs’ın stratejik önemi, II. Dünya Savaşı’ndan büyük bir yıkım yaşayarak çıkan ve bir çok sömürgesini kaybeden Büyük Britanya için daha da arttı.
1. Dünya Savaşı’ndan sonra dünya hegemonyasını devralan ABD emperyalizmi, Büyük Britanya ile birlikte bölgede çıkarlarını korumak için Kıbrıs adasını bir çok askeri üs ve dinleme tesisi ile tam bir “Batmayan Uçak Gemisi”ne dönüştürdüler.[1]
Kıbrıs’ın kontrollerinden çıkıp, dönemin Bağlantısızlar Hareketi ve Sovyetler Birliği ile birlikte hareket etmesini önlemek ve NATO’nun askersel denetimi altında tutmak için toplumlararası çatışmaları körüklemişler, sürekli istikrarsızlığa oynamışlar, doğrudan-dolaylı müdahaleleri ve yönlendirmeleri ile iki NATO müttefiki Yunanistan ile Türkiye tarafından fiilen ikiye böldürtülmesinin zeminini hazırlamışlardır.
Kıbrıs’taki bölünmüşlük emperyalizmin stratejik çıkarları ve üstünlüğünü pekiştirmiştir. Ada üzerinde emperyalist etki ve hegemonya daha da yoğunlaşmış, her iki toplum içerisinde milliyetçilik, fanatizim ve ayrılıkçılığın daha da güçlü zemin kazanmasını sağlamıştır.
Soğuk Savaşın son bulmasıyla ne emperyalizm buharlaşıp havaya uçmuştur ne de ülkemiz ve bölgemiz üzerindeki çıkarlarını ve denetimini koruma arayışı son bulmuştur.
ABD’nin bölgesel sömürgecilik ve enerji kaynaklarını denetim altına alma politikaları çerçevesinde oluşturduğu Büyük Ortadoğu Projesi, Kıbrıs’ı da kapsamaktadır. Irak işgalinde, Afganistan ve Suriye’ye dönük saldırılarda olduğu gibi ülkemiz irili ufaklı bir çok emperyalist askeri üs ve dinleme tesisi ile Orta Doğu coğrafyası ve halklarına yönelik saldırılarda sıçrama tahtası olarak kullanılmaktadır.
Nitekim İngiltere Başbakanı Theresa May 22 Aralık 2017 tarihinde Ağrotur Üssü’ne gerçekleştirdiği kısa ziyarette, üste görevli yaklaşık 200 askere hitaben yaptığı konuşmada şu ifadelere yer vermişti: “Kıbrıs’ta sizler, bölgedeki askeri faaliyetlerimizin oldukça merkezindesiniz. DAEŞ (IŞİD) hedeflerine düzenlenen 1600’den fazla hava saldırısını buradan yöneten, Ürdün ve Irak’ta DAEŞ’le savaşan ve tekrar ortaya çıkmasını engelleyen ortaklarımız ve müttefiklerimizle çalışan 1450’den fazla personeli destekleyen sizlersiniz… Sizin de burada Kıbrıs’ta yaptığınız, Ortadoğu’daki müttefiklerimizin istikrarını desteklemek için bizim çabamıza güç vermektir.”[2]
Bunun yanında İngiliz üsleri 14 Nisan 2018 tarihinde, ABD, İngiltere ve Fransa ile müttefiklerinin Suriye’ye yönelik hava saldırısında da etkin bir şekilde kullanıldı. Askeri üslerden kalkan onlarca savaş uçağı, Suriye’ye bomba yağdırdı.[3]
Dolayısı ile Kıbrıs’ın bölünmüşlüğünden sorumlu olan Anglo-Amerikan emperyalizmi, çözümsüzlüğün yıllardır devamından da büyük oranda sorumludur.
Kıbrıs sorununa yaklaşırken olayın bu yanını gözardı etmek ve toplumlararası sorunu alabildiğine abartmak, toplumlararası barış, işbirliği ve yeniden birleşme çabalarını ve ilerici kesimlerin mücadelesini daha da zorlaştırmaktadır. Emperyalizm, milliyetçilik ve fanatizmin Kıbrıslıların ortak düşmanı olduğunu akıldan çıkarmamalıyız.
Bunun yanında özellikle çok kritik bir süreçten geçmekte olan ve iki devletli çözüm ve taksim gibi seçeneklerin gündemleştirilmeye çalışıldığı bu günlerde, Kıbrıs sorunu ve müzakereler sürecinde emperyalizmin Kıbrıs sorunundaki rolünü hatırlamakta ve hatırlatmakta fayda var!
Jeopolitik Konum ve Stratejik Önem
Kıbrıs, hem Antik çağda hem de Modern çağda dünyayı yönlendiren ekonomik, politik ve sosyal gelişmelerin merkezinde yer alması nedeniyle her zaman startejik önemi büyük bir ada olmuş ve bu nedenle her zaman büyük güçlerin hedefi olmuştur.
İlk uygarlıkların ortaya çıktığı ve zengin enerji kaynaklarının bulunduğu Ortadoğu’da küçük, önemli ticaret yollarının çakıştığı Akdeniz’de ise en büyük üçüncü ada olan Kıbrıs üç kıtayı, Afrika, Avrupa ve Asya’yı birleştiren bir konumda bulunmaktadır.
Askeri ve stratejik öneminin yanısıra, zengin bakır kaynaklarına sahip olması, Asya’dan, Ortadoğu ve Doğu Avrupa’ya olan bağı ve ticaret yollarının merkezinde bulunması sonucu birçok medeniyet ve tüccar için önemli bir durak ve köprü işlevi görmüştür.
Kıbrıs, kapitalist sömürgeciliğin dünyayı, özellikle de Hindistan ve Afrika’yı istila etmeye başlamasıyla, 1500’lerden beri emperyal ve sömürgeci güçlerin hedefi haline gelmiştir. 1869’da Süveyş Kanalının açılması ve Hindistan yolunun kısalması, Büyük Britanya İmparatorluğunu Akdeniz’deki deniz yollarını ve Doğu-Batı ticaret yollarını güvence ve denetim altına almaya sevketmiş ve tüm bu gelişmeler Kıbrıs’ın stratejik önemini daha da arttırmıştı.
Kıbrıs 1571’den beri Osmanlı İmparatorluğu toprağıydı. 17. Yüzyıl sonlarında askeri yenilgiler ve toprak kayıpları yaşamaya başlayan Osmanlı İmparatorluğu, derinleşen ekonomik kriz sonucu 1854’lerden itibaren dış borç almaya başladı. 1875 yılında borçlarını ödeyemez durmu geldi ve 1876 yılında da iflas etti.
Ekonomik iflas ve bir çok isyan ile boğuşan Osmanlı İmparatorluğu, böyle bir dönemde Rusya’nın 1877’de ilan ettiği savaş ile de karşı karşıya kaldı. Britanya, Kıbrıs’ı elde etmek için Rus ilerleyişi nedeniyle zor durumda olan Osmanlı İmparatorluğuna savunma ittifakı önerdi.
İttifak çerçevesinde imzalanan Kıbrıs Konvansiyonu olarak bilinen 4 Haziran 1878 tarihli anlaşma ile Büyük Britanya, Rusya’nın ilerleyişi ve Batum, Ardahan ve Kars’taki işgalinin devam ettiği sürece Osmanlı İmparatorluğuna askeri yardım vermeyi taahhüt etti. Bunun karşılığında ise Kıbrıs adası Britanya’ya kiralandı. Bu şekilde, Büyük Britanya İmparatorluğu 1878’de Kıbrıs’ı “Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk”una katmış oldu. Başbakan Benjamin Disraeli’nin, 5 Mayıs 1878’de Kraliçe Viktorya’ya gönderdiği mektupta vurguladığı gibi Britanya için Kıbrıs “Batı Asya’nın Anahtarıydı”.[4]
Diğer yandan Disraeli, 18 Temmuz 1878’de Avam Kamarası’nda yaptığı konuşmada ise Kıbrıs’ı alırken hareket tarzlarının Akdeniz değil, Hindistan odaklı olduğunu ve bunun imparatorluğun barış içinde korunması yönünde yapıldığını açıkça belirtiyordu.[5]
Görüldüğü gibi İngilizler için Kıbrıs adası stratejik açıdan çok önemliydi. İngiltere’nin yalnızca 3 yıl sonra, 1881 yılında Mısır’ı işgal ederek, Süveyş kanalı ve İskenderun limanının kontrolünü ele geçirmesi, Kıbrıs’ın askeri ve stratejik önemini oldukça azaltmıştı. Ancak tamamen ortadan kaldırmamıştı. Bu nedenle İngiltere ne pahasına olursa olsun Kıbrıs’ı sömürge olarak elinde tutma kararlılığını sürdürdü.
Nitekim, Osmanlı İmparatorluğu’nun, I. Dünya Savaşı’na İttifak Devletleri safında ve Almanya’nın yanında katılmasını gerekçe göstererek, 5 Kasım 1914’de Kıbrıs Konvansiyonunu feshettiğini ve Kıbrıs’ı tek taraflı ilhak ettiğini ilan etti. 24 Temmuz 1923’de ise müttefik ülkeleriyle imzalanan Lozan Barış Anlaşması ile Türkiye Cumhuriyeti Kıbrıs’ın İngiltere tarafından ilhakını tanıdı. Bu anlaşmadan sonra Türkiye, Kıbrıs üzerindeki tüm haklarından vazgeçti. Kıbrıs resmen Büyük Britanya İmparatorluğu’nun parçası haline geldi ve Büyük Britanya, 10 Mart 1925 yılında Kıbrıs’ı “Taç Kolonisi” yaptı.
1.Dünya Savaşı ve sonrasında yaşanan gelişmeler, İngilizler açısından Kıbrıs’ın stratejik önemini yeniden ve daha hayati bir şekilde dayattı. II. Dünya Savaşı’nın getirdiği ekonomik yıkım ve yükselen sömürgecilik karşıtı mücadeleler karşısında İngiltere, sömürge politikalarında geri adımlar atmak zorunda kaldı. 14 Şubat 1947’de Filistin sorunuyla ilgili sorumluluklarını BM’ye aktaracağını, 20 Şubat’ta da Hindistan’ın bağımsızlığını tanıyacağını ilan etti. 1936’da yapılan anlaşma ile Mısır’dan ayrılmaya başlayan İngiliz askerleri ise II. Dünya Savaşı sonrası Süveyş Kanalı hariç tüm ülkeden çekilmiş durumdaydı. Mısır’daki gelişmelerin ülkeyi bağımsızlığa doğru götürmesi II. Dünya Savaşı’ndan zayıf olarak çıkan İngiliz Emperyalizmi’nin burada daha fazla tutunamayacağının habercisiydi. Oluşan bu ortam İngilizler için Kıbrıs’ın askeri stratejik önemini yeniden gündeme getirir.
Amerikan Hegemonyası ve İngiliz Üsleri
1.Dünya Savaşı’nda zayıflayan ve savaş sonrası birçok sömürge kaybına uğrayan İngiltere, ciddi bir ekonomik krizle de karşı karşıyaydı.
İngiltere 21 Şubat 1947’de ABD Büyükelçiliği aracılığı ile bir süredir Türkiye ve Yunanistan’a vermekte olduğu ekonomik ve askeri yardımı artık veremeyeceğini, Yunanistan’daki askerlerini dahi geri çekmek zorunda olduğunu ABD’ye bildirdi. Nazi işgalinin yıkımını yaşayan Yunanistan’da sağ ve sol arasında silahlı çatışmalar devam ediyordu. Yardımların kesilmesi Yunanistan’da solcu bir iktidar oluşmasını sağlayabilir ve Yunanistan Sovyet etkisi altına girebilirdi. Yunanistan’dan sonra Türkiye’de Sovyet etki alanı içerisine girebilir ve batı dünyası için yaşamsal önemi olan Orta Doğu Sovyetler Birliği’nin kontrolüne geçebilirdi. Bu gelişmeler üzerine ABD harekete geçer ve “Truman Doktrini” ni ilan eder. Truman Doktrini ile İngiltere’nin II. Dünya Savaşı’na kadar dünya siyasetindeki rolünü devralan ABD, Türkiye ve Yunanistan’ı politik, ekonomik ve askeri etkisi altına almakla birlikte, Orta Doğu’da da İngiltere’nin mirasçılığını üstlenip, Kıbrıs’ı da etkisi altına almış olur.
Afrika ve Orta Doğu’da yaşanan sömürge karşıtı mücadeleler ve soğuk savaş koşullarında, İngiliz karşıtlığının Kıbrıs’ta da artması İngilizleri kaygılandırmaya başlamıştı. II. Dünya Savaşı sonrası yaşanan kayıplar, Orta Doğu’da petrol yataklarının artan değeri, hava ve kara üslerinin önemi gibi etkenler İngiltere’yi Kıbrıs’taki varlığını sürdürme çabası içerisine sokar. İngiliz askeri uzmanları Kıbrıs’ın mükemmel uçuş imkânları ve hava limanlarına dikkat çekerek, söz konusu olabilecek düşman hava üslerinin Kıbrıs’tan imha edilebileceğini belirtiyorlardı.[6]
1848 yılı Mayıs ayında İngiliz FBS Radyosu Lefkoşa’da yayın yapmaya başlamıştı. Bunu yanında Mısır’daki ABD’ye ait Ortadoğu, Sovyetler Birliği ve diğer sosyalist ülkelerin radyo yayınlarını dinleme tesisleri ile Ash Shark-al Adna adlı Arapça yayın istasyonu da Kıbrıs’a taşınmıştı.[7]
1954 Martı’nda Mısır’da iktidara gelen Nasır’ın, İngilizlerle olan anlaşmaları iptal ederek, onları Süveyş kanalını tahliye etmeye zorlaması, İngiltere’nin Ortadoğu’da yaşadığı birçok kayba yenisinin eklenmesine yol açmış ve Kıbrıs’ın stratejik önemini daha da arttırmıştı. Bu gelişmeler çerçevesinde İngiltere 1954 yılında, Süveyş Kanalı’ndan çekilme kararı alarak Ortadoğu’daki Kara ve Hava Kuvvetleri’nin Genel Karargahını Doğu Akdeniz’de elinde kalan son toprak parçası olan Kıbrıs’a taşıdı. Ağrotur ve Dikelya’daki askeri üs ve tesisler ile stratejik önem açısından Kıbrıs, İngilizler için artık vazgeçilmez bir konumdadır. 28 Temmuz 1954’de İngiliz Sömürgeler Bakanı Henry Hopkinson, Kıbrıs’ı kastederek, Commonweath içinde bazı bölgelerin önemli konumlarından dolayı hiçbir zaman tam bağımsız olamayacaklarını açıklar.[8]
İngilizlerin Doğu Akdeniz’de ellerinde kalan son toprak parçası Kıbrıs’ta ki askeri üs ve tesisler aynı zamanda CENTO’daki esas güçleriydi. Avrupa’nın II. Dünya savaşı sonrası ekonomik açıdan toparlanması büyük oranda Ortadoğu ülkelerinden ihraç edilen petrol sayesinde olmuştu. 1955 yılı itibarı ile Ortadoğu ülkelerinden ihraç edilen petrol 163 milyon tondu. Kıbrıs’taki askeri üs ve tesislerin bir diğer önemi Ortadoğu’daki petrol kaynaklarının güvence altında tutulmasında oynadıkları roldü. Ayrıca dinleme tesisleri aracılığı ile özellikle sosyalist ülkelere yönelik casusluk ve dinleme faaliyetleri de sürdürülüyordu. 17 Mayıs 1949 tarihli New York Times gazetesi, Kıbrıs’ta yaygın radyo yayınları ve dinleme tesisleri bulunduğunu ve dinleme tesislerinin “ortak İngiliz-Amerikan ekseni altında” yürütüldüğünü yazmıştı.[9] Kıbrıs’ta toplanan istihbaratlar Britanya ve ABD arasında paylaşılıyordu. Bunların yanında U-2 casusluk uçaklarının kalkış pisti olarak kullanılan Ağrotur’da ki uçak alanı, nükleer bombardıman uçaklarının uçuşu için de uygundu. Piskobu, Britanya’nın Ortadoğu’daki kara ve hava güçlerinin genel karargahı olmuştu. Dikelya’da ise üç süvari bölüğü ve bir karargah vardı.[10]
Trodos ve Beşparmak dağlarında dinleme tesisleri, ABD Lefkoşa Büyükelçiliği’nde Doğu Akdeniz bölgesindeki diplomatik telsiz mesajlarını izleyen dinleme sistemleri ve her türlü elektronik ve haberleşme istihbaratı toplayabilen ECHELON casusluk tesisleri ve askeri üsler ile Kıbrıs, emperyalizmin batmayan uçak gemisi durumuna getirilmişti. İngiltere Genel Kurmay Başkanı’na göre, Kıbrıs’taki üsler ve dinleme tesisleri Kıbrıs’ı dünya çapındaki askeri iletişim sistemleri için vazgeçilmez bir odak noktası yapmaktaydı.[11]
Kıbrıs’ta ki İngiliz ve ABD askeri üs ve tesisleri ileri teknoloji ile geliştirilerek, yenileri inşa edildi ve nükleer silahlar dahil bu üslere birçok yeni silahlar yerleştirildi ve binlerce asker barındırmaktadırlar.
Son dönemde özellikle Orta Doğu ülkelerine yönelik casusluk ve emperyalist saldırılarda merkezi rol oynadılar ve oynamaya devam ediyorlar. Kıbrıs sorununun temelinde üslerin ve dinleme tesislerinin güvenliğinin ve faaliyetlerini sorunsuz sürdürebilmelerinin önemli bir yeri olduğunu göz ardı etmemeliyiz.
Devam edecek
[1] Kıbrıs’ta görev yapan İngiliz askerlerine Mayıs 1956 yılında dağıtılan Why We Are In Cyprus, Bacground Notes for British Servicemen (Neden Kıbrıs’tayız? İngiliz askerleri için arka plan notları) isimli resmi bilgilendirme kitapçığında, Kıbrıs “Batmayan Uçak Gemisi” olarak tanımlanmaktadır.
[2] Yenidüzen gazetesi, 23 Aralık 2017.
[3] https://www.bbc.com/news/av/world-43765586/raf-planes-take-off-from-cyprus-base-ahead-of-syria-strikes
[4] Monypenny, W.F and Buckle, G.E, The Life of Benjamin Disraeli, Earl of Beaconsfield, London, 1929, s.291
[5] age. s.354.
[6] Kızılyürek, Niyazi. Kıbrıs Sorununda İç ve Dış Etkenler, Işık Kitapevi Yayınları, Lefkoşa, 1983, s.42.
[7] An, Ahmet. Kıbrıs Sorununun Perde Arkası, Kayhan Yayınları, İstanbul, 2000, s.9.
[8] O’Malley, B and Craig, I, The Cyprus Conspiracy-America, Espionage and The Turkish Invasion, I.B.Tauris and Co Ltd, London, 2011, p.13
[9] a.g.e, s.46.
[10] a.g.e. s. 80-82.
[11] a.g.e, s.80-82.