Bir süredir kamu personelinin maaşlarına yönelik yapılan düzenlemeye yönelik ciddi bir tepki var.
Bu reaksiyonlar farklı biçimlerde karşımıza çıkıyor. Bir kısmı doğrudan memurları hedef tahtasına koyarken, bir diğer kesim sadece üst düzey kamu görevlilerine tepki gösteriyor.
Esas sorunun ise kamudaki ücret düzenlemesinde tek referansın yüzdelik bir oranın maaşlara yansıtılarak kaynaklandığı açıkça görülüyor.
Mesela, bu düzenlemelere yönelik Türkiye Cumhuriyetinde barem dışında 3600 ek gösterge vardır. 3600 farklı göstergeye göre her bir memur kendi performansı, kendi konumu, ekibinin performansı, bağlı olduğu dairenin performansı gibi kriterlere göre ücret düzenlenmesinden yararlanır. Hatta zaman zaman bu katsayılarda da değişiklikler yapılır. Böylece her bir memurun, her bir ekibin, her bir dairenin ücretlerindeki artışın kriteri sadece enflasyon oranının yansıtılması ile değil aynı zamanda performansa etki eden farklı kriterlerle beraber ele alınır.
Elbette bu göstergelerin nasıl belirlendiği, bunların kendi içindeki adaletli olup olmadığı gibi unsurlar ayrıca ele alınmalı, başka örneklerle de karşılaştırılmalı ve kabul edilebilir bir ücretlendirme sistemi oluşturulmalıdır.
Ancak, zamanın birinde, bir şekilde kamuya giren, bilgisayar dahi kullanamayan, kendini yıllar içinde hiç geliştirme ihtiyacı duymamış bir personel ile aynı ofise güncel teknolojik araçları kullanabilen, yaptığı işe değer veren bir elemanı koyup, yeni eleman ile ücretler konusunda inanılmaz bir makas farkı olmasını sağlayacak bir ücret politikası ile çalışmalarını beklerseniz orada ne çalışma motivasyonu kalır, ne de iş barışı sağlamak mümkün olur. Bu da tüm kamu sektöründe çalışanların farklı reaksiyonlar göstermesine sebep olur. Bir kısmı geçinmek için ikinci iş arayışına girebilir, diğeri işini savsaklayarak ederi kadar iş yapmayı seçebilir. Bütün bu faktörlerin içinde ahlaki çöküntü yaşamadan, işini yapmak da kabul edilmelidir ki herkeste olmayacak nitelikte bir erdemdir.
Bu durumda kamudaki ücretlendirme politikalarının sadece yüzdelik artışın ötesinde, farklı göstergelerle destekleneceği ve sadece kişisel performansı değil aynı zamanda ekip ve daire performansının da ücrete yansıyacağı bir yaklaşımın geliştirilmesi gereklidir.
Solda veya sendikalarda “performans” vurgusuna yönelik her zaman olumsuz yönde hassasiyet vardır. Burada performansın aşırı sömürüye sebep olacağı kaygısı dile getirilir. Oysa ki, performansa yönelik göstergeleri sol hassasiyetlerle oluşturma çabası olmadan, süregiden bu reddedişin bugün artık sola ve sendikalara yönelik güvensizliği de güçlendirdiği aşikardır.
Bu açıdan emek – ücret ilişkisinin yeniden tartışılmasının elzem olduğu görülmektedir. Nihayetinde, asgari ücrete, yüksek performansla çalışan özel sektördeki ücretli kesimin, sendikalaşma ihtimalini güçlendirecek olan temel unsur da buradaki yaklaşıma bağlıdır.
Sendikanın, görevlerinin birinin de işgücünün işyerinde güvence içinde etkin olarak çalışmasına olanak sağlayacak koşulların talep eden bir yapı olduğunu anlatmak, gerek bireysel, gerek ekip olarak, gerekse de sektörel anlamda işgücü koşullarının iyileştirilmesinin de ekonomik kalkınmanın bir gereği olduğunu anlatabilmekten geçmektedir. Bu açıdan sendikal hakların sektörel sendikalaşmayı da benimseyerek düzenlenmesi son derece gereklidir.
Maalesef, kamu çalışanlarının ücretleri üzerinden yaşadığımız bu tartışma, henüz derinlikli çözümler yaratmaktan çok sorunlar arasında hangi sorunun daha büyük bir sorun olduğu üzerine gitmektedir.
Oysa ki sorun sabittir.
Herkes yoksullaşmaktadır. Yoksullaşma, özellikle dar gelirli, asgari ücretlileri daha fazla etkilemektedir. Özelde bu eşitsizlik ve kaynakların dağılımı dar gelirli kesimin aleyhine oluşmaktadır. Aynı şekilde, kamu kesiminde, kamu kaynaklarının bölüşümü kamudaki üst gelir grubunun daha fazla lehine olmakta, yeni memur olan kişilerin aleyhine gelişmektedir. Buradaki adaletsizlik barizdir. Bunun giderilmesi için yaratıcı, yapıcı politikaların uygulanması gereklidir.
Bu işin çözümü de popülist söylemlerle değil, temel olarak kamu reformunu gerektirmektedir. Reformun temeli de liyakattan geçmek zorundadır.