Türk Lirası bölgesinde olmak zorunda olduğumuzdan dolayı, iki esaslı sorun ile yatıp kalkıyoruz: biri enflasyon diğeri devalüasyon.
Birincisi fiyatların artma eğilimini temsil ederken, diğeri de fiyatların artmasının arkasındaki neden olarak kullandığımız para biriminin aşamalı olarak ve görece şiddetli bir biçimde değer kaybetmesi.
2018 yılında hızlanan TL’deki değersizleşme, ilerleyen süreçlerde Merkez Bankası’ndaki döviz rezervlerinin eritilmesi yolu ile dengeye getirilmiş; düşük faiz politikası derinleştirilmeye çalışılmıştı…
Zaman içinde eksiye düşen Merkez Bankası döviz rezervleri, daha büyük bir stres oluşturmuş, nisbi faiz arttırımı yapılmış ancak işlemlerin dengeyi bulması, merkez bankası politikalarının sürekli değişmesi ile istenilen kararlı noktayı bulamamıştır.
Aslında, Türk lirasında yaşanan bu kötüleşmeyi azaltan dış etkenler de vardır. Bunların başında Covid19 salgınıyla beraber ABD Merkez Bankası, quantitative easing dediği yöntemle para basıyor olmasıdır. Şu an piyasadaki ABD doları miktarı rekor seviyede piyasaya sunulmuştur. Bu aslında C19 nedeniyle daralan tüketimi hızlandırmak için yapılmış bir adımdır. Maliyeti ise doların değerinin görece daha da azalmasına neden olmaktadır.
Şu an 19 trilyon civarında olan dolar miktarı piyasadayken, kur seviyesi böyleyken, geçtiğimiz günlerde toplanan FED geleceğe yönelik bir iki önemli bilgi vermiştir. Bunlardan en önemlisi 2023 yılı itibarı ile piyasadaki dövizin geri çekileceğine yönelik açıklamaydı.
The Economist dergisinin yaptığı bir başka podcast programında ise, WHO bilim adamlarından biri ile pandemi ile bir görüşme yapıldı ve pandemi ile ilgili olası normalleşmenin, Afrikada mücadele başarılı tamamlanması koşuluyla, 2022 ortalarında başlayacağı ifade edildi. Aralık ayları içinde Avrupa’da yeni bir dalganın görülmesinin mümkün olduğu da eklendi.
Bu açıdan baktığımızda ABD Merkez Bankası kararının, piyasadan aşamalı olarak dolar çekeceğini bilgisini de doğrulamaktadır. Pandemi ile ilgili olağanüstü politikalar 2023 itibari ile dönüşecek. Piyasada şu an 19 trilyon seviyesinin biraz üstünde olan tutar da; 4 trilyon seviyesine gelmesi hedefleniyor. Bu ciddi bir sıkılaştırma anlamına geliyor.
Bu doğrudan gelişmekte olan ülkeleri, özellikle de kırılganlığa sahip olan ülkeleri etkileyecek anlamını çıkarabiliriz. Piyasada bolca bulunan ABD Dolarının, neredeyse %75’inin geri çekilmesi, dolar değerinin de yukarı yönlü hareket etmesine neden olacak. Özellikle rezerv para konusunda güçlük çeken ülkelerde bu pozisyonun etkisi çok daha yıkıcı olacak.
İşte bu ekonomiklerin biri de Türk ekonomisi. Bu sıkılaştırma politikası, Türkiye’nin düşük faiz ısrarıyla birlikte düşünüldüğünde kur seviyesinde ciddi dalgalanmalara sebep olacağını da söyleyebiliriz.
Buna ek olarak TL bölgesinde, ne Türkiye ne de Kuzey Kıbrıs’ta etkili destek mekanizmaları da oluşturulamadı. Özellikle mikro ve küçük işletmelere destek sağlanmaması, ekonomiye katılımı düşük olan gruplar olan gençler ve kadınlar için net yaklaşımların geliştirilmemiş olması da yine eş zamanlı bir yıkım yaratacağı açık.
Bir parantez açıp bu açıdan adanın kuzeyindeki genel bağımlılık ilişkisi ve ithalat odaklı faaliyetler düşünüldüğünde bu şu an hali hazırda kontrolden çıkan enflasyonun çok daha şiddetli hissedileceği ve cepteki paranın eriyeceğini gösteriyor.
Gün geçtikçe derinleşen bu enkaz Kıbrıs’ın kuzeyinde mevcut durumda ekonominin iyileşebilme ihtimallerini oldukça zor bir noktaya taşırken, hem Türkiyede hem de kuzey Kıbrıs’ta ağır politik reçeteleri yanında getireceği gerçeğini gözardı etmek mümkün değil.
Bu noktada 2023 yılına giderken, kısır politik tartışmaların bir kenara atılıp, en azından paçayı kurtarabileceğimiz insan odaklı bir kurucu iradeye ihtiyaç olduğu açıktır. Bunun yolu ve yöntemi üzerine politik tartışmalar şu an en büyük ihtiyaç olduğunu vurgulamakta yarar var.