Yaz aylarında acı bir şekilde Türk lirasının değer kaybetmesi Kıbrıs Türk ekonomisinin ne kadar kırılgan olduğu deneyimini yaşadık. Piyasaların görece dengeye girmesinden çok kısa süre sonra (Kasım 2018) Dünya Bankası Türk lirasının ani değer kaybıyla baş edilmesine yönelik bir rapor yayınlayarak, hem makroekonomik koşulları analiz etti hem de belli başlı politika önerileri yaptı.
Bu notun yayınlanıp, ilgili kurumlara sunulmasından bugüne yaklaşık 6 ay geçti. Bu arada herhangi bir yapısal uygulama yapılmadı. Geçtiğimiz Çarşamba gününden itibaren, yeni bir döviz dalgalanması yaşıyoruz. Bu dalgalanmanın esaslı sebebi kredi temerrüt takası ile ilgilidir.
Yani yabancı algısında Türkiye’nin risk priminin yükselmesi ilgili bir anlayış yerleşiyor. Kredi temerrüt takas sözleşmesi olarak bilinen ve karşımıza CDS (Credit Default Swap) olarak çıkan bu gelişme, özetle, bir ülkenin ihraç etmiş olduğu döviz cinsinden tahvilin eğer vade sonunda ödememe riskinden ötürü karşı tarafa belli bir bedel karşılığıyla aktararak riskin karşılanması hareketidir.
Aslında bu piyasalarda sürekli olan bir durumdur. Bir anlamda ekonominin periyodik olarak kontrolünü sağlayan bir unsurdur. Türkiye 300 – 320 bandından 350 bandının üstüne çıkarak Arjantin ile birlikte kırılganlığını kanıtlamıştır.
Bu gelişmeler şuna işaret etmektedir: eğer ülkenizin riski artıyorsa, risk priminiz de artacaktır. Türkiye’nin riskinin artmasının sebebi daha çok ABD’deki piyasa gelişmeleri ile ilgilidir. Birincisi, FED’in faiz söylemi etkisini göstermektedir. FED faiz artışını beklentisinin azalacağını söyledikçe, piyasalarda daralma artacağını ve döviz cinsi borçlanan Türkiye gibi ülkelerin kırılganlıklarının artması anlamına gelmektedir. Ayrıca, Amerika tarafında küresel büyüme konusunda temkinli duruş da doğal olarak çevre ekonomilerinin büyüyemeyeceğine işaret etmektedir.
Hali hazırda resesyona giren Türkiye ekonomisinin, küresel beklentilerin altında bir performans seyredeceğine yönelik inanış yüksekken ve büyüyemeyen bir ülkenin borçlarını da zamanında ödemesi ile ilgili kuşkular artmaktadır.
Erdoğan’ın sert tutumu ve piyasa dostu olmadığı düşünülen davranışları, manüpilatif piyasa hareketleri ve politik olarak gerginleşen hava da tüm bu olumsuz etkileri daha güçlü hale getiriyor. Doğal olarak da Türk lirasının değerini koruyarak piyasada istikrar sağlamak gittikçe zorlaşıyor. Özetle, bundan sonra gelişmekte olan piyasaların Merkez bankası ve hükümetlerin hata yapmaması gerekiyor.
Yukarıda anlattıklarım türk lirası ile ilgili Kuzey Kıbrıs hükümetinin aktör olamayacağı ve etkileyemeyeceği konular. Peki yapılabilecek birşeyler yok mu? Bu sorunun cevabı için, Dünya Bankasının Kıbrıs türk toplumu için hazırladığı rapordaki poiltika önerilerine dönmemiz gerekiyor.
Öncelikle dünya bankası daha önce uygulanan politikaları şu şekilde değerlendiriyor.
“Hane halkını ve üreticileri etkileyen çift haneli enflasyon, tüketim ve üretimin yavaşlaması, ‘kamu’ sektörü ve firmaların bilançolarında bozulma ve bankacılık sisteminde kırılganlığın artması. TL’deki değer kaybının devam etmesi Türkiye’de kısır döngüyü tetikleyebilir, bu da KTt ekonomisi üzerindeki olumsuz etkinin artmasına yol açabilir. İdareye bağlı çalışanlara genel ücret artışı yapılması ve yakıt sübvansiyonları uygulanması (her ikisi de yoksullardan çok zenginlere yaramıştır) gibi verimsiz politika tedbirleri işleri daha da kötüleştirmiş, bütçe üzerinde daha fazla baskı yaratmış, daha fazla mali konsolidasyon gerektirmiştir.”
Kısa vadeli politika önerisi olarak ise aşağıdaki önerileri yapıyor:
- Değer kaybının fiyatlar üzerindeki etkisini azaltmak için (halihazırda yapıldığı gözlemlenen) dış alım işlemlerinin sadeleştirilmesi ve verimsiz tarifelerin (mali sürdürülebilirliğe zarar vermeyecek ölçüde) düşürülmesi;
- (Dış satım yapan tüccarların değer kaybından ve ticaret maliyetlerindeki düşüşten faydalanabilmeleri için formalitelerin kaldırılması ve tasfiye, sözleşme icra ve kredi tahsil işlemlerinde iyileştirme yapılması;
- Türkiye’den gelen finansmanın azalması karşısında mali konsolidasyonla harcama verimliliği ve yurt içi gelir seferberliğinde iyileştirme sağlanması, beraberinde teşvik sisteminin aşamalı şekilde reforma tabi tutulması, bunun ilk adımı olarak, beklenen gelirden yararlanılması ve verimsiz sübvansiyonlardan tasarruf yapılması;
- Bankacılık sistemindeki kırılganlıkların kontrol altına alınmasına yardımcı olmak amacıyla, borçlananların döviz pozisyonlarına uygun şekilde çözümler oluşturulması (örneğin, döviz cinsinden geliri olup döviz cinsinden konut kredisi alanlar kötü etkilenmemişlerdir)
Orta vadede ile yapılması gereken esas öneri ise Kıbrıslı Türklerin sahip olduğu büyüme motorunu yeniden düşünmesi gerekli olduğu belirtilirken ayrıca aşağıdaki öneriler yapılmaktadır:
- Sürdürülebilir yüksek gelir durumuna erişmek için orta vadeli stratejiden ve buna uygun yapısal reform gündeminden oluşan bir ekonomik vizyon gerekir. Örneğin, yatırım projelerinin daha iyi yönetilmesi yatırımları ve ekonomik büyümeyi arttırır, ticaret ortamının daha iyi olması ve insan sermayesi kalitesinin daha yüksek olması da rekabet ve üretkenliği arttırır.
- Şoklara dayanıklılık ise şunlarla arttırılabilir: Yoksul ve kırılgan hanelerin tespit edilmesine yardımcı olan hane halkı anketlerinin daha sık yapılması ve değer kaybının yoksullar üzerindeki etkisini hafifletmek için nakit transfer programları uygulanabilmesini sağlayacak bir mali durum araştırma sistemi kurulması; şokların tahmin edilmesi ve hafifletilmesine yardımcı olunması amacıyla mali izlemenin güçlendirilmesi ve daha iyi veri toplanması; işsizlerin şok sonrasında daha çabuk iş bulmasına yardımcı olmak amacıyla iş ve işçi bulma kurumunun etkili hale getirilmesi.
- TL’deki değer kaybının etkilerine ile ilgili son makroekonomik gelişmeler yerel yönetimler bakımından özel önem taşımaktadır. Yerel yönetimlerin yaklaşık yarısının gelirleri merkezi idare bütçesinden gelmektedir. TL’deki değer kaybıyla merkezi idarenin üzerinde oluşmuş ağır mali baskıların açıkça görülüyor ki Yerel yönetim bütçeleri üzerinde olumsuz etkileri olacak, yerel seviyedeki hizmet sunumu olumsuz etkilenebilecektir.
Malesef, bugüne kadar hükümet krizin yavaşladığı ve kaldığı yerden devam etmesi muhtemelen olan bu yaklaşık 6 aylık sürede gerekli olan kısa ve orta dönemli faaliyetleri gerçekleştirmek için disiplinli bir çalışma yapmak yerien palyatif çözümlere odaklanan politikaları izlemeye devam etmiştir. Gelinen bu aşamada ekonomik büyüme ve kalkınma hedeflerine ulaşmak oldukça zor görülmektedir. Yaklaşan yeni şok dalgasına karşı çok daha zayıf bir mali bütçe yaklaşıyoruz.
Kısa ve orta dönemli faaliyetleri bir an önce öne çıkarmadığımız takdirde, Kıbrıs Türk siyasetinin entelektüel seviyesi en yüksek olan kabinesi, ekonomi sınavında tarihin en kötü notu alma riski ile karşı karşıyadır. Popülizm ve cehalete karşı kavga verirken, onu güçlendirecek tercihlerin sadece ekonomimizi değil bundan sonraki sosyal ve politik koşullarımızı da etkileyeceği ihtimali gün gibi ortadadır.