Türk lirası bölgesinde yaşayanlar için hayat gittikçe daha zorlaşıyor.
Türk Lirasındaki değer kaybı artık herkesin farkında olduğu bir durum. Kuzey Kıbrıs’ta ise zaten kur politikalarını etkileme şansımız olmadığından duruma dair özne bile değiliz…
Peki çok genel anlamda gelişmeleri ele aldığımızda bizleri ne bekliyor…
Gittiğimiz yolu anlayabilmek için para piyasaları, jeostratejik dengeler ve yapısal sorunları birlikte ele almak gerekiyor. Bu bağlamda, net bir kur tahmini yapmak mümkün olmasa da elimizdeki verileri topladığımızda, gidilen köyün minaralerinin neye benzediğini söyleyebiliriz.
Öncelikle jeostratejik gelişmelere bir göz atalım…
Konuyu uzatmadan Türkiyenin büyük bir belirsizliğin içinde olduğunu söyleyebiliriz. Azerbeycan-Ermenistas arasında Rusya ile ters düşmesi, Suriyede herkesle ters düşmesi, Libya’da oyun dışı kalması, Doğu Akdeniz konusunda yalnızlaşırken samimi olmayan bir Rusya desteğine umut bağlaması Türkiye’nin yalnızlığını açıkça ortaya koyuyor. Bununla beraber 3 Kasım Amerikan seçimleri belirleyici bir durum yaratacak. Anketler Biden’in önde olduğunu gösteriyor. Bu da Trump’ın bölgedeki umarsızlığının yakın zamanda yeniden Amerikanın daha aktif politika izleyeceği bir durum yaratabilir. Piyasa bu riski kısmi fiyatlamış olsa da, hala daha net sonuçların ne olacağını bilemiyoruz. Bununla beraber Amerika’da Senatonun Cumhuriyetçiler, Başkanın ise Demokrat olduğu bir durumda riskler daha çok artacağından yükselme trendini etkileyecek faktörlerin artacağını söyleyebiliriz. Kıbrıs ve Maraş kaynaklı olarak Türkiyeye yaptırım uygulanması, Arap yarımadasında da Türkiye’nin son kozunun Katar kalması ancak bu konuda da işbirliğinin sürekliliğine dair soruların olması Dış Politika kaynaklı olarak Türk Lirasının geleceğinde alarm zillerinin çaldığını söyleyebiliriz.
İkincisi Mali ve Para politikaları konusu…
Bu konuda da, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın sıkılaştırma adımları attığını gözlemliyoruz. Borsa ve kurlardaki yurt dışında satış eğilimi (ağırlıkla jeopolitik riskler nedeniyle) artıyor. Bu durumda da Merkez Bankası belli işlemlerde (Repo/ters repo) sınırlandırma getirdi. TCMB enflasyon raporuna baktığımızda, acil bir faiz arttırımı gerekliliği açıkça görüldü. Ancak, Erdoğan’ın Merkez Bankası politikalarına doğrudan dahil olarak, faiz aracını lanetlemesinden dolayı bu konuda gerekli esnekliklerin yapılamadığı görülüyor. Bir sonraki faiz arttırımı 3 hafta sonraya ancak dalgalanmanın seyrinden ötürü, muhtemelen Amerikan Seçimlerinin sonucu ardından erken bir faiz kararı alınması gerekecek. Satış baskısı devam ettiği sürece bunun zamanı erkene gelebilir. Bununla beraber yeni SWAP konusunda da çalışmaların sürdürüldüğü biliniyor. Bu bağlamda da, belli anlaşmaların yakın zamanda yapılması TC Döviz kaynaklarının arttırılarak, geçici olarak rahatlama sağlanabilir. Ancak SWAP konusunda, Türkiye’nin Katar başta olmak üzere ne gibi tavizler vermek zorunda kalacağı değerlendirilmeli. Bu bağlamda, İslam dünyasında liderliği üzerine kurduğu imajı ile birlikte ele alınmalı, ancak bunun daha geniş etkileri de hesaba katılmalı. Hali hazırda Arap yarımadasında, Türkiye karşıtlığının olduğunu düşündüğümüzde, Katar’ın Türk ekonomisinin garantörlüğünü ne kadar uzun bir süre yükleneceğini ve bunun bedelinin ne olacağı belirsiz. Her halükarda, para politikalarında swap ve faiz araçlarını eş zamanlı kullanması durumunda, Türk Lirasının kısa dönemli bir rahatlama şansının olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bunun uzun zamana yayılmayacağı açıktır. Bunun nedeni için ise bir sonraki noktaya bakalım.
Üçüncü konu, Ekonominin Genel Durumu…
Türkiye Cumhuriyeti için belki de en önemli risklerden biri de bu noktada. Her ne kadar da COVID19 sürecinde kapsamlı bir kapanma politikası uygulamayıp, ekonominin çarklarının yavaşlaması için birçok adım atılmış olsa da, gelen veriler istenilen biçimde değil. Temel ekonomik varsayım, bir ülkenin para birimi değer kaybettiğinde, mallarının ucuzlayacağı bu yüzden de ihracatın artacağı şeklindedir. Bu yüzden devalüasyon konusuna sıkı bir inanç vardır. Ancak, Türkiye gibi gelişen ekonomilerde aslında ara malların ithal edilip, ülkede kurularak ihraç edilmesinden kaynaklı olarak aslında bu teori tam olarak çalışmamaktadır.
Eylül rakamlarına baktığımızda bu teorinin aksine ihracatın %4,8 artarken, ithalatın %23 yükseldiğini görüyoruz. Sonuç olarak ise dış ticaret açığı %189,6 arttı. Dolar bazında eylül ayında 16,9 milyarlık ithalat; 20,8 milyarlık ithalat gerçekleşti. Üstelik 9 ayda ihracatın %11 gerilediğini görüyoruz.
Üstelik durumun daha kritik tarafı ise Türkiye’nin ihracatına ait detaylarla ilgili. Türkiye’nin Eylül ayındaki ihracatının, %42,3’ü Avrupa Birliği üye ülkelerine gerçekleşiyor. Bu durumda, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz kaynaklı risklerden ötürü, Aralık ayında gerçekleşecek Avrupa Konsey toplantısında bu pazara dönük kısıtlamalar söz konusu olabilir. İhracat potansiyelinin bu kadar büyük olduğu bir pazarda zorluklarla karşılaşmak reel sektörü zora sokacağı gibi Türkiye ekonomisinin de kırılganlığının artmasına ve kur politikasında daha da zayıflıklar olmasına neden olabilir.
Bununla beraber 3. çeyrek Turizm rakamları da COVID19 nedeniyle olumsuz bir resim gösteriyor. 3. çeyrek sonunda Türkiye’nin turizm gelirleri %71,2 azaldı. Normalde en yüksek gelirin sağlandığı 3. çeyrek (Temmuz, Ağustos eylül) döneminde yaşanan daralma, toplamda 4,4 milyar civarında bir turizm geliri sağladı. Geçen yılın aynı çeyreği ile kıyaslandığında bu gelir %89,8 azaldığı görülüyor. Bütün bunlar Türkiye’nin yaz dönemindeki dolar stoğunun azaldığını ve bu da kur riskinin artmasına olan etkiyi arttıran bir diğer nokta olarak görülüyor..
Tüm bunların yanında, artan kur ile birlikte, ödenmesi gereken dış borçların da vadesine 2 aydan az bir süre kaldığını düşündüğümüzde 2021 yılına Türk ekonomisinin kırılganlığının çok daha yükseldiğini söyleyebiliriz.
Tüm bu 3 konuyu alt alta koyduğumuzda, jeostratejik olarak Türkiye’nin başlattığı agresif dış politikanın yeniden raya oturması, mali ve para politikalarında faiz ve swap hamlelerini birleştirmesi ve yapısal reformlarla pazar payını genişletmesi gerekiyor. Bu bağlamda da göbekten bağlı olduğu Avrupa talebini düşürmemesi çok önemli olacak. Yaklaşan dönemde bunların tümünün gerçekleşmesi mümkün değil. Ancak swap hamlesi ile kısa dönemli (yıl başına kadar) dövizin ateşinin azaltılması mümkün olacak. Ancak, ülke yönetiminin oldu bittilere dayalı, agresif bir biçimde devam ederek uluslarası olarak sorun çıkarmaktan başka birşey yapmayan bir aktör olarak görülmesi durumunda, bugün olduğumuz noktayı bile mumla arayabiliriz.