İnsanlar, kendilerine boyun eğdirebilecek kesin ve belirli yasalar bulunmadığında, böyle bir yasal düzeni kendileri de üretmiş olmadıklarında, umutla korku arasında salınıp dururlar. Önünde sonunda tarihe şöyle kabaca bir göz atmak bile, siyasal rejimlerin çoğunun bu iki duygunun kitleselleşmesine dayandığını gösterecektir: Tebalara verilen umut ya da yüreklere salınan korku…
Umut taşıyan günlerinde insanlar mümkün olduğunca küstahtırlar; kalkıp işlerin pek de o kadar kolay olmadığını, bu umutlarının gerçekleşmesinin pekâlâ olanaksız olduğunu onlara söylemeye kalkışırsanız sizi hiç takmazlar, hatta hakaret ederler… Ama gün gelip talih döndüğünde ve gelecekleri konusunda kuşkuya, hatta korkuya kapıldıklarında, en saçma sapan nasihat bile onlar için, içinde bulundukları kötü durumdan kendilerini kurtaracak bir sihirli değnek haline gelir.
Sürekli varyasyon hali, özellikle korku ile umut kutupları arasında bir salınma görünümünde olduğunda siyasal yetke sorunu açısından ne anlama geliyor? Umut ile korku karşılıklı olarak birbirlerini çağıran, biri ötekini mutlaka içeren duygulardır –belirsizce bir korku duyulmaksızın umut yoktur; belli belirsiz bir umudu içinde taşımayan mutlak bir korku ya da tasa yoktur. Bir varyasyon ya da salınma hali ise, zorunlu olarak, birbirlerine korku ile umut türünden bağlı olan tutkular ve duygular arasında mümkündür.
Umut insan topluluklarının tarihinde pek çok yerde, birçok farklı biçimde kurumlaştırılmış ve hizmete sunulmuş durumdadır. Umut tacirlerinin yer almadığı toplum yok gibidir –rahip kastları, modern toplumlarda medyatik kurumlar, hatta muhalif partiler hep insan umutlarını işleyerek ve kullanarak serpilip gelişirler. Dinsel yaşam, mesihçilik ve genel olarak kurtuluş öğretileri, insanlara umut aşılamaya çalışırlar. Ya da insanlarda umut duyguları uyandırarak iş görürler. Ama iktidar işleri ve kurumları yalnızca umutla yürütülemez. Dolayısıyla iktidarlar biraz da korkuya ve korkutmaya, yüreklere korku salmaya ihtiyaç duyarlar. Gelecek konusunda belirsizlikler hep bu iki duyguya yol açtıklarından, insanların gelecekleriyle, kaderleriyle ilgili beklentilerinin bu iki duygu modeline indirgenmesi kaçınılmaz bir hale gelir –devletler genellikle hem korku hem de umut duygularını güçlendirerek kurulurlar ve ayakta kalırlar. Devlet, korkusuz ve umutsuz yapamaz…
Birbirlerini içlerinde taşıyor olmaları, umutla korkunun hiçbir zaman saf bir halde bulunamayacaklarını gösterir. Dolayısıyla, salt korku üzerine inşa edilen bir devlet yaşayamaz. Aynı şekilde salt umut vermek üzere inşa edilmiş bir devlet de öyledir.
Herhangi bir iktidar, bendelerinde (kullarında) herhangi bir duygu uyandırmaksızın kendini var edemez.
Önemli olan, iktidarın etkileri arasında en temelli ve belirgin olan şeyin insanlarda bazı duygular uyandırmak olmasıdır. Her iktidar insanlarda duygular ve tutkular uyandırarak çalışır. Umut ile korku bu duyguların en belirginleridirler. Ama iktidar bunları “kederli” duygular haline dönüştüren, yani insanların, bendeler olarak güçlerini ve kudretlerini azaltmaya, azımsamaya yarayan temel unsurdur.
Ulus Baker
Yüzeybilim Fragmanlar