Denk bütçe…
Birçoğumuzun doğruluğunu sorgulamadığımız bir ifade var.
Adı “denk bütçe”.
Nedense kulağa hoş gelen bu söylemin altını biraz oymakta yarar var.
Öncelikle, şuradan başlayalım esas olarak her bütçe hazırlandığında geliri ve gideri ile birlikte denktir.
Teknik olarak, gelirler ve giderler bir şekilde denkleştirilmeden bütçe oluşturulmaz.
Bir yılın sonunda da, henüz hiçbir ülke, birebir aynı bütçeye erişemez.
Bütçe bazen açık verir, bazen fazla…
Mesela Almanya bütçe fazlası vreir. Öngördüklerinin üzerinde bir gelir yarattıklarından dolayı, yüksek performans ve verimli bir ekonomiye sahip olduklarından dolayı “fazla” veren bütçesinden dolayı; eleştiri almazlar.
Hatta bütçe fazlasının nasıl değerleneceği, bütçenin denk olmasından daha önemlidir.
Bazı ekonomiler bütçe açığı verir. Belirli ölçüde olduğu sürecee bu da bir sorun teşkil etmez.
Öyle ki, Maastricht Kriterleri bile bu konuda bütçe açığına yönelik bir hedef koymaktadır ve Üye ülke bütçe açığının GSYİH’sına oranı %3’ü geçmemelidir demektedir.
Mesela eldeki son resmi veri 2020 yılı için olduğundan, kktc için Maastricht kriterlerine erişmeyi hedef koysaydık; 21 milyar 407 milyon 483 bin 071 TL olarak hesaplanan 2020 gayri safi yurtiçi hasılanın %3’ü olan 642 milyon 224 bin 492 TL açık vermemiz durumunda bile bütçe açığı açısından Maastricht kriterlere uygun bir durumda olmuş olacaktık.
Ancak uygunluk kriterinin denk bütçe olarak ele alınmasından ötürü ve bunun gerçekleşmesi güç bir durum yaratmasının yanında kamu harcamalarının içeriği ve niteliği da daralıyor
Eğer siyaseten kktcyi yönetenler “denk bütçe” denen yaklaşıma hapsolmasaydı, bugün bütçe çalışmalarında bütçenin ağırlıklı olarak kamu çalışanlarının maaşlarından ve dışardan alınacak belli başlı hizmetlerle sınırlanmamış olacaktı.
Böylelikle siyasi olarak gerçekleştirilecek yatırım projeleri için kktc kaynakları kullanılarak, TC Elçiliği ile kurulmuş sorunlu ilişki de ortaya çıkmayacaktı.
Bugün, yatırım projelerinin tümünün TC kaynaklı olması, kamu yatırımlarının toplam yatırımlardaki oranı %2 civarında olması, istenmeyen hükümetlere muslukların kapanması ve nihayetinde “irade gaspı” dediğimiz sorun da bu kadar bariz bir biçimde ortaya çıkmayacaktı.
Öyle ki, bugün gelinen noktada mevcut kamu bütçesi, basit yatırımlara dahi kaynak sunamayacak durumdadır. Okulun camı mı kırıldı, TC yardımı için elçiliğin kapısını çalmak gerek. Altyapı sorunu mu var, elçilik ile iyi ilişkisi olan çözer.
Hatta, bir adım daha ileri gidilerek, artık TC yatırım ihtiyaçlarımızı bizim için belirliyor.
Saray diyor…
Külliye diyor…
Yatırımlar arası öncelik yapmak bile mümkün olmuyor.
Bütün bu sorunların temle kaynağı “denk bütçe” ile iradenin kaynağa sahip olan elçiliğe aktarılması sonucu oluştu.
Hal böyle olunca, bütçe açığının kontrollü bir biçimde düzenlenmesi yaklaşımı ortadan kalktı.
“Denk bütçe” hedefi ile iradesizleştirildik.
Bugün geldiğimiz noktada, iradesizleştirilmiş ve politik açılıma izin vermeyen bir idari yapı ile Kıbrısın kuzeyi tam anlamıyla kontrol altına alındı.
Belediyeler, merkezi yönetimden daha özgür alanlar haline geldi.
Doğrusu bu derece katı iradesizleştirilme politikasına karşı, bunu yücelterek iradenin ele alınacağına dair ikna olma halinin naiflik mi yoksa bilinçli bir teslimiyetçi politika mı sorusuna cevap bulmakta zorlanıyorum.
Bu noktada da seçimler ve boykot tavrı yine karşıma çıkıyor.
Bu kadar iradesizleştirilmiş bir yapıda, yine aynı denk bütçe sloganına sıkı sıkı tutunarak giren partilerden nasıl bir beklentiye sahip olabiliriz ki?
Aktüel durumu konuşmak yerine, seçime katılım çağrısını sloganvari ifadeler ve nutuklarla ikna etmeye çalışanların ise niyeti nedir bilemiyorum.
Oysa ki, “denk bütçe” ekonomik paradigması devam ettiği sürece bugün 5 olan tepkinin yarın 15 olacağı kaçınılmaz gibi görünüyor.
Gelecek ne getirir, öngöremediğimiz ne gibi durumlar yaşanır bilinmez ama verili düzende günü kurtararak başarılı olacak olanların, toplumu içinden çıkılmaz bir yoksulluk sarmalına ittiği aşikar.
Bu durumdan çıkış, bu durumdan rahatsız kesimleri kurmaca iddialarla yaftalamakla çözülmeyeceği de açık.
Problem bu oyunda seçen ve seçilen rolünü oynayanlarda değil.
Ancak üzücü bir şey var. O da kurmaca karşıtlıklar yaratarak gerçek resmi konuşmayı inkar edip düzenin çarkına çalışanların çokluğu…
Görsel: Dolgun Dalgıçoğlu karikatürü