“Geçmişimi takip etsem geleceğim ne kadar değişir?”
Kitabımızın adı; Denizler Ötesinde Tarajar. Bir roman. Aslında bir romandan çok daha fazlası. Yazarımız Havva Tekin; güler kalpli, tebessüm dolu, sabırlı, ayrıntıları gözden kaçırmayan harika bir kadın. Romanda bir karakterimizin adı Anijar. Anijar; sabırlı ve ayrıntıya dikkat eden bir karakter. Bu yönlerinden dolayı ben Anijar’ı, Havva Tekin’e benzettim.
Herkes okuduğu kitapların büyüsü altına girer ve bir karaktere bürünür, olayların içerine girer, olayları yaşar, empati kurar, bir şekilde kitapla bütünleşir ya da bütünleşmeye çabalar. Bu yüzden, kitabı okurken bende oluşan duyguları paylaşmak isterim önce. Romanı okurken önce kuştum, sonra insan oldum. Romanda ise bunun tam tersi veriliyor. Özetle, okurken bazen kuş oluyorsunuz bazen de insan. Öyle bir kurgu ki, sizi fark etmeden içine çekiyor. Kendinizi olmadık zamanda, olmadık olaylar ve ortamlar içerisinde buluyorsunuz. Tıpkı mücevherlerle dolu bir kolye gibi incelikle işlenmiş her bir cümle.
Okurken kaybetmeyeceğiniz bir duygu/düşünce var; merak! “Sevgili Tarajar” diye başlayan mektubun kimden geldiği ve Tarajar’ın kim olduğu ile ilgili bir merak. Roman boyunca devam eden bir gizem.
Bir aile var, sıradan gibi görünen bir aile. Önceleri, bende kuş ailesi izlenimi yarattı, derken ardı ardına gelen sır dolu olaylar, okurken bambaşka bir keyif vermeye başladı. Okurken sabırlı olmalısınız, sabrın sonunda ise inanamayacağınız bir giz sizi karşılayacak. Bir büyükbabamız var romanda ve torunu Deniz. Önce Deniz’in ailesi ile tanışıyoruz. Sonra en yakın arkadaşı Tamer ile. Gerek aile gerekse yaşadıkları ev, komşular ayrıntılı bir şekilde anlatılmış. Bu yüzden kolayca romanın içerisinde bulabiliyorsunuz kendinizi.
“Çok gezsem, çok okusam, çok öğrenir miyim?”romandan bir cümle, düşündüren bir cümle,bunu düşünerek okumaya devam edelim romanımızı..
Büyükbaba bir kaptan, sırlarla dolu bir adam. Deniz ise her çocuk gibi meraklı.
“Ailemden biri bir sır saklasa ve şüphelensem, o sırrı çözmeye çalışır mıyım?” Deniz çalışıyor, büyükbabasının onlardan bir şey sakladığını düşünüyor ve bu sırrı çözmek için yola koyuluyor. Büyükbabasının bir lafı vardır; “istenirse azimle her iş başarılır.” Öyleyse başarıp başaramayacağı tamamen Deniz’e bağlıdır.
Deniz bir gün kampa diye evden çıkıyor ve büyükbabasının peşine düşüyor, o gemi yolculuğunda hiç tahmin edemeyeceğimiz şeyler yaşıyor, yaşanıyor, yaşıyoruz..
Çıktığımız bir yolculuk, bizi kim bilir nasıl bir yola götürecektir, o andan itibaren yollarımız kim bilir nasıl şekil alacaktır…
Yük gemisi “Büyük Asya” öyle bir tasvir edilmiş ki biz de o gemide yolcu oluyoruz. Hiç gemiye binmeyen biri bile, mesela ben, gemilerle ilgili bilgi sahibi olabilir bu romandan sonra. Çünkü her kitap bizi yeni bilgilerle tanıştırır, hayal dünyamızı zenginleştirir, bilgi yelpazemizi genişletir. Tıpkı Tarajar’da olduğu gibi.
Bu arada Deniz sadece gemiye binmekle kalmıyor, aşçının da yardımcısı oluyor. Bu çalışkan çocuk, zamanla çok seviliyor. Yazarımız, kişisel bakım üzerinde de durarak, her bireye güzel mesajlar da veriyor aynı zamanda. Büyükbabasının kaptan olduğu bu gemide, bir gün Deniz ile kaptan göz göze geliyor fakat büyükbabası onu tanımazlıktan geliyor. Bunu neden yapıyor ve sonrasında neler yaşanıyor? Romanın gemi yolculuğu bölümleri artık daha da gizemlidir ve okuyucu daha da meraklanır, kafasındaki soruların cevabını bulmak için.
Deniz, ailesi hakkındaki büyük sırrı bu gemide öğrenir, okuyucu da Deniz kadar şaşkındır bu sayfalarda. Deniz küçük bir çocuk olsa da, cesaret ve kararlılık konusunda büyümüştür. Bu yüzden de büyükbabası ona tüm gerçekleri açıklamıştır.
Büyük bir şok! Şaşkınlık! İnanılmaz bir kurgu!
Uzun yıllar önce dünyadan uzakta bir gezegende, Jara’da, yaşayan bir halk vardır. Bu halktan olduğunu öğrenen Deniz şaşkındır. Bu gezegendekilere Jar deniyor. Gazlar yüzünden gezegenlerini terk edip yeni bir yaşam alanı bulmak zorunda kalıyorlar. Sonunda da bir adaya yerleşiyorlar.
“Geçmişimi takip etsem geleceğim ne kadar değişir?”
Jar’lar! Jar’larla ve onların özellikleri ile karşılaşıyoruz. Jar’larla tanışmanın şokunu üzerimizden atamadık fakat onlarla tanışmaktan da memnunuz. Özelliklerini okudukça siz de memnun olacak hatta belki de bir Jar olmak isteyeceksiniz. Gizemli ve bir o kadar da güzel, ilgi çekici özellikler. Olaylar birbiri ardına anlatılırken, büyükbabanın önemli bilgilere sahip olan halkın onursal lideri olduğu ortaya çıkıyor. Okurken bir Jar oluyorsunuz. Her Jar, bir kuş ruhuna sahipse; siz hangi kuşun ruhuna sahip olurdunuz diye düşünmeye başlıyorsunuz.
Jar’ların adadaki adlarını öğreniyorsunuz; Deniz’in adının Jarka olduğunu. Halkın adından esinlenerek, jar kelimesiyle başlayan isimler oluşturuluyor. Evlendikleri zaman ise jar takısı sona ekleniyor. Jar’lar sahip oldukları kuş ruhuna dönüşebiliyor. Deniz de artık bu sırrı öğrendiğine göre yeteneklerini kullanmaya başlayabilecektir. Deniz, büyükbabasının yanında dönüşüyor. Neye mi? Altın renkli, muazzam bir yağmur kuşuna. Büyükbabasına baktığı zaman, büyükbabasının gözlerinde beyaz bir kartal görüyor. Tüm bu sırlar dışında gemide olup biten, mutfakta yaşanan olaylar da anlatılıyor romanda.
Bir gün büyükbaba ve Deniz, Jara adasına gitmek için gün ayarlıyorlar. Yola çıktıklarında ise özgürlüğü hissediyorlar uçarken. Gökteki ve yerdeki maviyi. Ada, özgür ve huzurlu. Fakat adada bazı araştırmacılar var. Bu yüzden de eski huzur yok adada. Adadaki halk tedirgin. Adada bir orman var, ormandaki bir ağaç yanından bir kapı açılıyor ve adanın başkaları tarafından görünmeyen diğer yarısına geçiliyor. Ada enerji kalkanı ile ikiye bölünmüş ve araştırmacılar sadece adanın bir bölümünü görebiliyor. Araştırmacılar toprak yapısını, hayvan tiplerini incelediklerini söyleseler de Jaralılar onları incelediklerini iddia ediyor. Kadınlı erkekli yüzlerce insan, adanın bilinmeyen tarafında yaşıyor. Tujar, adanın yetkin isimlerinden.
Yazarın anlatımdaki sabrı gibi sabırla okunması gereken bu romanda, artık merak kendini hızlıca akan bir suya bırakmıştır. Kitabın sonuna yaklaşırken, olayların hızına yetişmeye çalışırken bulursunuz kendinizi. “Şimdi ne olacak” sorusu baskındır düşüncelerinizde.
Adaya gelen ataları, ileri gelen bir medeniyetin ülkeleriydi. Liderler arasında fikir ayrılığı olunca, henüz tamamlanmamış bir araştırmayı, doğu bölge lideri kendi üzerinde deniyor ve o değişim formülü, kişilik sapmalarına neden oluyor. Doğu lideri Altajar’ın barışçıl-sakin kişiliğinden eser kalmıyor, etrafındaki her şeyi, herkesi yok etmeye başlıyor. Şiddet sonuçlu çözümler üretiyor. Kristal çiçek ve çekirdek filizi de o zamanlarda kayboluyor. Uzun yıllar da bulunamıyor, Altajar’ın eşi ve küçük kızı gibi. Kristal çiçek, geçmişe dair bilgiler barındırıyor. Onu ele geçiren, her sırra sahip olacaktır.
Doktor Cerinajar, sekiz yağmur zamanı önce adaya gelmiş ve Altajar’ın içtiği formül üzerinde çalışıyor. Altajar’ı uyutmuşlardı, yok olmasına izin vermemişlerdi. Peki neden?
Olaylar hızla akıp giderken bir gün gemide, büyükbabaya bir saldırı oluyor. Ona saldıran kim? Saldırgan zeki, insansı bir kimlik taşıyordu gözlerinde. Büyükbabanın bedenine dönüşebilen bu saldırgan, ondan ne istiyordu?
“-Büyükbaba dünyada bizden başka dönüşebilen insan özellikli ırk var mıdır?”
“-Bundan emin olamam ama tabi ki olabilir. Biz nasıl başka bir uygarlıktan, başka bir gezegenden gelmişsek başkaları da gelmiş olabilir.”
Korunması gerek bir madalyon olduğunu öğreniyoruz. Madalyondaki ayrıntılar ne anlama geliyor diye merak etsek de öğrenemiyoruz. Öğrenebilsek belki de dünya ve uzay arasındaki kapı da açılırdı.
Aklımız saldırganda, saldırgan kötü niyetli bir Jar olabilir mi? Bir Jar, gerçekten de bunu kendi insanına yapabilir mi? O sırrı bilen ve madalyonu bu yüzden ele geçirmek için uğraşan kötü niyetli bir Jar olabilir mi?
Roman sorularla dolu bitiyor, bitiş değil de sanki “devamı gelecek” başlangıcıyla. Umarım devamı da gelir.
Mesela araştırma ekibi gerçekten adadan ayrıldı mı? Deniz bu sırrı sadece kendine saklayabilecek mi?
Bir son değil, bir başlangıcın kapısını aralayarak biten bu romanda, en çok merak ettiğimiz şey de “Tarajar kim?” Sahi kim bu Tarajar?
Kitabı yakın tarihte elde edip okumanız dileğiyle.
Bir çok kötü olayın yaşandığı bu zaman diliminde Fernando Pessoa’nın da dediği gibi “insan, okurken yaşamaya ara verir.” Bazen ara vermek gerekir; kendimizi dinlendirmek için. Kendimizi dinlemek, anlatılanı dinlemek için.