Cumhuriyetçi Türk Partisi, Kıbrıslı Türk siyasi süreçlerinin en önemli yapılanmalarından biri olduğu bir gerçektir. Bu açıdan da en çok eleştirilen parti olması normal karşılanmalıdır.
Yarım yüzyıllık bir siyasi mücadelenin yıllar içerisinde değişime uğraması daanlaşılır bir meseledir. Ancak değişikliğin öze ilişkin mi yoksa yönteme ilişkin mi olduğu önemlidir.
CTP’nin tarihselliğine baktığımızda özü ülkede yaşayan farklı etnik unsurların el ele vererek daha adil bir ülke yaratmaktı. Sosyalizmi araç olarak kullanmayı denedi. Sovyet sosyalizmini merkeze aldı. Sovyet sosyalizmi çöktükten sonra merkez-sol politikaların etrafında Avrupa Birliği merkeze alındı. Çözüm ve Avrupa Birliği hedefinde ilerlemeye çalıştı.
CTP yaşadığımız ülkenin öznesi olabilmekle ilişkili bir duruşu temsil etmiştir. Üstelik, muhalefette kalmak yerine yönetmeyi hedef koymuş bir parti için “hayaller” ile “gerçekler” arasında yaşanan farkındalık süreçleri son derece önemli dönüm noktalarını temsil etmektedir.
Cumhuriyetçi Türk Partisi tarihinin detaylarını bildiğimi iddia edemem. Ancak, geçmişteki önemli bir iki noktayı hatırlatmak ve bugüne olan yansımalarını konuşmak sadece CTP üyeleri veya sempatizanları ile sınırlı olmadığına inanırım.
CTP, Kıbrıslı Türk siyasi hayatının belirleyici anlarında, belirleyici kararlar vermiştir. 2004 sonrası dönemdeki ise ana siyasi unsur olmuştur. 15 yılın 9 yılında iktidar olmuştur. Ancak bugüne bakmadan önce dünü ele almak gerekir.
Dün
Partinin ilk dönemlerine baktığımızda, kurucu Başkan Ahmet Mithat Berberoğlu ismi karşımıza çıkar. Ahmet Mithat Berberoğlu hakkında en önemli kaynak Sami Özuslu’nun yazdığı “Persona Non Grata: Ankara’ya Kafa Tutan Adam” kitabıdır.
2011 yılında basılan kitap 28 Ocak’ta başlayan toplumsal varoluş mitingleri ile ele alınmalıdır. Tam da bu kitabın yayınlandığı zamanlarda CTP’nin eski başkanı Mehmet Ali Talat’ın 28 Ocak mitinglerinde besleme krizinin yaşanırken manidar tepkiler vermiştir. M. A.Talat’ın arabulucu olmaya soyunması, verilen eyleme katılmamayı seçmesi ve bunun arkasından Türkiye ile olan ilişkileri “koruma gailesi” olduğunu söylemesi hala belleklerimizdedir.
İşte 2011 yılında yaşanan bu olaylarla benzer günlerde Sami Özuslu’nun kitabı da raflardaki yeri almıştı. 1973 yılında yaşanan CTP’nin kurucu genel başkanı Ahmet Mithat Berberoğlu’nun Kıbrıs Cumhuriyeti Başkan Vekili adayı olması ve “Türkiye Büyükelçisi’nin Ankara’dan gelen “görülen lüzum üzerine adaylığınızı geri çekiniz” mesajını reddini ele aldığı bölüm son derece önemlidir.
Bu noktada elçinin Berberoğlu’na “Bir serseri kurşun, veyahut bir trafik kazası olabilir” diyerek gözdağı vermesi ve bunun karşılığında; Berberoğlu’nun “Bak, aşağıda ağaçlar var. Ve ağaçların altını görüyor musun, hareket ediyorlar. Her ağacın altında iki-üç kişi var. Onlar benim koruyucularımdır. Ve o koruyucular hep buradadır. Ben ineceğim, yola çıkacağım. Bir serseri kurşun, bir trafik kazası söz konusu olamaz. Öyle bir şey olursa, benim koruyucularımın bellerindeki silahlar da hep sizin verdiğiniz silahlardır. Seni galbur ederler” ifadesi yer alır.
Özuslu’nun kitabındaki bu ifadeler Ankara ile olan ilişkinin 1974 öncesinden beri sorunlu olduğunu göstermektedir. Aynı günlerde ise bir başka eski başkan artık Türkiye’yi değil galbur etmek, “besleme” aşağılanması ve Kıbrıs türk havayollarının batırılarak dış bağlantı olasılıklarının sadece TC merkezli şirketlerde toplanması gibi kritik olaylarda öfkelenen Kıbrıslı türkleri siyasi iradesi yerine Ankara’nın icazetinin peşinden gitmeyi seçmiştir.
Bir diğer tarihsel dönüm noktası ise 1983 yılında, kktcnin ilanı ile olmuştur.
O zaman yaşanan olayları 2009 yılında Erdal Güven’in kaleme aldığı ve Mehmet Ali Talat ile söyleşilerden oluşan “Adam Talat’ın Kıbrıs’ı” kitabından biliyoruz. Yine 1983 yılında Ankara ile iş birliğinde müdahale gerçekleşmekte, kktcnin ilanı; yani adanın fiili taksiminin kalıcılaştırılması için ciddi bir adım atılmaktadır.
Kktcnin ilanı federasyonu destekleyen kesimin çekingen ve edilgen tavrı bugüne de damgasını vurur. O güne dair Mehmet Ali Talat’ın dedikleri manidardır:
14 Kasım gecesi saat 24 gibi CTP Parti Meclisi toplantıya çağrılıyor. O gün yine bildiri dağıtmıştık. Toplantıdan önce öğreniyoruz ki Denktaş Bey makamına çağırmış CTP Genel Başkanı Özker Özgür’ü, TKP Genel Başkanı İsmail Bozkurt’u ve iki partiden bazı milletvekillerini… Kendilerine demiş ki Denktaş: “Yarın kuzey kıbrıs türk cumhuriyetini ilan edeceğiz. Umarım reddetmezsiniz. Zaten devletin kuruluşunu reddeden bir parti hayatiyetini devam ettiremez kapatılır.” Bunun üzerine Özgür ve bizimkiler Türkiye büyükelçisine, İnal Batu’ya gitmişler. Özgür sormuş, “Denktaş böyle diyor, Türkiye’nin fikri nedir?” diye. Batu da diyor ki: “Türkiye ne der işte ben buradayım. Elbette destekliyoruz”. Bunun üzerine bizim parti meclisi toplantıya çağrılıyor. Sabaha kadar tartışıyoruz. Saat ta 5’e kadar. Sonuçta oylama yapılıyor. Bir oyla, 13’e 14 oyla KKTC’nin ilanına onay kararı çıkıyor. Ve Evlerimize dönüyoruz.
Talat’ın “eve gidince ağladım” dediği olayla ilgili olarak esas sorgulanması gereken, Talat’ın gözyaşı dökmesi değildir. Özker Özgür’ün Kıbrıslı Türkleri ilgilendiren bir kararda, Denktaş’tan sonra gidip İnal Batu’dan Türkiye’nin ne düşündüğünü sormasıdır.
Muhtemelen, Türkiye’nin ne düşündüğünü öğrenen Özgür, Türkiye ile kapışmamak için ve partinin kapatılmasını önlemek için kktcnin kurulmasına “evet” demiştir.
Bu CTP’nin geçmişine dair önemli bir bulgudur. O gün CTP veya TKP kanadında farklı bir sonuç çıksaydı, farklı bir dünyada yaşıyor olabilirdik. Bugünkünden daha iyi bir dünya olmayabilirdi. Ancak, Taksime karşı, Türkiye’nin Kıbrıs’taki arzularına karşı direnen bir tarihi barındıran bir anlatı olurdu.
Adanın bölünmesine giden yoldaki en önemli dönüm noktası “Türkiye ile uyum” bir şekilde öncelikli bir noktaya gelmiştir. Mehmet Ali Talat’ın ortaya koyduğu 13’e 14 oy ile kktcnin kuruluşuna destek verilme kararı, CTP içinde Türkiye ile uzlaşıyı önceliklendiren kritik eşiğin 83’ten beri konsolide olduğunun da önemli bir noktasıdır.
Bu bağlamdan 49 yaşına gelen CTP’de sorulması gereken esas soru; 13’e 14 olan oranın bugün ne olduğu ile ilgilidir… Çünkü bu aslında CTP’nin varoluşsal anlamının da ne kadar yoğun olup olmadığının önemli bir göstergesidir. 13’e 14 oranı, efendisi olduğuna inandığımız toprakların başka bir devlete ait olduğuna ve onun himayesinde yaşanmasına gösterilen iradeyi temsil etmektedir ve bu irade CTP içinde 83 yılından beri yer almaktadır.
Bugün
Zaman içinde parti meclisinde 13 kişi ile azınlıkta kalanlardan fazlasının TC ile uzlaşıya taraf olduğuna şahit olduk. Belki de o gün 14 kişi arasında kalanlar da bunun sonuçlarının farkına varıp, fikirlerini değiştirmiş olabilirler.
Önemli olan CTP’nin 49 yılın sonunda Kıbrıs’ın tümünü yurt olarak ne kadar benimseyebildiği ve bunu önceliklendirdiği ile ilgilidir. Ancak Kıbrıs’ın bütününün önceliklendirilmesi ile Kıbrıs barışı mümkün olacaktır.
CTP içindeki dönüşümler önemlidir. Sadece kırmızıdan yeşile, yeşilden CTP-BG’ye doğru gerçekleştirilen bir dönüşüm değil aynı zamanda pratik deneyimlerle de ilgili bir dönüşüm söz konusudur. Bununla ilgili en önemli nokta 2004 ile 2019 arasında CTP’nin artık kktcnin en önemli siyasi partisi olduğu, en çok hükümette kalma becerisini gösterdiği gerçeğiyle birlikte aranmalıdır.
kktc’nin sunduğu illüzyona kapılarak, kurulan düzenin meşru ve adilane olduğuna inanıldığı sürece yurt algısının da federalist bir çerçeveye sığması çok da mümkün olmayacaktır. Nihayetinde, 13 Ocak 2004 yılında kurulan ilk Talat hükümetinden bugüne kadar geçen 15 yıllık sürenin 9 yılında CTP başbakanlık yetkisinin sahibi olmuştur. Bu CTP’nin kuzeydeki siyasi misyonu açısından da önemli bir gösterge ve başarıdır.
Geçtiğimiz 15 yıllık süre, CTP, destekçilerinin ifade biçiminden öte kuzey Kıbrıs coğrafyasında yaşayan her insanın hayatına dair karar alıcı olma gücüne haiz bir yapı olduğunu da göstermektedir. Alınan kararların arasında sistem içi reformda büyük bir başarı gördüğümüzü söyleyemeyiz. Ancak, Türkiye Cumhuriyeti’nin onbinlerce askerle esir aldığı bir coğrafyada “normal koşulları” yaratmanın mümkün olduğuna inanmadığım için kktcdeki yönetsel sorunların Kıbrıs sorunu dışından bağımsız biçimde çözülebileceğine inanmamaktayım.
Daha açık söyleyeceksem, Ankara – kuzey Kıbrıs ilişkileri sağlıklı bir zemine oturması için önce Ankara’nın kuzey Kıbrıs’taki fiili varlığının kabul edilebilir bir yasal çerçeve içinde tanımlanması gerekmektedir. Bu gerçekleşmediği sürece, yönetsel sonuçların alınması mümkün olmayacaktır. Çünkü oda içindeki fili görmeden, odayı yönetmemiz mümkün değildir. Bu nedenle, odadaki filin zarar vermeden odayı terk etmesi ya da odanın düzenine etki etmeyecek biçimde yeniden kurgulanması gerekmektedir.
Odada bir filin olduğunu kabul eden biri olarak hükümet dönemlerinde CTP’nin bir şeyler yapamamış olmasının sorumluluğunu sadece “beceriksizlik” ile tanımlanması sağlıklı değildir. Tam tersine, bu hal fili görmezden gelerek bir şey yapılamayacağını gösteren siyasi bir meseledir. Bu gözden kaçırılmamalıdır.
Yapısal ve sistematik bir hata olan kktcnin, normalleşmesinin imkansızlığı dile getirilmesi önemlidir. Bu noktada, cumhurbaşkanlığı seçiminin de yaklaşmasıyla, CTP yönetimi ve elitleri kadar “taban” olarak adlandırılan sıradan CTP üyeleri de 49 yılı dikkatlice değerlendirmelidir.
Kurulduğu zaman TC büyükelçisine, siyasi iradeye karıştığı zaman “galbur” ederim diyebilen bir CTP mi yoksa seçim sloganı olarak kendine “kavga için değil” sözünü ortaya koyan bir CTP mi istiyor?
Yıllar sonra, adanın taksimine karşı çıkarken 13’e karşı 14 oy ile mağlup olduğu halde, federasyon için mücadele etmeye devam eden bir CTP mi yoksa “ilhak” naraları atılıp adanın kuzeyi bir askeri üsse dönüşürken sessizliği seçen bir CTP mi istiyor?
İşin özeti 49. yaşına giren ve Kıbrıslı Türklerin siyasi geleceği açısından son derece önemli bir döneme sahip olan CTP’yi oluşturan CTP’liler, hâkim ideolojik ve hegemonik ilişkileri meşrulaştıran dikkate alınmayan bir “şey” mi olacak yoksa “özne” mi olacak?
Sonuç ya da Yarın
Yarına dair ilhak ile federasyon arasında ince bir çizgide olduğumuz ve Cumhurbaşkanlığı seçiminin bu noktada önemli bir mihenk noktası teşkil edeceğini kabul etmekteyim.
Bu noktada, esas soru, seçimde kimin galip olacağından öte, CTP’nin hangi akılla hareket edeceği ile ilgilidir.
Garantiler ile tıkanan Kıbrıs barışında, Anastasiadis’in siyasi eşitlikten sapması sorunludur. Ancak, garantilerde ısrarın sadece Kıbrıs konusunun nihai çözümü ile ilgili değil, aynı zamanda, kuzey sathında Kıbrıslı Türklerin siyasi özne olmasının önündeki en önemli engel olduğu gerçeğinden hareketle, CTP’nin yurduna sahip mi çıkacağı yoksa “Ankara ile iyi ilişkiler” dahilinde ilhak tehlikesine kulak mı tıkayacağı önemli bir konudur.
Doğrusu, zor zamanlarda zor kararların önemli olacağı aşikardır. Benim gördüğüm ve anlayabildiğim kadarı ile “CTP tabanı” olarak anılan insanlar bu tip meselelere cevap aramaktadır.
Tüm bunlar olurken, 49 yıllık tarihe sahip bir örgütün tepesinde bu sorulara dair sessizlik ise manidardır…