Politik iklim yeniden Kıbrıs Sorununa doğru evriliyor. Üst düzey temsilcilerin birer birer ziyareti, özellikle Binali Yıldırım ile Aleksis Tsipras görüşmesi ardından Kıbrıs Konusu ile ilgili yeni bir zirveye gözler çevrildi. Daha önce belirttiğim bir yorumumda bu zirvenin gerçekleşememe ihtimalini ortaya koymuştum. Pesimist tavrımı korumama rağmen, böyle bir zirvenin gerçekleştirilecek olmasına önem atfetmekteyim. Ancak, hala daha soru işaretlerinin olduğu kesin. Öyle ki, TC Başbakanı Binali Yıldırım Atina dönüşü yaptığı açıklamada “garantör ülke olarak Yunanistan Türkiye gibi ülkelerin başbakanlarının katılmasını gerektirecek şartlar oluşur mu oluşmaz mı gibi bir tereddüt var. Bizde de onlarda da var bu soru işareti” şeklinde bir ifade kullanmıştır.
İşin özeti Crans-Montana göreceğimiz son zirve olmayacak. Ancak Cenevre ya da Mont Pelerin I, II zirvelerinden farklı olarak sabrın ve zamanın tükendiği noktayı işaret etmektedir. Genel anlamda “son oyun” algısı yayılmıştır. Bu açıdan beklenti yeni koşullar yaratmayacağı kesindir. Burada izlediğimiz özellikle BM için ama aynı zamanda diğer aktörler için de kimsenin zarar görmeden kurtulacağı bir “itibar kurtarma” girişimidir.
Kıbrıs konusunda yaşanan süreçle ilgili umut vermekle eleştirilen biri olarak neden olumsuz bir beklentiye sahip olduğumu kısaca özetlemek için önce Crans Montana’da ortaya çıkabilecek sonuçları ele alalım.
Ortaya konulan sonuçlar arasında a) kapsamlı çözüm, b) çerçeve anlaşması, c) ortak açıklama gibi seçenekler mevcuttur.
Bunları sondan başlayarak ele alacak olursak
- Ortak açıklama: 11 Şubat 2014 tarihli Ortak Açıklama metni herhangi bir federal çözümün pazarlık konusu olmayacak tüm unsurlarını içermektedir. Dönüşümlü başkanlık, etkin katılım, garantiler, toprak, mülkiyet gibi konular ortak bir metine girebilecek kavramlar değildir çünkü bunlar hala daha tarafların pazarlık unsurlarıdır. Bu yüzden 11 Şubat 2014 metninden ileride bir metin üretilmesi mümkün değildir. Başka bir değişle bu zirvede 11 Şubat açıklamasından daha ileri bir ortak metin beklemek mümkün değildir.
- Çerçeve Anlaşması: İrlanda çözüm süreci referanslı uygulanabilir bir çerçeve anlaşması yaratılması kapsamlı çözüm için son derece faydalı bir açılım olarak görülebilir. Ancak koşulları ölçtüğümüzde, güven yaratıcı önlemlerin “tanınma paranoyası” / “stratejik sebepler” ikileminde uygulanamadığını biliyoruz. Geçiş noktalarının açılmasınun mümkün olmadığı, mobil hatların birleşemediği koşullarda uygulanabilir bir çerçeve anlaşmasının gerçekleştirilmesi hayli güçtür. Üstelik uygulanabilir bir çerçeve anlaşmasının ilk adımı asker sayısının azaltılması, yeşil hat bölgelerinin iadesi gibi daha zorlu noktaları barındıracaktır. Bu güçlü bir siyasi irade gerektirir. Toprak adımının Türk tarafının en önemli “kozu” olduğunu düşündüğümüzde, böylesi adımların atılması oldukça zordur. Aynı zamanda AB muktesabatının kuzeyde uygulanmaya başlamasına dair açılımlar, limanların Avrupa limanı olarak kabul edilmesi gibi açılımların da mevcut modalite ve anlayışla gerçekleşmesi daha zordur. Bu açıdan da baktığımızda İsviçre’den uygulanabilir bir çerçeve anlaşması çıkması mümkün değildir. Çünkü taraflar takındıkları pozisyon itibari ile uygulanabilir çerçeve anlaşmasını uygulayacak politik anlayışa sahip değildir.
- Kapsamlı Çözüm: halihazırda kapsamlı çözümün orada tamamlanmasının mümkün olmayacağına yönelik sinyaller verilmektedir. Masada kapsamlı çözüme dair beklentiler azalırken mucize gerçekleştirebilecek bir Oz büyücüsü var mı bilemiyorum. Ancak, eğer varsa şimdi ortaya çıkması lazım. Böyle bir durum beni ters köşeye yatırır ve bu noktadan sonra yazacaklarımı geçersiz kılar. Ancak, kapsamlı çözümün gerçekleştirilmesinin mümkün olmayacağına dair sinyali TC Başbakanı Binalı Yıldırım verirken, atıfta bulunduğu taraf “Kıbrıslı liderler” şeklindeydi. Yani, meselenin garantiler üzerinden gerçekleştirilecek bir pazarlıkta Türkiye’de olmasına rağmen Kıbrıslı liderler anlaşamadı diye sonuçlanamadı gibi bir imaj yaratılmıştır. Bu açıdan baktığımızda paket üzerinden konuşulan al – ver sürecinin sağlanamamasında ihale 2 senedir müzakere eden Kıbrıslı liderlere kalacakmış gibi.
Peki, durum vahimse ve bu zirvede hiçbirşey mümkün değilse bu zirve neden gerçekleştirilecek ?
Bana göre Cenevre zirvesinde bu işin bitirilmesi gerekiyordu. Ancak, Yunanistan Dışişlerinin tavrı Konferans’ta belirleyici olmuştu. Günün sonunda güvenlik ve garantiler başlığında tarafların pozisyonu ve esneyebilecekleri noktalar bellidir.
Esas olan kim ne alır ve bu konuda herkes siyasi iradesini gösterir sorusunun cevabıydı. Siyasi irade varsa, bunu gerçekleştirmeye dair söylenecek sözler birkaç cümledir. Ancak taraflar (özellikle de garantörler) bunu ifade etmekten çekinmekte, yani siyasi iradeyi sergilemekten kaçınmaktadırlar.
Hal böyleyse, 2 yıl boyunca sürdürülen ve siyasi yatırım yapılan bu sürecin “itibarını koruyarak” sönümlenmesi gerekmektedir. Bu hem yerel hem de uluslararası unsurların işine gelmektedir. Bu yüzden malesef eğer Kapsamlı Çözüm yapmak için iştah ortada yoksa (bana göre garantörlerde böyle iştah yoktur) Kıbrıslı liderler BM’nin itibarını korumak için kullanılacaktır.
Özellikle son süreç içerisinde Kıbrıslı liderler düştükleri suçlama oyununda zararlı çıkmıştır. Çünkü birbirlerine cevap vererek harcadıkları enerji ile bütün sorumluluğu Kıbrıslı liderlere yıkmak için uygun koşullar yaratılmıştır. Böylelikle, bir süredir BM’nin arayış içinde olduğu çıkış stratejisi sağlanmıştır.
Taraflarca orkestra şeklinde yapılan açıklamaların başarısız bir yöntem olduğuna dair daha önce dile getirdiğim düşünce de buradan kaynaklanmaktadır. Şu an BM için yöntemin başarısızlığını, Kıbrıs sorununu ele alış biçimlerine eleştirel yaklaşacak bir sebep yoktur. BM’ye göre yeni bir girişim ile Kıbrıs Sorunu çözülememiş ve sorumluluk uzlaşmazlığı seçen Kıbrıslı liderlerin meselesidir. Oysa ki aklı selim olan herkes, bu sorunun ele alınış biçimindeki hataların sorunun çözülememesine neden olduğunun farkındadır.
BM bu aşamada süregiden oyun değiştirilmek isteniyorsa, Crans-Montana’ya yönelik “havuç – kırbaç” yöntemi oluşturabilmelidir. Ancak, BM’nin böyle bir irade sergilemekten kaçınmaktadır. Kıbrıs Türk tarafına statü için yasadışı olarak elinde tuttuğu mülklerin tazminatının Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafınca ödenmesi ve toprak iadesini, eş zamanlı olarak, Kıbrıs Rum tarafına uzlaşmazlık karşılığı Kıbrıs Türk tarafının statü yükseltilmesi riskinin açıkça dile getirilmesi statükonun korunmayacağının net işaretleridir. Bunların masada olmaması koşulunda, bu zirve diğer tüm zirveler gibi statükonun devamının teyidiyle sonuçlanacaktır.
Hal böyleyse ne olacak ?
Muhtemelen Crans-Montana sonrasında seçimlere kadar sürecin sönümlenmesi beklenecek. Sürecin seçimler nedeniyle askıya alınacağı ve seçimden sonra oluşacak yeni Kıbrıslı Rum iradesinin ne göstereceğini şu an tahmin edemeyiz. Ancak yeni bir başkan seçilirse, kalınan yerden devam etmek yerine sürecin en başına dönmeyi talep edebilir. (Anastasiadis seçildiğinde böyle yapmıştı.) Bu arada da zaten Kıbrıs Türk toplumunda liderlik seçimleri gelir ve bildiğimiz kısır döngü devam edecektir.
Şu an için iç politikada her taraf kendi için yeni koşullar yaratmaya çalışsa da uluslararası olarak yeni koşulların yaratılması bana gmre pek de mümkün değildir. O yüzden de Kıbrıs Sorunu’nun bir süre için rafa kaldırılmasının koşulları ortaya çıkacaktır. Rafta bekleyen Kıbrıs Sorununun daha da karmaşık bir hale gelmesi için uzlaşmazlıktan olan taraflar muhtemelen ellerinden geleni yapacaktır.
Peki Kıbrıs Sorunu bir daha konuşulmaz mı ?
İşte kritik nokta tam da burada. Muhtemelen Crans-Montana sonrasında Kıbrıs Sorunu etraflı bir biçimde bir süre ele alınmayacak. Ancak, Kıbrıs adası etrafındaki doağlgaz kaynakları ile ilgili varsayımlar son bulur ve gerçekten çıkarılmaya başlandığında etkin biçimde bu konu yeniden gündeme gelecektiir. Şu an en iyi beklenti bu kaynakların ortaya çıkarılacağı zamana 5 yıl biçiyor. Hal böyleyse, muhtemelen Kıbrıs Sorunu ile ilgili yeni süreç 5 yıl sonra başlayacak. Ancak bu sefer yaratılacak olan nüfus yapısı ve vatandaşların sayısı, Türkiye’nin buralardaki iktidarı ve bölgesel koşullara göre şekillenecektir. Ve malesef, konuşulan Kıbrıs Sorunu olsa da, konuşan Kıbrıs adasında “bir zeytin gibi” kök salmış insanların geleceğine dair olmayacaktır.
∗Bu yazı ilk olarak 25.06.2017 tarihinde gaiLe’de yayınlanmıştır.