-Mertkan Hamit- Cenevre-
İlk kez Tayfur Sökmen adını Niyazi Kızılyürek’ten duymuştum. Tayfur Sökmen, kimsenin hatırlamadığı ve pek değer verilmeyen, ancak Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Türk milliyetçiliğinin yayılmacı arzularını tatmin edecek en önemli adımlardan birini atan kişidir. 1938 yılında Suriye’deki Fransız Mandasının bir parçası olarak kurulan Hatay Cumhuriyetinin 1939 yılında Türkiye’ye ilhak olmasını sağlayan devlet başkanıdır. Muhtemelen ilhak sağlandıktan sonra hiçbir Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından ciddiye alınmamış, tarih sahnesinde neredeyse hiçbir iz bırakmamıştır.
Geçtiğimiz gün önce Metin Münir tarafından yazılan ve Cenevre süreci sonrasında B planı olarak Kıbrıs’ın kuzeyinin Türkiye’ye ilhakının görülmesini önemli bir tehdit olarak algılanmış olacak ki, Mustafa Akıncı da bu konuda, “ikinci Tayfur Sökmen olmak gibi bir niyetim yok” ifadelerini kullandı. Garip olarak bazı kamuoyu anketlerinde de, liderlerin yürüttüğü bu sürecin başarısız olması durumunda ilhak seçeneğinin gündeme geleceğine yönelik inancın güçlü olduğu.
Bu noktada, Mustafa Akıncı’nın Cenevre’den başarı ile dönebilmesi için sadece “Tayfur Sökmen olmayacağını” söylemesi yeterli değil. Aynı zamanda Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum toplumlarının her ikisine de liderlik yapabilecek olduğunu kanıtlaması gerekmektedir. Cenevre’de sadece liderlik ettiği topluma değil, liderliğini yapacağı toplumlara yönelik bir strateji ile hareket etmesi gerektiğini söyleyebiliriz. Tabi bu beklenti tek taraflı değildir. Aynı zamanda Nicos Anastasiadis’in de bu noktadan sonra geri dönüşün olmayacağı koşulları yaratması gerekiyor. Bunun için de sadece Kıbrıslı Rum toplumunun kazançlarına değil, Kıbrıslı Türklerin kabul edebileceği koşulların oluşturulmasını kendi sorumluluğu olarak görmesi gerekiyor. Bunu sadece dostu Mustafa’nın meselesi olarak değil, kendi meselesi olduğunu da anlamalıdır.
Eğer, Akıncı ve Anastasiadis önümüzdeki günlerde Kıbrıs’ın liderleri gibi davranabilirlerse, garantörlerin ve uluslararası çıkar ilişkilerinin gölgesinde olacak Cenevre’deki Kıbrıs Konferansı ada toplumları lehine başarı ile sonuçlanabilir. Ancak, adanın kaderini belirleyen bu süreçte, adalı liderlerin böyle bir tavır sergileyememesinden olacak adalıların farklılaşan istekleri de geriye kalan uluslararası çıkarların sağlanması için koz haline dönüşmüş gibi duruyor. Bunun farkında olduğumuzdan dolayı Cenevre’de yapılacak Kıbrıs Konferansı’nın sonuç alıcı kararlar üretmesi konusunda yüksek umutlara sahip değiliz.
Peki ne olacak ?
Çözüm ve Barış Platformu’nu temsilen geldiğim Cenevre’de süreç boyunca belki de dikkatimi yoğunlaştırarak anlamaya çalışacağım nokta, çözüm treninin hareket edip etmediği olacak. İkinci Mont Pelerin zirvesinden sonra, iki ileri bir geri giden liderler arası yakınlaşmaların bir biçimde ilerlediğinin teyit edilmesi gerekiyor. Çünkü bu aşamada birileri treni sallayarak trene hareket ediyormuş süsü vermek isteyebilir. Bu yüzden, sivil toplum olarak denetleyici görevimizi etkin bir biçimde uygulamalıyız.
Kritik kararların verileceği, birden fazla uluslararası aktörün dahil olduğu süreçlerde geceden sabaha karar üretilse dahi bunlar uygulanır olamayabilir. Bunu akılda tutarken, Kıbrıs barışı için umutla bir araya gelen Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türklerin liderlerinden beklediği gereken siyasi iradeyi göstermeleri. Bütün aktörler bir araya gelmişken, bunu göstermenin TAM ZAMANI!…
*Mertkan Hamit, Çözüm ve Barış Platformu temsilcisi olarak gittiği Cenevre’den yazdı…
foto: Cenevre’de müzakerelerin yapılacağı BM Milletler Sarayı