Yeni korku politikası “3,5 milyar dolar bütçe açığı olacak” iddiası…
Ardından da hemen bir ezber yapıştırılıyor; “Türkiye ile iyi geçinmek gerek” diye.
Buradan seçim ve ardından gelecek hükümet ilişkisi ile ilgili korku salmaya çalışıp, iradeyi yönlendirme arzusu görülmektedir.
Önce, bu iddianın ne kadar gerçekçi olduğunu aklı selim bir biçimde düşünelim.
Bütçe onaylandığında, 8,8 milyar olan bütçede; 851 milyon TL bütçe açığı öngörülmüştü. Yani hali hazırda onaylanan bütçenin yetersiz olduğu ortadaydı
Bütçe onaylandıktan sonra geçen ilk 4 ay içinde bu oranhali hazırda 465 milyona ulaşmış; yani en iyi beklentiye göre 1,5 milyara yakın yıl sonu bütçe açığı daha COVID19 krizi yaşanmadan kesinleşmişti.
Geçen süreçte, COVID19 krizi yaşanması bütçe dışı harcamaların artması ile sonuçlanacağı açıktı.
Bununla beraber Türk Lirasında yaşanan değersizleşme konusu da özellikle Nisan ayından itibaren hızla arttı. Bu enflasyonun beklentilerin çok daha üzerinde olduğunu zaten hane halkı bütçesinde de göstermişti.
COVID19’un bütçe üzerindeki etkisi öngörülemeyeceği gibi kuzeydeki idarenin Türk Lirasının değerinin arttırılması ile ilgili de bir politika oluşturması mümkün olmadığı gün gibi ortadadır. Bunun sebeplerinin de ne olduğu herkes tarafından bilinmektedir.
Bütçenin denkleştirilmesi, giderlerin azaltılması, yapısal reformların yapılması durumunda, Türkiye’den daha fazla kaynak sağlanması mümkün olur muydu?
Bu karşılıklı bir anlaşmaya göre mümkün olması gerekirdi. İdare anlaşma sorumluluklarını tam anlamıyla yerine getiremediyse burada “Türkiye ile ilişkiler” değil, hükümetin yeterlilik konusu gündeme getirilmelidir.
Yetersiz bir performansı, “Türkiye ile ilişkiler” çerçevesinde değerlendirmek, en hafifiyle softa şaşırtması yapmaktır.
Gelelim diğer konuya, Türkiye ile karşılıklı bir anlaşma yapılmış ancak Türkiye bu anlaşmanın gerekliliklerini yerine getirmemekte ısrarcıysa bu durumda da, sorunun kaynağını Kıbrıslı Türk toplumunun siyasi tercihlerinde değil, Türkiye’nin Kıbrıs politikalarnıda aramak gerekmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıs’a dair sorumsuz davrandığı iddiasında olup, bunu Kıbrıslı Türklerin siyasi iradesi ile belirlediği seçimlere bağlamak kadar büyük bir çelişki yoktur.
Bunu savunmak, ekonomik bir argüman değildir.
Hukuki bir zemini yoktur.
Yapılan ya kör bir milliyetçilik yada ucuz bir pazarlama stratejisidir.
“Türkiye para göndermeyecek” korkusu salarak, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Kıbrıslı Türklerin iradesini Ankaraya taşımak isteyenlere bir de rakamlarla cevap vermek gerekir.
kktc Maliye Bakanlığı Bütçe Dairesi verilerine göre 2019 yılı Ağustos ayında reel sektöre sağlanan yardımların toplamı 27 milyon TL’dir. Savunma için sağlanan yardım ise 451 milyondur. Savunma harcamalarının ekonomideki etkisinin eksi yönlü olduğunu kabul edersek, temel olarak uyumlu hükümet, uyumlu cumhurbaşkanı iddiasının da yersiz ve yetersiz olduğu görülmektedir.
Seçim sonrası Cumhurbaşkanlığının ekonomi yönetimi ile ilgili rolü öneriler yapmak dışında genişletilebilir mi?
Uluslararası finansa ulaşmak için bu makam kullanılabilir mi?
Bu yaklaşım mevcut siyasi sorundan ötürü son derece sınırlıdır. Ancak, bu olanağı zorlamak anlamlıdır.
Bunun gerçekleştirilmesinin başlıca kaynağı Kıbrıslı Türklerin iradesinin ilgili BM kararlarının çerçevesinde olduğunu kanıtlamaktan geçmektedir.
Maraş kararı gibi BM kararlarına aykırı olarak kararlar alan bir yaklaşım, uluslararası finansa erişmekte başarısız kalır. Kendini kktc’nin tanınmasını yasaklayan kararla başbaşa bulur.
O yüzden, eğer Cumhurbaşkanlığı seçimi üzerinden mali kaynaklara erişmek isteniyorsa, öncelikle iki devletli, başına buyruk tek yanlı kararlar alan anlayışın bu makamı işgal etmemesi gerektiği bilinmelidir.
Onun dışında, etkin bir idari yapının Cumhurbaşkanlığı iradesi ile birlikte çalışabiliyor olması gerekir. Bunun için yapılması gereken ev ödevleri vardır. Kamu maliyesinin sürdürebilir olması yanında, özel sektörün de istihdam yaratarak genel tüketimin arttırılmasına olanak sağlayabilecek bir anlayışı yaratabilmesi gerekmektedir.
Tüm bunların yanında, COVID19 krizi ile kapanan Kuzey -Güney arası geçişlerin çoğaltılması ve kolaylaştırılması için de bir anlayışın sergilenmesi gerekmektedir. Bunun için de Kıbrıslırumları rencide etmeyecek, iki toplumlu ilişkileri korku ile zedelemeyecek bir anlayış gereklidir. Ancak böylesi bir yaklaşım, sorumlu bir yürütme ve gelecek vizyonuna sahip bir Cumhurbaşkanlığının etkin çalışması ile alternatif bir yapılanmadan bahsedebiliriz. Koşullar böylesi bir yaklaşımın mümkün olduğunu göstermektedir. Hal böyleyken, 3,5 milyar bütçe açığı iddiası önemsenmelidir ama bunun tek çözümü alışıldık çözümler olmadığı da anlaşımalıdır.