Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Recep Tayyip Erdoğan Kıbrıs’a geldiğinde meclis içindeki partiler takdir edilecek bir tavır koyarak, Erdoğan’ın meclis konuşmasını boykot ettiler.
Ellerine ne geçti ?
Girseydiler iradeleri dışında yapılan açıklamalara ortak gibi görüneceklerdi, katılmadılar ve kendilerini yoksulluk sarmalına düşen Kıbrıslı Türklere şaşalı külliye projesine karşı konumlandırma konusunda zorluk yaşamadılar. Halkın kaygılarını anlayabildikleri mesajını verdiler.
Konuşma sırasında yapılan hamasete de ortak olmadılar.
Çıkabilecek başka sürprizlere karşı da güçlü bir mesaj verdiler. İçerde olsalar konuşmalarına fırsat verilmeyecekti.
Şahin politikalar için uygun ortama izin vermediler.
Ancak izleyen günlerde bu duruşları üzerinden de bir politik alan derinleştirmeyi tercih etmeyerek sözkonusu duruş yarım kaldı.
Hal böyle olunca Erdoğan rejiminin sempatisini kazanma kaygıları olmadığı da açıkça beyan edildi.
Bu kısa dönemli bir kayıp olarak görülse de, uzun dönemde Türkiye’deki saray rejimi tam gaz dibe vururken, kendilerini oradan ayrıştırırken, yeni yapı kurulacağında da daha sağlıklı bir alan talebini yineleyecekleri bir zemine sahip oldular.
Boykotlarının kısa dönemli bir kazancı olmamış olabilir, ancak uzun dönemde stratejik yaklaşırlarsa bunun bir kazanca dönüşmesi için de önemli bir adımı kendi hanelerine kazandırdılar.
Bu konuda kktc’nin ikiliğine kapılmış egemen anlayışın ötesine geçme kabiliyeti gösterdiler.
Ancak, Türkiye’de saray rejimi devam ederken Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan insanların, deneyimlediğimiz sağlıksız ilişkinin sürdüğünden hala rahatsız. Partilerin verdiği kararlı mesajı duymayan Saray rejimine bir başka tepki de bu sefer sıradan insanlar tarafından veriliyor.
Sürdürülemez hale gelen, ekonomik olarak yoksullaşan, iradesi gasp edilen, geleceğe dair güvencesi azalan yurttaşların bu düzen böyle gitmez mesajını idarenin ve temsiliyetin meşruluğunu sorgulayan insanların tepkileri azımsanmamalı, aşağılanmamalıdır. Aynı zamanda bu tepkinin etkilerini anlık sonuçlara göre değil, uzun erimli etkileriyle aklı selim biçimde değerlendirmek, çok sevdiğimiz dostlarımızın parlementoya seçilme beklentilerinin ötesinde olan ve önemli olan bir dönüşüm olarak kabul etmek gereklidir.
İktidara gelen partilere hep bir sonraki seçimi düşünmeden kararlar alın diyen kitlelerin reaksiyonu şimdi, biz de bu seçimi anlamsız hale getiriyoruz şeklinde vuku buluyor. Bu gözden kaçırılmaması gereken bir gelişme. Yarın için anlamı yüksek olmayabilir, ancak, gündelik kaygıların ötesinde bakar buradan dersler çıkarılırsa siyasi partiler için dönüştürücü potansiyeli geleneksel siyaset biçimini aşacak yok sayılamayacak bir potansiyel barındırıyor.
Tıpkı Erdoğan’ı boykot eden partilerin anlık değil uzun dönemli kazanımları için önemli bir alan sağlıdığını düşündüğümüz gibi seçimlere dönük boykot politika yapma biçimlerini dönüştürecek bir güce sahip olan bir biçime evriliyor.
Boykotu partizan gözlükleri çıkarıp, sosyopolitik bir tepki olarak algılayıp anlayabilecek olan siyasi partiler için önemli bir fırsat kapısı yaratıyor.
Bürokratik hantallıktan kendini yenileyememiş siyaset, partiler için eşsiz bir fırsat sunuyor. Dönüştürücü siyasetin öznesi olmak isteyenlerin bu fikre didişmek, aşağılamak, yok saymak, değersizleştirmek yerine anlayarak içselleştirebilmeleri ezbere hapsolmaktan kurtaracaktır. Sağ ve sol siyasi partilerin “seçime katılın” propagandasına rağmen direnen kişilerin kararlı duruşu ve bunun cesaretini görmezden gelmek ise önemli bir siyasi kayıp olacaktır.
Oy versin veya vermesin, konunun bu açıdan anlaşılabilecek siyasi olgunluğun sergilemesi bence her şeyden önemlidir.