Hazırlayan: Hasan Yıkıcı
Neredeyse borçsuz yaşayamaz durumda olduğumuz bir dönemden geçmekteyiz. Borç, hayatlarımıza o kadar bir sirayet etti ki, borçsuz bir hayat tahayyül edilmez oldu. Belki de borç sadece ceplerimize değil hayal gücümüze ve tüm davranış biçimlerimize de buyurur olmuş durumda. Sanıldığı gibi bireysel bir olgu değil, toplumsal bir disiplin ağı olarak hayatlarımızı, zamanımızı ve emeğimizi tahakküm altına alan bir borç toplumunda yaşıyoruz artık.
En temel haklar olan barınma, eğitim, sağlık ve ulaşım hakkı için borçlanmak zorundayız. Kredi kartları şimdiyi kurtarmak adına geleceği ipotek altına alıyoruz, finans aristokrasisinin himayesine bırakıyoruz. Borç ağlarına kapılmadan yaşayabilmek neredeyse mümkün değil. Fakat borç sandığımızdan da fazlasını imal ediyor. Bankalara veya kredi kartlarına bağlı yaşamak aynı zamanda borçlandırılmış bir insan türü de yaratıyor. Borcun dayattığı ve arzu ettiği bir disiplinin, borçlular için yaratılmış bir varoluşun içine düşüyoruz. Artık ne yapacağımız veya ne yapmayacağımız bile bankaların hazırladığı sözleşmelere bağlılık esasına göre şekillenmekte. Bunu kurallar manzumesinin ilki ise kuşkusuz sadık olmak. Borca, borcun seni içine çektiği ağa ve tahakküm ilişkilerine sadıklık.
Borçla ilgili olarak gerek biyopolitik gerekse de makropolitik olarak Dünya’da yapılmış pek çok çalışma var. Dünya’da çeşitli sosyal hareketler ve sol akımlar borç olgusunu tüm yönleriyle irdeliyor, mücadele hatları örmeye çalışıyor.
Evrensel bir borç toplumunda ve onun yarattığı asimetrik tahakküm ilişkileri içinde yaşıyoruz. Borç meselesini anlamak ve üzerine düşünmek için sizler için öne çıkan kitapları seçtik. İyi okumalar.
Borç – David Graeber
Bugüne kadar yazılmış tüm ekonomi kitapları bize aynı dersi anlatır: Para, zahmetli ve karmaşık takas sistemine çare olarak yaratılmış, böylece insanlar mallarını yüklenip durmak külfetinden kurtulmuştur. Gelgelelim bu tarih yorumunda küçük bir kusur vardır: Bugüne kadar bu teoriyi destekleyen herhangi bir veri bulunamamıştır. Akademisyen, aktivist, antropolog ve düşünür David Graeber kitabı Borç’ta, sorgulamadan kabul ettiğimiz bu fikirleri ustalıkla tersine çeviriyor: Tarıma dayalı ilk toplumların ortaya çıkışına kadar, yani madeni ya da kâğıt paranın icadından çok daha önce, insanlar gelişkin bir kredi sistemiyle yaşayıp, mallarını bu yolla değiş tokuş ediyorlardı. Ne olduysa sonra oldu, toplumlar alacaklı ve borçlu olarak ikiye bölündü. O dönemden beri, dünya genelinde borç ve borç affı politik tartışmaların ana konusunu teşkil etmiştir. Öyle ki, antik döneme ait hukuksal ve dini belli başlı eserlerin lisanını ve kavramlarını, kökü geçmişe uzanan bu borç tartışmaları şekillendirmiş, dahası, ahlaki ve felsefi temel değerlere de son biçimini vermiştir. Öte yandan sayısız halk hareketini de tetiklemiştir. Graeber, halklar olarak bugün hâlâ aynı savaşın pençesinde kıvrandığımızı gösteriyor… “Graeber, kredinin, karşılıklı-taahhüt ağı üstüne kurulu toplumların yok edilip sınıflı toplumun yükselişiyle ortaya çıktığını, para üstüne kurulu sosyal ilişkilerin ardında ise, sürekli fiili şiddet tehdidi olduğunu vurguluyor.” – Paul Mason, GuardIan
Borçla Yönetmek – Maurizio Lazzarato
Her yanımızı kuşatan bir borç ilişkisiyle yaşıyoruz. Devlet borçlarından, kamu borçlarından, şirket borçlarından, bireysel borçlardan söz edilip duruyor. Üstelik tüm bu borçlar ödendiğinde hiçbir sorun kalmayacakmış, ekonomi düzlüğe çıkacakmış gibi tezler savunuluyor. Bunun tam tersini iddia eden Lazzarato, tam da borç ilişkisi ekseninde Nietzsche, Foucault, Marx, Deleuze ve Guattari’yi yeniden yorumlayarak, borcun bir iktidar dispositifi olarak nasıl kurulup işletildiğini tartışmaya açıyor. Borç ilişkisinin ekonomik değil, paranın toplumsal gücünden gelen politik bir ilişki olduğunu, finans sermayenin hakim olduğu bir değerlenme sürecinin temel ilişkisi haline geldiğini ve asla reforme edilemeyeceğini, geri döndürülemeyeceğini iddia ediyor. Zira bu “sonsuz borç” ilişkisi, sermayenin sadece mevcut üretme kapasitelerimizi ve emek zamanlarımızı değil, gelecekteki kapasitelerimizi ve yaşam zamanımızı bugünden satın almasına, “mümkün olanı” şimdiden mülkleştirmesine olanak sağlıyor. Her birimiz, borçlarımızı yönetmeye çalışırken borçla yönetiliyoruz. Dolayısıyla borç ilişkisine girmeden yaşama ihtimalini bile düşünemiyor, borçları ödemek için biteviye çalışıyoruz. Ücret artışı yerine bankalardan borç talep ediyoruz. Kamusal sosyal güvence yerine bireysel sigortalara, toplu sözleşmelere değil bireysel sözleşmelere yöneliyoruz. Emeğin hapishanesi artık fabrikalar ve ücret ilişkisi değil, bankalar ve borç ilişkisi. Lazzarato’ya göre, eskiden grevlerle firar ettiğimiz bu hapishaneden, şimdi borcu reddederek firar etmenin zamanı!
Borçlandırılmış İnsanın İmali-Maurizio Lazzarato
Gerek özel gerek kamusal, borç bugün ekonomiden ve politikadan “sorumlu olanların” ana meşguliyeti gibi görünüyor. Bununla birlikte, Borçlandırılmış İnsanın İmali’nde, Maurizio Lazzarato, borcun, kapitalist ekonomi için bir tehdit olmak şöyle dursun, neoliberal projenin tam merkezinde yer aldığını gösteriyor. Marx’ın değeri pek bilinmemiş bir metninin yanı sıra, Nietzsche, Deleuze, Guattari ve yine Foucault’nun yazılarını yeniden okumak suretiyle, yazar borcun her şeyden önce politik bir inşa olduğunu ve alacaklı/borçlu ilişkisinin günümüz toplumlarının temel toplumsal bağını ve ilişkisini teşkil ettiğini ortaya koyuyor. Borç sadece ekonomik bir dispozitife indirgenemez; o aynı zamanda yönetilenlerin zamanının ve davranışlarının belirsizliğini azaltmayı hedefleyen, bireysel ve kolektif öznelliklerin denetimine ve yönetimine ilişkin bir güvenlik tekniğidir. Devlet’e, özel sigortalara ve daha genel olarak, şirketlere karşı hep daha fazla borçlu hale geliyoruz ve vaatlerimizi yerine getirmek için hayatlarımızın, “insani sermaye”mizin “girişimcileri” olmaya teşvik ve icbar ediliyoruz; tüm maddi, zihinsel ve duygulanımsal ufkumuz böylece yeniden biçimlendirilmiş ve alt üst edilmiş bulunuyor. Bu imkânsız durumdan nasıl çıkabiliriz? Borçlu insanın neoliberal koşulundan yakamızı nasıl kurtarabiliriz? Eğer Lazzarato’nun yaptığı çözümlemeleri izlersek, çıkışın sadece teknik, ekonomik ya da mali olmadığını teslim etmemiz ve kapitalizmi yapılandıran temel toplumsal bağı ve ilişkiyi, yani borç sistemini yeniden köklü biçimde masaya yatırmamız gerekir.
Borç Bağları – Richard Dienst
Bu olağanüstü derecede açık ve kışkırtıcı küçük kitapta, Richard Dienst’in en radikal önerisi çok fazla borçla değil, aslında çok azıyla yüklü olduğumuzdur. Evet, bize hükmeden kurumların ve güç biçimlerinin borçluluk düzenini reddetmenin ve kaçmanın yollarını bulmalıyız, fakat aynı zamanda ve muhtemelen çok daha önemli olarak, borçsuzluğun temel bir insani durum olduğunun farkına varmalı ve bir an önce bizleri birbirimize bağlayacak ve özgür kılacak toplumsal bağları oluşturmalıyız. Bu iki görevin birleşimi başlı başına heyecan verici ve hatta devrimci bir projedir.” – Michael Hardt Ne bulutlar ne de metafizik alemler modernliği bilir, çünkü modernliğin evrenselliği cüzdanınızda, sizi bitmek bilmeyen bir borç sarmalında sürükleyen ve hayatla özdeşleşen, onunla yer değiştiren bir hareketten müteşekkil. Richard Dienst nasıl oldu da borçluluk toplumumuzun yegane müştereği haline geldi diye soruyor. 2008’de Amerikalı ev sahiplerinin borçlarının dünya çapında krize sebep olduğu, Ereğli gibi 109.000 nüfuslu bir ilçede 60.000 kişinin icralık hale geldiği, herkesin kredi kartı borcundan dert yandığı bir dünya nasıl zuhur etti? Kredi kriziyle beraber bankalar, ülkeler, aileler iflas etti. Yunanistan ve İspanya’da Düyun-u Umumiye idareleri kuruldu. Her yerde ‘Yetersiz Bakiye’ ikazını duyuyor, her daim borçlanıyoruz. Bu küresel hal siyaseti de dönüştürüyor, siyaset ve özgürlük kavramlarını yeniden müzakereye açıyor. Borcun oluşturduğu “bağlar” ile finansal araç ve kurumların oluşturduğu borçluluk düzeni arasındaki ilişki dünyamızı nasıl şekillendiriyor? Mizahi ve canlı bir dille yazılan Borç Bağları, Obama’nın ulusal güvenlik stratejisi, Prada mağazalarının mimarisi, U2’nin solisti Bono’nun “Afrika’nın Borçları Silinsin” kampanyasındaki halleri ve Marx’ın anlattığı bir peri masalından hareketle pratikler üzerinden borcu kuramsallaştırıyor. Piyasaların, siyasete tahakkümüne 2011 sonrası her yerde isyan bayrağının açıldığı, Syriza’nın iktidara gelebildiği, Büyük Buhran’daki eşitsizlik seviyesine geri dönülen dünyamızda, özgürlüklerimizin geleceği ve teminatı; borcun siyasallaşmasından, uzmanların büyülü dünyasından çıkarak yeryüzüne inmesinden geçiyor.
Krediokrasi – Andrew Ross
Dünya bir süredir bitmek tükenmek bilmeyen, hatta günaşırı artan borç krizleriyle boğuşuyor. 2008 Mortgage Krizi olarak da bilinen, küresel sermayenin dibe çöküşü dünyayı daha fazla borçla yaşanan, yaşanmak zorunda kalınan bir yere dönüştürdü. Krizin patladığı ülkede, ABD’de bugün hane halkının %77’si ciddi bir borç sorunuyla baş etmeye çalışıyor ve her 7 kişiden 1’inin icra takibinde olduğu biliniyor. Bu kriz, başta ABD olmak üzere Fransa, İngiltere, İtalya, Yunanistan, İspanya gibi birçok ülkede eğitim, sağlık, ulaşım, kent haklarının daha yoğun sömürülmesi nedeniyle, kitlesel hareketlerin ortaya çıkmasına neden oldu. Finanssallaşma ve borç verenin borç alan üzerine kurduğu tahakküm, tarihin en yüksek noktasına ulaşmış durumda. Andrew Ross, borçlanma ve borçlandırılma üzerine kurduğu kitabı Krediokrasi’de, devlet politikalarının halk üzerindeki sömürü faaliyetlerini konu alıyor. Dünyada eğitim üzerinden kurulan “borçlandırma ağı”nın bireyi nasıl yok ettiğini, gelir imkanlarının nasıl kısıtlandığını derin okumalar ve güçlü referanslarla anlatıyor. Borç reddi olarak tanımladığı çözümün yollarını, teoriden pratiğe, oradan da hayatın merkezine doğru kaydırıyor.
Borç Refahı Devletleri – Susanne Soederberg
“Borçlandırılma ve finansal alana mahkum kılınma artık gündelik hayatımızın parçası. Susanne Soederberg bugüne nasıl gelindiğini para toplumunun yarattığı eşitlik görüntüsünün ardındaki iktidar ilişkilerini ve devlet müdahalelerini inceleyerek açıklıyor. Borç refahının beslediği gerilimlerin yönetilmesi ve neoliberal devletin stratejilerini anlamak isteyenler için vazgeçilmez bir okuma olan bu çalışma aynı zamanda tarihsel materyalist perspektifin gücü ve olanaklarını gösteriyor.” – Ali Rıza Güngen “Susanne Soederberg, nasıl oluyor da yoksullaştırıcı neoliberal programlar aynı zamanda geniş kesimleri sistemin içine çekebiliyor sorusundan hareket ediyor. Yanıtlarını hem tarihsel materyalist teorik çerçeveyi zenginleştirerek, hem de bu çerçeveyi somut verilerle destekleyerek veriyor. Gelirleri artmayanların borçlandırılmasının ve bunun ayrıcalıklı bir kar etme faaliyeti halini almasının gerisindeki dinamikleri, bunun nasıl gerçekleştiğinin mekanizmalarını ve olası sonuçlarını açıklıkla ortaya koyuyor. Anlatılan tüm borçluların hikayesi.” – Ümit Akçay
Finansallaşma Borç Krizi ve Çöküş – Ümit Akçay, Ali Rıza Güngen
Dünya tarihinin hızlandığı bir dönemden geçiyoruz. ABD’de ve İngiltere’de 2007’de ev kredisinin borçlarını ödeyemeyenlerin sayısı artmaya başladı. ABD’de emlak piyasasının en önemli oyuncuları Fannie Mae ve Freddie Mac şirketlerine 2008’de el konuldu, hemen ardından ABD tarihinin en büyük iflas olayı gerçekleşti. 2009’da Yunanistan başbakanı ülkesinin resmi borç rakamlarında çarpıtmaların söz konusu olduğunu kamuoyuna duyurdu. 2010’da Avro Bölgesi’nde zor durumdaki devletlere mali destek sağlamak üzere kurtarma fonu oluşturuldu. 2011’de, tarihinde ilk kez ABD’nin kredi notu Standard and Poor’s tarafından düşürüldü. Avro Bölgesi’nde art arda açıklanan paketlerden sonra 2012’de Yunanistan’da tarihin en büyük borç yapılandırması gerçekleşti. 2013’te Kıbrıs’ta bankaların batması, mevduatın vergilendirilmesini ve sermaye hareketlerinin geçici de olsa kısıtlanmasını getirdi. Artık ekonominin istikrarlı büyümesinden bir umut olarak söz ediliyor. Kriz sadece ekonomik daralmaya yol açmakla kalmayıp birçok ülkede emekçilerin yaşamını alt üst eden reformların uygulanmasına aracılık ettiği için krizin seyri ve alınan önlemlerin incelenmesi ayrı bir önem taşıyor. Peki, kriz esasen neden ortaya çıktı? Nasıl bir dönemin içinden geçiyoruz? Bu yıkıma yol açan politika tercihleri birçok ülkede neden halen geçerliliğini koruyor? Bu çalışma küresel krizin eleştirel bir politik ekonomi perspektifinden değerlendirilmesine dayanarak yanıtlar sunuyor. Kitap ilk olarak ABD merkezli bir şekilde tartışılan kriz teorilerinin ve özellikle güncel Marksist kriz tartışmalarının değerlendirilmesiyle başlıyor. Ardından da Amerikan krizinin oluşumu ve gerisindeki nedenler detaylı olarak ele alınıyor. ABD’de 2000’li yıllarda oluşan “yeni finansal mimari”, bu yeni yapının işçi sınıfını ve toplumun yoksul kesimlerini borçlandırarak finans sisteminin içine çekmesi sonrası tıkanan kredi sisteminin önce bir finansal krize, oradan da küresel etkileri olan bir ekonomik krize yol açması inceleniyor. Kitapta ikinci olarak krizin Avro Bölgesine geldiğinde nasıl giderek devletlerin iflaslarıyla sonuçlanan bir borç krizine dönüştüğü anlatılıyor. Avro Bölgesi üye devletlerinde, özellikle Güney Avrupa’da krizin açığa çıkış mekanizmaları ve alınan politika önlemleri tartışılıyor. Kitabın temel tartışma konularından bir diğeri, ekonomik kriz ile sosyal değişim arasındaki ilişki. Bu bağlamda içinden geçtiğimiz kriz döneminin daha önceki büyük krizlerle, 1929 Büyük Buhranı ve 1970’lerde Bretton Woods çöküşü sonrasındaki dönemlerle karşılaştırılması üzerinden bu krizin, sonuçları ve verilen tepkiler açısından farklılıkları vurgulanıyor. Kitap son olarak 2013 sonlarından itibaren küresel krizin yeni bir aşamaya girip girmediğini tartışarak önümüzdeki krizin mekanının Küresel Güney olabileceğini savunuyor. Bu çerçevede de Türkiye ekonomisinin yakın dönemli analizini, küresel krizin yaklaşan yeni dalgası bağlamında yapıyor. Kriz döneminde birçok coğrafyada görülen grevler, isyanlar ve toplumsal kalkışmalar geleceğin rotasını daha adil bir sisteme doğru çevirmeyi henüz başaramadı. Kapitalizm daha fazla eşitsizlik ve yıkım vaat ediyor. Dünya ekonomisi ve Türkiye’nin yakın dönem geleceğine dair öngörülerin de yer aldığı bu çalışma, yaşanan dönüşümün “daha fazla neoliberalizm” şeklinde özetlenebilecek bir içeriğe sahip olduğu tespitinde bulunurken okuyucu için son altı yıldır içinden geçtiğimiz krizin bütünlüklü bir resmini çiziyor.
BONUS:
Duyuru – Michael Hardt – Antonio Negri
Antonio Negri ve Michael Hardt acil yaygınlaştırılması ve tartışılması dileğiyle bir “duyuru” yayımladı. Bu kısa metinde, günümüzdeki toplumsal hareketlere ve mücadelelere ilişkin önemli tespitler yaparak, hareketlerin yeni bir kurucu nitelik kazanabilmesi için bir yol haritası öneriyorlar. “Günümüzün toplumsal hareketleri düzeni tersine çeviriyor, manifestoları ve peygamberleri gereksiz kılıyor. Değişimin failleri şimdiden sokaklara indiler ve şehir meydanlarını işgal ediyorlar; yalnızca yöneticileri tehdit edip alaşağı etmekle kalmıyor aynı zamanda yeni bir dünya vizyonu oluşturuyorlar. Belki daha da önemlisi, mantıkları ve pratikleri, sloganları ve arzularıyla, bu çokluklar yeni bir dizi ilke ve hakikat ilan ediyor.” Çağdaş toplumlarda borçlandırılan, medyalaştırılan, güvenlikleştirilen, temsil edilen olmak üzere dört ana figür tespit ettikten sonra, bunların isyan etme ve kendilerini dönüştürerek iktidar figürleri haline gelme yetisine sahip olduklarını savunuyor. “Herkesin ortak olana erişebildiği ve onu paylaşabildiği adil, eşit ve sürdürülebilir bir toplum kurmayı hayal edebiliyoruz ama onu ete kemiğe büründürme koşulları henüz mevcut değil. Küçük bir azınlığın zenginliği ve silahları elinde bulundurduğu bir dünyada demokratik bir toplum yaratamayız. Kararları hâlâ onu tahrip etmeyi sürdürenler alırken, gezegenin sağlığını iyileştiremeyiz. Zenginler basitçe paralarını ve mülklerini vermeyecek ve tiranlar basitçe silahlarını bırakıp iktidarın dizginlerini bırakmayacak. Son tahlilde onları almak zorunda olan bizleriz… ama yavaş olalım. Mesele bu kadar basit değil.” Hardt ve Negri, bu kitapta yasama, yürütme ve yargı erklerinin demokratik ve ortak bir bir kuruluş sürecindeki rollerini ve alacağı biçimler üzerinde fikirler üretirken, aynı zamanda bir kurucu anayasa çalışmasına da katkı sunuyor. “Özneleşme süreci retle başlar. Ben yapmayacağım. Ben sana olan borcumu ödemeyeceğim. Evimizden çıkarılmayı reddederiz. Kemer sıkma önlemleriniz bizi bağlamaz. Tersine biz, aslında zaten bizim olan, servetinize el koymak istiyoruz.” “Sen beni temsil edemezsin!” Mücadele devam ediyor, Hardt ve Negri’nin katkılarıyla!